Sinirbilim
10 Şubat 2016
Kafa Karıştıran Bir Kavram: Zekâ Nedir?
Hepimiz, genlerimizin ve çevresel etmenlerin yaşamımız boyunca beraber çalışmasının sonucunun somut örnekleriyiz. Fakat, acaba bu iki faktör zekâmızı nasıl etkiliyor olabilir?
Boğaziçi Üniversitesi - Çevirmen/Yazar
Zekâ Nedir?
Einstein; “zeki olmanın ölçütü bilgi değil hayal gücüdür,” diyerek yaratıcılık ile zekâyı bağdaştırıyordu. Antik Yunan filozofu Sokrates ise olaya daha felsefi yaklaşmıştı; ‘’zeki olduğumu biliyorum, çünkü hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.’’
Bu konuya 52 akademisyenin imzasından geçmiş ve 1994 yılında ilk olarak yayımlanmış zekâ tanımını vererek başlayalım: “Zekâ, birçok başka yetenekle de beraber, akıl yürütmeyi, planlama yapmayı, problem çözmeyi, soyut düşünmeyi, karmaşık fikirleri idrak etmeyi, çabuk öğrenmeyi ve tecrübelerden kazanım sağlamayı içeren oldukça genel zihinsel yeteneklerdir. Zekâ, salt olarak kitaptan öğrenme, dar akademik yetenekler kazanma, test çözme başarısı değildir. Zekâ, çevreyi kavramadaki daha geniş kapsamlı ve derin kabiliyetleri yansıtır.’’
Bir mühendisin uzamsal yeteneğini ve bir avukatın kelimeleri kullanma becerisini dikkate aldığınızda, zekâ çeşitlerinin olup olmadığı sorusunun cevabını merak etmiş olabilirsiniz. Aslında bu soru, 20. Yüzyılın başlarında bilim dünyasında oldukça sert tartışmalara yol açtı. Bir tarafta, Charles Spearman zekânın genel faktörünün her şeye kadirliğini savunuyordu. Diğer tarafta Louis Thurstone ise, kadınların daha çok başarı gösterdiği sözlü kavrayış ve erkeklerin daha çok başarı gösterdiği konumsal kavrayışın da dahil olduğu yedi ‘birincil beceri’ üzerinden konuya yaklaşıyordu. Thurstone nihayetinde bütün bu birincil becerilerin aynı g faktörü ile bağlantılı olduğunu kabul ederken, Spearman da 'g’ye ek olarak çoklu tamamlayıcı becerilerin bireylerin farklılaşmasını sağladığını kabul etti.
Zekâ üzerindeki bu çözümlemeler, 1993 yılına kadar yaygın şekilde kabul edilmedi. Fakat, Amerikalı psikolog John B. Carroll 1993 yılında yayımladığı makale ile ‘three stratum theory’ yani üç katmanlı zekâ tanımını ortaya attı. Bu teori, zekâ üzerine yapılmış bütün faktör analizi çalışmalarının yeniden analiz edilmesini temel alıyordu. Bu katmanların tepesinde tek bir evrensel beceri yer alıyor: ‘g’. Herhangi bir şekilde parçalara ayrılamayan g’nin altındaki katmanı ise tamamı çoğunlukla g’den oluşan fakat, görsel algı ya da işleme hızı gibi, ana alanlarda performansı arttıran farklı katkılar içeren sekiz ana yetenek oluşturuyor. Bunlar her birinin g’nin karmaşık bileşimi ile ikinci katmandan katkılar, deneyimler, ve mekan tarama gibi özelleşmiş yeteneklerin bileşiminden oluşan düzinelerce dar beceriye katkı yapıyor. Bu spesifik beceriler de en alt katmanı oluşturuyor.
Bu yapı, bireyler arasındaki farklı yeteneklere sahip olma durumunu daha anlamlı hale getiriyor.
Hepimiz, genlerimizin ve çevresel etmenlerin yaşamımız boyunca beraber çalışmasının sonucunun somut örnekleriyiz. Fakat, acaba bu iki faktör zekâmızı nasıl etkiliyor olabilir?
Bu iki faktörün bir araya gelip zekâ konusunda nasıl bir farklılığa yol açtığının belirlenmesi için, davranışsal genetikçiler ikizleri, evlatlık verilmiş çocukları ve diğer aile üyelerini karşılaştırıyorlar.
Bu araştırmalar arasındaki en ikna edici diyebileceğimiz çalışma, iki farklı ailede büyümüş tek yumurta ikizleri üzerinde yapıldı. Bu çocukların genleri tamamen aynıyken, değişik çevresel faktörlerle zekâlarının nasıl etkilendiği incelendi. Bu ve yapılan diğer benzer araştırmalara göre; zekâ düzeyindeki yakınlık, genetik benzerlikle oldukça yakından ilişkili.
Daha da ilginci, araştırmalar ayrıca zekânın kalıtsallığının etkisinin yaşla doğru orantılı olarak arttığını da açığa çıkartıyor. Çocuklar okula başlamadan önce kalıtsallığın etkisi %30’dan az iken, bu rakam yetişkinlikte %80’e kadar yükseliyor Aslında yapılan araştırmada, ergenlik döneminde, birbirlerinden ayrılmış tek yumurta ikizlerinin IQ testlerinde verdikleri cevaplar farklı çevrelerde büyümelerine rağmen neredeyse aynı çevrede büyümüşler ve hatta aynı kişilermiş gibiydi. Bu araştırmadaki ilginç sonuç bölümünde ise, özellikle çocuklarını insanlık dışı muameleye maruz bırakan aileler dışındaki çoğu aile ortamının zekâyı oldukça benzer şekilde etkilediği belirtildi.
Peki, neden paylaşılan çevrenin IQ üzerindeki etkisi zamanla azalıyorken genetik etki zamanla artış gösteriyor? Genetik yapı ve yetiştirilme koşulları üzerinde yapılan çalışmalar bu konu hakkında ip ucu veriyor. Bütün çocuklar dünyaya, kendi çevrelerinin aktif şekillendiricileri olarak gelirler. Ebeveynler ve öğretmenler bunu ilk elden, çocukların çeşitli yollarla şekillendirme çabalarına ket vurarak tecrübe ederler. Yaş ilerleyince artan bağımsızlık, bireyin araştırdığı çevrenin bilişsel karmaşıklığını seçme imkanını daha da çok sunar. Genetik olarak daha parlak bir birey, seçtiği durumlarda ya da görevlerde bilişsel olarak daha isteklidir ve bilişsel yeteneklerini sağlamlaştıracak daha çok fırsata sahiptir. Bir bireyin sahip olduğu, içinde bulunduğu ortamdan faydalanma yeteneğinin genetik donanım tarafından etkilendiği ve “daha iyi’’ aile ortamlarının genel olarak IQ yükseltme eğiliminde olmadığı düşünülürse, düşük IQ’nun yükseltilmesi için daha pahalı okulların tercih edilmesi ya da ailenin yaşam koşullarının farklılaşması hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir.
Birtakım yetenekler öğrenilebilirken, zekânın temelini oluşturan ‘g’ herhangi bir şekilde geliştirilemiyor. Tabii ki, bu okulda ve erken yaşta alınan eğitimlerin önemsiz olduğu anlamına ya da az olumlu etkisi olduğu anlamına gelmiyor. Her ne kadar düşük zekâ seviyesinin ortalamaya çekilmesi için yapacak bir şeyimiz olmasa da, çocukların sahip oldukları zekâ seviyeleri ile daha fazla şey öğrenmelerini ve daha fazla şey başarmalarını sağlamanın yolları mevcut.
Einstein; “zeki olmanın ölçütü bilgi değil hayal gücüdür,” diyerek yaratıcılık ile zekâyı bağdaştırıyordu. Antik Yunan filozofu Sokrates ise olaya daha felsefi yaklaşmıştı; ‘’zeki olduğumu biliyorum, çünkü hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.’’
Bu konuya 52 akademisyenin imzasından geçmiş ve 1994 yılında ilk olarak yayımlanmış zekâ tanımını vererek başlayalım: “Zekâ, birçok başka yetenekle de beraber, akıl yürütmeyi, planlama yapmayı, problem çözmeyi, soyut düşünmeyi, karmaşık fikirleri idrak etmeyi, çabuk öğrenmeyi ve tecrübelerden kazanım sağlamayı içeren oldukça genel zihinsel yeteneklerdir. Zekâ, salt olarak kitaptan öğrenme, dar akademik yetenekler kazanma, test çözme başarısı değildir. Zekâ, çevreyi kavramadaki daha geniş kapsamlı ve derin kabiliyetleri yansıtır.’’
Değişik Zekâ Tipleri Var mı?
Bir mühendisin uzamsal yeteneğini ve bir avukatın kelimeleri kullanma becerisini dikkate aldığınızda, zekâ çeşitlerinin olup olmadığı sorusunun cevabını merak etmiş olabilirsiniz. Aslında bu soru, 20. Yüzyılın başlarında bilim dünyasında oldukça sert tartışmalara yol açtı. Bir tarafta, Charles Spearman zekânın genel faktörünün her şeye kadirliğini savunuyordu. Diğer tarafta Louis Thurstone ise, kadınların daha çok başarı gösterdiği sözlü kavrayış ve erkeklerin daha çok başarı gösterdiği konumsal kavrayışın da dahil olduğu yedi ‘birincil beceri’ üzerinden konuya yaklaşıyordu. Thurstone nihayetinde bütün bu birincil becerilerin aynı g faktörü ile bağlantılı olduğunu kabul ederken, Spearman da 'g’ye ek olarak çoklu tamamlayıcı becerilerin bireylerin farklılaşmasını sağladığını kabul etti.
Zekâ üzerindeki bu çözümlemeler, 1993 yılına kadar yaygın şekilde kabul edilmedi. Fakat, Amerikalı psikolog John B. Carroll 1993 yılında yayımladığı makale ile ‘three stratum theory’ yani üç katmanlı zekâ tanımını ortaya attı. Bu teori, zekâ üzerine yapılmış bütün faktör analizi çalışmalarının yeniden analiz edilmesini temel alıyordu. Bu katmanların tepesinde tek bir evrensel beceri yer alıyor: ‘g’. Herhangi bir şekilde parçalara ayrılamayan g’nin altındaki katmanı ise tamamı çoğunlukla g’den oluşan fakat, görsel algı ya da işleme hızı gibi, ana alanlarda performansı arttıran farklı katkılar içeren sekiz ana yetenek oluşturuyor. Bunlar her birinin g’nin karmaşık bileşimi ile ikinci katmandan katkılar, deneyimler, ve mekan tarama gibi özelleşmiş yeteneklerin bileşiminden oluşan düzinelerce dar beceriye katkı yapıyor. Bu spesifik beceriler de en alt katmanı oluşturuyor.
Bu yapı, bireyler arasındaki farklı yeteneklere sahip olma durumunu daha anlamlı hale getiriyor.
Genetik ve Çevresel Faktörler
Hepimiz, genlerimizin ve çevresel etmenlerin yaşamımız boyunca beraber çalışmasının sonucunun somut örnekleriyiz. Fakat, acaba bu iki faktör zekâmızı nasıl etkiliyor olabilir?
Bu iki faktörün bir araya gelip zekâ konusunda nasıl bir farklılığa yol açtığının belirlenmesi için, davranışsal genetikçiler ikizleri, evlatlık verilmiş çocukları ve diğer aile üyelerini karşılaştırıyorlar.
Bu araştırmalar arasındaki en ikna edici diyebileceğimiz çalışma, iki farklı ailede büyümüş tek yumurta ikizleri üzerinde yapıldı. Bu çocukların genleri tamamen aynıyken, değişik çevresel faktörlerle zekâlarının nasıl etkilendiği incelendi. Bu ve yapılan diğer benzer araştırmalara göre; zekâ düzeyindeki yakınlık, genetik benzerlikle oldukça yakından ilişkili.
Daha da ilginci, araştırmalar ayrıca zekânın kalıtsallığının etkisinin yaşla doğru orantılı olarak arttığını da açığa çıkartıyor. Çocuklar okula başlamadan önce kalıtsallığın etkisi %30’dan az iken, bu rakam yetişkinlikte %80’e kadar yükseliyor Aslında yapılan araştırmada, ergenlik döneminde, birbirlerinden ayrılmış tek yumurta ikizlerinin IQ testlerinde verdikleri cevaplar farklı çevrelerde büyümelerine rağmen neredeyse aynı çevrede büyümüşler ve hatta aynı kişilermiş gibiydi. Bu araştırmadaki ilginç sonuç bölümünde ise, özellikle çocuklarını insanlık dışı muameleye maruz bırakan aileler dışındaki çoğu aile ortamının zekâyı oldukça benzer şekilde etkilediği belirtildi.
Peki, neden paylaşılan çevrenin IQ üzerindeki etkisi zamanla azalıyorken genetik etki zamanla artış gösteriyor? Genetik yapı ve yetiştirilme koşulları üzerinde yapılan çalışmalar bu konu hakkında ip ucu veriyor. Bütün çocuklar dünyaya, kendi çevrelerinin aktif şekillendiricileri olarak gelirler. Ebeveynler ve öğretmenler bunu ilk elden, çocukların çeşitli yollarla şekillendirme çabalarına ket vurarak tecrübe ederler. Yaş ilerleyince artan bağımsızlık, bireyin araştırdığı çevrenin bilişsel karmaşıklığını seçme imkanını daha da çok sunar. Genetik olarak daha parlak bir birey, seçtiği durumlarda ya da görevlerde bilişsel olarak daha isteklidir ve bilişsel yeteneklerini sağlamlaştıracak daha çok fırsata sahiptir. Bir bireyin sahip olduğu, içinde bulunduğu ortamdan faydalanma yeteneğinin genetik donanım tarafından etkilendiği ve “daha iyi’’ aile ortamlarının genel olarak IQ yükseltme eğiliminde olmadığı düşünülürse, düşük IQ’nun yükseltilmesi için daha pahalı okulların tercih edilmesi ya da ailenin yaşam koşullarının farklılaşması hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir.
Birtakım yetenekler öğrenilebilirken, zekânın temelini oluşturan ‘g’ herhangi bir şekilde geliştirilemiyor. Tabii ki, bu okulda ve erken yaşta alınan eğitimlerin önemsiz olduğu anlamına ya da az olumlu etkisi olduğu anlamına gelmiyor. Her ne kadar düşük zekâ seviyesinin ortalamaya çekilmesi için yapacak bir şeyimiz olmasa da, çocukların sahip oldukları zekâ seviyeleri ile daha fazla şey öğrenmelerini ve daha fazla şey başarmalarını sağlamanın yolları mevcut.
Kaynak ve İleri Okuma
- Linda Gottfredson, ''What Is Intelligence'' New Scientist The Collection- 15 Ideas Need To Understand
- Legg S., Hutter M. ''A Collection of Definitions of Intelligence''"
Etiket
Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol
Yorum Yap (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir
12 Haziran 2016
Hayvanların Ne Kadar Zeki Olduklarını Nasıl Anlayabiliriz?
08 Haziran 2015
Alzheimer'ın kökeni insan zekasına bağlandı
22 Ağustos 2015
Beyin Taramaları Eğitimi Yetenekten Ayırabilir mi?
09 Ağustos 2021
Teknolojik Tekillik İnsanlığın En Büyük ve Son Başarısı Olabilir
20 Aralık 2017
Yeni Bir Teori: Esneklik, İnsan Zekâsının Kalbidir