Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Bir gün öleceksiniz. Ve son derece basit olan bu evrensel gerçekliğin, bilinçli olarak farkında olan tek türün bir üyesisiniz. Dahası, bir gün ölecek oluşunuzun size hatırlatılması, davranışlarınızda da hemen --ölümle ilgisi yokmuş gibi görünen küçük-- değişimler oluşturabiliyor.

Bu yazıyı okuduktan 5-10 dakika sonra, ölümle ilgili bilinçli düşüncelerinizi bir kez zihninizden attığınızda; muhtemelen ünlü olmaya daha fazla ilgi duyacak, daha karizmatik bir lideri destekleme olasılığınız artacak ve potansiyel olarak çocuk sahibi olmak ile daha fazla ilgileneceksiniz. Ayrıca bebek emzirmeyi daha az, savaşları ise daha fazla destekleyeceksiniz. "Yok artık!" diyebilirsiniz, ama en azından yapılan çalışmalarda bu bulgulara ulaşıldığını söyleyebiliriz.

Peki sebep ne?

Dehşet Yönetimi (İng. Terror Management) alanındaki teorisyenlere göre, bu tutum değişiklikleri, ölümlü oluşumuzla yüzleşmemizde bize bir cesaret sağlıyor. Ölüm, bilincin sınırlarına ulaştığında, insanlar hemen onu bastırmaya çalışır. Dehşet Yönetimi Teorisi (Terör Yönetimi Teorisi)'nin mucitlerinden olan, psikologlar; Jeff Greenberg, Tom Pyszczynski ve Sheldon Solomon, ölüm düşüncesiyle başa çıkma ihtiyacının insan davranışlarını çeşitli biçimlerde etkilediği fikrini ileri sürdü. Aynı üçlü, bir antropolog olan Ernest Becker'in 1974 yılında Pulitzer ödülü kazanan "The Denial of Death" (Ölümü İnkâr) isimli  kitabını okuduktan sonra 1986 yılında teorilerini resmi olarak ortaya koydular. Becker, kitabında, insan davranışlarının büyük çoğunluğunun, insanın ölümsüzlük arayışı tarafından yönlendirildiğini ileri sürüyor. Psikologlar, teorilerine bir isim bulmuşlardı ancak şimdi onu destekleyecek delil arayışında olmaları gerekiyordu.

Ölüm Psikolojisi

Becker'e göre; insanlar, ölüm hakkındaki endişelerini; kendi öz güvenlerini arttırarak ve anlamlı bir evrende kendilerine değer addederek yatıştırmaya, bastırmaya çalışır. Bunu yapabilmenin yollarından birisi de; kendisini daha büyük, daha önemli bir şeyin parçasıymış gibi göstermeye çalışmaktır.

Bu düşünceyi test etmek için de Greenberg ve arkadaşları, bir grup mahkeme hakimini araştırmaya dahil ederek hakimlerin bazılarından kendi ölümleri hakkındaki hislerini not almalarını istediler. Hemen ardından da, yargıçlara, fuhuş nedeniyle gözaltına alınan bir kadın için kefaletle serbest bırakılmasını gerektiren varsayımsal bir dava verildi.

Ekim 1989'da Journal of Personality and Social Psychology'de yayımlanan araştırma sonuçlarında, ölüm hakkındaki düşüncelerin yargıçların kararları üzerinde büyük bir etki oluşturduğu belirtildi. Kendi ölümünü düşünmeyen yargıçların, kadına ortalama olarak 50 dolar kefalet verdiği görülürken; ölümünü düşünenlerin verdiği kefalet miktarı ise 9 kat fazla, 450 dolardı. Görünüşe göre, ölüm hakkında düşünme, yargıçların kanun-düzen sistemine daha sıkı bağlanmasını sağlamıştı.

Sonraki deneylerde, bu etkinin ölüm düşüncesiyle yüzleşmeye özgü olduğu; insanların acı ya da başarısızlık gibi durumlarla karşılaştıklarını düşündükleri durumlarda ortaya çıkmadığı görüldü. Öte yandan, etki, büyük oranda bilinçaltında şekilleniyor. Ölüm hakkındaki düşünceler ne zaman ki, bilinç sınırlarına çıkıyor; işte o zaman, zihin, dehşeti-inkâr jimnastiklerine başlıyor. İnsanlar, bu sorunla başa çıkabilmek için zihninde ölümle hiç alakası olmayan şeylerle ilgilenmeye başlıyor.

İz Bırakmaya Çalışmak

Örneğin: Emzirme. 2007 yılında Personality & Social Psychology Bulletin'de yayımlanan bir araştırmada, insanlara ölüm hatırlatıldığında, halka açık bir alanda emzirme davranışına karşı daha negatif hale geldikleri ve yan odada emziren bir kişiyi daha az hoş karşıladıkları görüldü. Araştırmaya göre, emziren kadınlar, insanlığın fiziksel, hayvansal doğası için bir hatırlatma özelliği görüyor. 2014 yılında Journal of Personality and Social Psychology'de yayımlanan bir başka çalışmada ise, ölümlülükleri; hamilelik, menstrüasyon ve emzirme düşünceleriyle kendilerine hatırlatıldığında; kadınların kendilerini nesneleştirme eğilimini daha çok gösterdikleri görüldü. Yani kendi ölümlerini inkâr edebilmek için kendilerini bir insandan ziyade bir nesne olarak görmeye çalıştılar.

Öte yandan, yapılan birçok çalışma, ölüm düşüncelerinin insanların çocuk sahibi olma konusundaki heveslerini arttırdığını ve hatta bebek isimlerine yönelik tutumlarını değiştirdiğini göstermiştir. 2011 yılında The Journal of Research in Personality'de yayımlanan bir çalışmada, ölüm hatırlatıldıktan sonra, insanların kendilerinden sonra gelecek bir çocuğa isim koyma işiyle daha fazla ilgilendikleri görüldü. Bu durum, ölümü hatırlayan insanların, yaşamlarını sembolik olarak uzatmalarının bir çabası olarak yorumlandı.

Bunun yanı sıra, 2010 yılında Self and Identity'de yayımlanan bir araştırmada, ölümü düşünmenin ünlü olma arzusunu arttırdığı bulgusuna ulaşıldı. Araştırmada, ölüm hatırlatılan insanların ünlü olma arzusunun arttığı ve ölümlerinden sonra uzayda bir yıldıza isimlerinin verilmesine çok daha sıcak baktıkları görüldü.

Psikolojik Güvenlik Sağlama

Belki de birinin ölümü hakkında düşünmenin en çarpıcı etkisi, insanı daha tecrit edilmiş hale getirmesidir.

Teori şu şekilde işliyor: Çocuk olarak, tamamen yardıma muhtacızdır. Ebeveynlerimizin sevgisini ve korumasını sürdürmek için, belli şekillerde davranma ve belirli değerleri korumamız gerektiğini çabucak öğreniriz. Ancak yaşımız ilerledikçe ve dünyada çok daha büyük tehlikelerin bulunduğunun farkına vardığımızda, ebeveynlerimizin bu koruyucu rollerinin yetersiz olduğunu anlarız.

İşte bu noktada, psikolojik güvenlik sağlama işlevini daha "büyük şeylere" aktarmaya başlarız. Bu bir tanrı olabilir, bir ülke olabilir ya da özgürlük ve demokrasi gibi konseptler olabilir.

Böylece, ölüm tehdit ettiğinde, bu şeylere her zaman olduğundan daha sıkı bağlanırız. Bu durumun bazı ilginç etkileri de söz konusudur. Current Directions in Psychological Science'da 2011 yılında yayımlanan bir araştırmada, ölüm düşüncelerinin, insanların, aynı dünya görüşünü paylaştıkları karizmatik bir lideri destekleme olasılığını arttırdığı ortaya koyuldu. 2006 yılında Personality and Social Psychology Bulletin'de yayımlanan ve İranlı öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmada, kontrol grubunun bir intihar-bombacısından ziyade barışı salık veren bir kişiyi tercih ettikleri görülürken; ölüm hatırlatılan katılımcıların ise halkı hedefleyen terörist saldırıları daha fazla destekledikleri görüldü. Öte yandan, 11 Eylül saldırılarıyla ölümün hatırlatıldığı ABD'liler ise, Irak'a savaş açılması ve hatta tehdit içeren her ülkeye nükleer saldırı düzenlenmesi noktasında daha destekleyici bir tutum gösteriyor. İsrail'de yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlara ulaşıldı. Görünüşe göre, düşmanların ortak bir yanı bulunuyor; hepsi de insan doğasından kaynaklanan temel bir korkuyla hareket ediyor.

Fakat Dehşet Yönetimi tamamen kötü bir şey değildir. Ölüm hakkında düşünme, bazen insanların iyilik yapma davranışlarını da arttırabiliyor. Eğer ki; hayata bakışınızın doğasında, yeryüzünü "cennete dönüştürmek" gibi bir gaye bulunuyorsa; ölüm düşüncesi size ardınızda güzellikler bırakmayı dürtülüyor. Ancak dünya görüşünüz; bencillik ve olumsuzluk üzerinde şekilleniyorsa; geriye katliamlar ve rezalet bırakmanız daha muhtemel.

Dehşet Yönetimi'ni anlamak, insanların, dışarıdan tamamen saçma görülen bazı şeylere neden inandıklarını anlamayı kolaylaştırabilir. Gerçek şu ki; hiçbirimiz güvende değiliz ve hepimiz kendi ölümümüz ya da sevdiklerimizin ölümü hakkındaki düşüncelerimizin yarattığı hassasiyetle başa çıkmaya çalışıyoruz.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir