Post Author Avatar
Sevkan Uzel
Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör

Dublin'de bulunan Trinity Koleji'nden jeokimyacılar, yeryüzünde yaşamın ilk olarak nerede ve nasıl başladığı sorusuna bir yanıt bulmuş olabilir. Ekip geçtiğimiz günlerde Geochimica et Cosmochimica Acta dergisinde yayımlanan makalelerinde, denize çarpan büyük göktaşı ve kuyruklu yıldızların, yaşam için uygun koşulları sağlayacak yapılar oluşturabileceklerini öne sürdü. Çarpışma sonrasında olayın etkisi nedeniyle ısınan taşlarla etkileşen su sayesinde karmaşık organik moleküllerin sentezlenebileceği ve kendi üstüne doğru kapanan kraterin, içinde yaşamın filizlenebileceği bir mikrohabitat haline gelebileceği belirtildi.

Dünya'nın oluşumunu izleyen dönemde gezegenimize çarpan göktaşı ve kuyruklu yıldız kaynaklı malzemelerin, yeryüzüne glisin, β-alanin, γ-amino-n-bütirik asit gibi karmaşık organik moleküller ve su taşıyarak, hammadde getirmiş olabileceği fikri uzun zamandır konuşuluyordu. Ancak Trinity grubunun çalışmasında, konuya farklı bir açıdan bakan yeni bir hipotez var: Çarpışma kraterlerinin kendileri de yaşam tohumlarını ekip canlılığı yeşertecek olan tepkimeler için ideal ortamlar olabilir.

Makalenin başyazarı olan doktora öğrencisi Edel O'Sullivan, Prof.Balz Kamber liderliğinde gerçekleştirdikleri araştırmayı şöyle anlatıyor: "Yaşamın başlangıcına ilişkin daha önce yapılan araştırmalar, hidrotermal ortamlardaki sentez üzerine odaklanıyordu. Günümüzde bunlara, levha (plaka) tektoniğinin başlıca imzası olarak, okyanus ortasındaki tepelerde rastlanıyor. Bu yeni çalışmadan elde edilen bulgular ise tam tersine, Kanada'nın Ontario kentindeki Sudbury'de bulunan kapalı bir çarpışma kraterinde işleyen yoğun hidrotermal sistemler olduğuna işaret ediyor."

En eski çarpma yapılarından günümüze kalan olmamasına rağmen, Sudbury çanağını dolduran çökeltileri incelemek, erken dönem çarpma kraterlerinin neye benziyor olabileceğini anlamak için eşsiz bir fırsat sunuyor. Kanada'nın Ontario eyaletinde bulunan Sudbury'deki yapı, diğer çarpma kraterlerinin hepsinden daha farklı. Alışılmadık kalınlıkta (neredeyse 2,5 km'lik) bir çanak dolgusu var ve hidrotermal metal tortusu da içeren bu dolgunun büyük bölümünün rengi (karbondan dolayı) neredeyse siyah.

imageedit_3_8976200386
Telif: E.M. O’Sullivan et al. / Geochimica et Cosmochimica Acta

"Sonraki tektonik kuvvetlerden ötürü, bir zamanlar yaklaşık 200 km genişliğinde olan bu yapının tüm kayaları gömülmek yerine, yüzeyde açığa çıkmış durumda. Bu durum, donmuş taban kayacından eriyik katmanına ve oradan da doğruca çanak dolgusunun bütününe geçiş yapılmasına olanak tanıyor. Bir yerbilimci için bu tıpkı kalıntılardan çarpışma olayına yapılan bir yolculuk gibi." diyor Prof.Kamber. Çanak dolgusundan alınan örneklerin kimyasal yapı ve karbon izotopu çözümlemelerinin yapılması ile oldukça ilginç bir olaylar dizisinin ortaya çıktığını belirtiyor.

Kesinleşen ilk şey, kraterin başlangıçta deniz suyu ile dolu olup, birikim süresi boyunca denizin altında kaldığı olmuş. En önemlisi de çanaktaki suyun, 1,5 km'den fazla volkanik kaya ve çöküntü biriktirmesine yetecek bir süre boyunca açık denizden yalıtılmış durumda kalmış olması. En alttaki dolgu, su kratere (zemini sıcak çarpışma eriyiği ile kaplı iken) girdiğinde biçimlenmiş kayalardan oluşuyor. Yakıt soğutucu tepkimeler volkanik kayaları biriktirmiş ve hidrotermal etkinliğe yol açmış. Bu birikintinin üzerinde, çanak dolgusunda indirgenmiş karbon belirmeye başlamış ve volkanik ürünler daha bazaltik olmuş.

Önceleri bu kayalarda karbonun mevcut olma bilmecesi, krater çanağının dışından içeri akmasıyla açıklanıyordu. Ancak yeni veriler, karbonun ortaya çıkmasından ve ayrıca sülfat gibi yaşamsal besinlerin azalmasından sorumlu olanın, krater içindeki mikrobiyal yaşam olduğunu gösteriyor.

"Su sütununda molibdenin tükenişine ilişkin açık kanıtlar var be bu da kendisini çevreleyen okyanustan ayrılmış olan kapalı bir sisteme kuvvetle işaret ediyor," diye ekliyor Edel O'Sullivan. Yapılan incelemede, besin maddelerinin ancak krater duvarları yıkıldıktan sonra yeniden çoğaldığı saptandı. Denizin altındaki bu yalıtılmış çarpışma çanakları, bazaltik volkanik etkiler ve kendi hidrotermal sistemleri ile yaşamı başlatacak yapıtaşlarının sentezlenmesine izin vermiş olabilir.

Trinity Sudbury Araştırma Ekibi (soldan sağa): Doktora öğrencisi Paul Guyett, baş yazar Edel O'Sullivan,
Dr.Teresa Ubide ve doktora öğrencisi Gavin Kenny. Telif: Trinity College Dublin
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir