Post Author Avatar
Sevkan Uzel
Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör

Canlılar üç büyük üst-alemde incelenir: Arkeler, bakteriler ve ökaryotlar. Prokaryotlar olarak adlandırılan arkeler ile bakterilerin hepsi tek hücreli canlılardır. Başka bir deyişle, her bir bakteri ve arke, kendi başına yaşayabilen bir hücredir. Tüm çok-hücrelileri kapsayan ökaryotlar grubunda da tek başına yaşama becerisine sahip tek-hücreli türler bulunur.

Çok-hücreli olan bizlerin hücreleri bir sistem oluşturup, bu sistemdeki işbölümü gereği tek bir konuda uzmanlaşır ve farklı uzmanlıkları olan değişik hücre tipleri, sağ kalabilmek için birbirlerinin sisteme yapacağı katkıya muhtaç olur. Sistemden ayrı düştükleri anda ise ölürler. Tek-hücreli canlılar ise hiçbir sisteme dahil olmadan, bulundukları çevre koşullarında kendi başlarının çaresine bakabilir. Böyle canlılar "biyofilm" adı verilen bir komşuluk ilişkisine de zaman zaman girebilir.


Bakterilerin ve arkelerin çevresi bir zarla ve hücre duvarıyla çevrilidir. Genlerini taşıyan DNA ipliği, halka şeklindedir ve hücre içinde serbestçe gezinir. Bizim hücrelerimizde ise genetik malzeme çekirdek içine alınmıştır ve DNA'lar iki ucu açık iplikçikler biçimindedir. Ayrıca prokaryotik hücrelerde (zarla çevrili manyetozomları saymazsak) organel bulunmayıp, sadece protein üretimi yapan serbest 70S ribozomları varken, ökaryotik hücrelerde 80S ribozomlarının yanı sıra zarla çevrili pek çok organel bulunur. (Hücre-içi "organel" sözcüğü bazı kişilerce belli bir işlevi olan tüm yapıları anlatmak için kullanılırken, bazıları da ancak zarla çevrili olanların bu şekilde adlandırılması gerektiği kanısında olup ribozomun organel niteliği taşımadığı ve enzim sayılabileceği kanısındadır.)


Dünya gezegenindeki canlılık ağacının temel bir gösterimi. Burada “canlılığın ilk temsilcisi” olarak gösterilen aşamada, canlılığın başka temsilcilerinin olup olmadığı bilinmiyor. Yani gezegende yaşam birden fazla kez bağımsız olarak belirmişse bile, bunlardan sadece kodlama için DNA molekülünü bizdeki gibi kullanan soy hayatta kaldı.

Evrim ve Devrim

Bugün yaşayan tüm canlıların "Son Evrensel Ortak Ata"sı olan SEOA, gezegende var olan tüm canlılarla aynı genetik şifreyi kullanan bir prokaryottu. Uzun canlılık tarihi içerisinde, SEOA'nın ardından gelen nesiller, hem evrimle hem de devrimle çeşitli değişiklikler geçirdi. Canlılık tarihindeki böylesi devrimsel sıçramaların en önemlilerinden birkaç tanesi, bağımsız yaşayan tek-hücrelilerin kurduğu ortaklıklar sayesinde gerçekleşti.

Ortakyaşamın (simbiyozun) mutualizm olarak bilinen biçiminde, iki farklı organizma, birbirleri olmadan sağ kalamayacakları ortaklaşa bir yaşam şekli kurar. Endosimbiyoz (içten-ortakyaşam) ise ortakyaşarlığın öyle bir şeklidir ki, ortaklardan biri diğerinin içinde yaşar. Gezegenimizdeki canlılığın erken zamanlarından bu yana, birkaç farklı endosimbiyoz olayının gerçekleştiği düşünülüyor. Endosimbiyotik Kuram altında incelenen bu olaylardan en sık söz edilen iki tanesi, eskiden bağımsız birer bakteri olan mitokondri ve kloroplastın, artık hücre organeli hâline gelmiş olmasıdır.


Endosimbiyoz olaylarının yol açmış olduğu başka önemli yenilikler de muhtemelen var. Dünya'da canlılığın çeşitlenmesine giden yolun en belirleyici adımları olan endosimbiyotik ortaklıklar, Darwin'in tanımladığı şekilde türlerin yavaş yavaş evrim geçirmesinden çok farklıdır. Bu devrimsel olaylar arasında hücre çekirdeğinin oluşumu ve tek hücrelilerdeki kamçılar ile kirpiklerin oluşumunun da olduğu düşünülüyor. 

Beş adımda endosimbiyoz

Mitokondrinin Kökeni

Bakterilerin davranış ve beslenme şekilleri ve 2,7 milyar yıl öncesinde hüküm süren çevresel etkenlere ilişkin günümüzdeki mevcut bilgiden yola çıkılarak, mitokondrinin kökenine ilişkin aşağıdaki iki olası senaryo önerilmiştir:

(1) Sığ bir lagünün dibindeki, ölen bakterilerin organik maddelerinin biriktiği çamur içinde yaşayan ve diğer bakterilerin artıklarından yararlanma konusunda uzmanlaşan fırsatçı bakteriler, organik maddeyi tıpkı mantarların yaptığı gibi, sadece temas ederek "yiyordu". Organik maddelere yapışıyorlardı ve sindirim sıvıları her iki yönde duvarlarından geçiyordu. Verimi artırmak için bakterinin organik maddeye temas yüzeyini artırması yeterliydi; bunun için de bakterinin kabuğunu kaybetmesi ve esnek bir hâl alması gerekliydi. Bu avantajdan yararlanan mantarsı bakteriler, daha sonra organik maddeleri çevreleyip sararak "yutmaya" başladı ve yuttuğu bir başka bakteriyi sindirmeden, onunla endosimbiyotik bir ortaklık geliştirdi. Yutulan bakteri, kabuğunu kaybederek "mitokondri" organeli oldu. 

Mitokondrinin kökenindeki endosimbiyotik olaya ilişkin bir varsayım. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)

(2) Suda, dünyanın derinliklerinden yükselen sıcak, kükürtlü çamur gaz sütunlarının yakınlarında ya da dünya kabuğunun ılık, nemli çatlaklarının çevresinde, kayaların basınçlı sıcak su tarafından parçalanması sırasında ortaya çıkan gazı kullanan (hidrojenle beslenip organik atık üreten) bakteriler (kemobakteri/arkebakteri) ve onların atıklarıyla geçinen mantarsı bakteriler vardı. Bu iki bakteri türü, başlangıçta komşuydu ve birbirlerinin atıkları (biri için hidrojen, diğeri için organik madde) ile besleniyorlardı. Bu ortaklık daha sonra mantarsı bakterinin komşusu tarafından yutulmasıyla endosimbiyotik bir ortaklığa dönüştü. Dış hücre, içtekinin üreteceği hidrojene bağımlı olduğundan, onun hidrojen üretmesini sağlamak için organik madde tüketmeye başladı; yumuşaklaşarak, organik maddeleri temas yoluyla sindirecek hâle geldi; içteki bakteri de "mitokondri" organeli oldu. 

Mitokondrinin kökenindeki endosimbiyotik olaya ilişkin başka bir varsayım. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)


Endosimbiyoz için ileri sürülen bu iki basitleştirilmiş senaryo, pek çok kanıta dayanmaktadır:

  • Mitokondriler, aynı şekilde işleyen bakterilerle aynı boyutlardadır.
  • Mitokondriler bağımsızlıklarını bir ölçüde korumuştur; taşıyıcı hayvan ve bitki hücrelerinin içinde tıpkı bakteriler gibi bölünerek çoğalırlar.
  • Mitokondrinin bir hücreden çıkarılması, vazgeçilmez nitelik kazanmış olan bu bağımsız öğeyi yeniden oluşturma olanağı olmadığı için hücrenin ölümüyle sonuçlanır.
  • Mitokondrilerin kendilerine ait bakteri tipi DNA'sı vardır; fakat bu DNA, bağımsız bakterilerin DNA'sına kıyasla oldukça küçüktür.
Ökaryotik hücrelerin içinde yaşayan mitokondriler, tıpkı serbest bakteriler gibi kendi DNA’larını kopyalar ve bölünerek çoğalır. Eşeyli üreyen çok-hücrelilerde, yumurta hücresindeki anne mitokondrisi yavruya aktarılır. Dolayısıyla dişi bireyde bulunan mitokondrinin sonraki nesillerde var olma olanağı varken, erkek bireyde olmak mitokondri için çıkmaz sokak anlamındadır.

Kloroplastın Kökeni

Tüm ökaryotların mitokondrileri olduğuna göre, mitokondrilerin oluşmasına yol açan endosimbiyotik gelişmeler, ökaryotların tarihinin erken bir evresinde gerçekleşmiş olmalıdır. Daha sonra, bazı ökaryotik hücrelerin benzer şekilde bir bakteri daha yutmasıyla, bitkilere uzanan soy ortaya çıkmış olabilir. Klorofil için önerilen bu senaryo şöyle de ifade edilir: Bakteriler ve diğer bakterileri yiyerek beslenen hayvan hücresi prototipleri (mitokondrili bakteriler), oksijenli ve oksijensiz suların karıştığı yerlerde birlikte yaşamaya başladı. Klorofil içeren bitki-benzeri bakterilerin endosimbiyoz yolu ile ortak alınması, canlılığın çeşitlenmesinin ikinci aşamasını başlattı.

Kloroplastın kökenindeki endosimbiyotik olaya ilişkin bir varsayım. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)


Her yeşil bitki, kendisine yeşil rengi veren bu eski bakterileri hücrelerinin kalbinde taşır. Tıpkı mitokondrilerde olduğu gibi, kloroplastlarda da bakteriyel türde DNA bulunur. Bunlar, taşıyıcı hücreden bağımsız olarak kendilerini öyle bir şekilde kopyalar ki, taşıyıcı hücrenin yavrularına daima miras olarak geçer. Kloroplastlar, modern bitki-benzeri bakterilerle aynı büyüklüktedir ve deneysel olarak ortadan kaldırıldıkları takdirde, hücre onların yenisini yapamaz. Kloroplastın hâlâ sert bir duvarla sarılı olduğu birkaç türe bakıldığı zaman, kloroplastların bakteriyel kökeni daha da göze çarpar.

Kloroplastın kökeninde, mitokondrili bir hücrenin, klorofilli bir hücre ile kurduğu endosimbiyotik ilişki olduğu düşünülüyor.

 

Hücre Çekirdeğinin Kökeni

Mitokondrilerin ve kloroplastların endosimbiyotik kökenli olduğu bütün biyologlar tarafından kabul edilirken, günümüzde çekirdeğin kökeni için ileri sürülen kuramsal mekanizmalar saymakla bitmez.

Genetikçiler, gen sayısındaki büyük artışın, bir ya da birkaç tane büyük kromozom oluşumuna yol açma sürecini anlamak için basit hayvan ve bitki hücrelerinin genomlarını deşifre ettiğinde, bu genomların, farklı tip bakterilerden gelen genlerin bir karışımı olduğunu görmek, onları hayrete düşürdü. Bu durumu açıklamak için akla gelen varsayımlardan iki tanesi özellikle ikna edicidir:

(1) Yamyam bir bakteri, yuttuğu bakterilerin bazı genlerini "nüfusuna geçirme" olanağı bulmuştur. Bu yeteneğin varlığı, mitokondrilerin ve kloroplastların endosimbiyozları ile kanıtlanmıştır. Aynı işlem, yutulmuş ama evcilleştirilmemiş çeşitli bakterilere ait genomların küçük parçalarıyla birkaç kere yinelenmiştir.

(2) Bakteri virüsleri (bakteriyofajlar ve birleşen plazmidler), bir bakteriden küçük bir gen çalıp taşımayı ve başka bir bakterinin ya da ökaryotik hücre prototipinin içine yerleştirmeyi başarmıştır. Böyle bir olayın olabileceği de kanıtlanmıştır. Virüsler, başka bakterilere ya da ökaryotlara musallat olan yozlaşmış bakteriyel asalaklardır. Artık kendi başlarına yaşama ve çoğalma olanakları kalmamıştır. Yaşamaları ve çoğalmaları, tümüyle parazit oldukları diğer bakterilere veya hayvan ve bitki hücrelerine bağlıdır.

Hücre çekirdeğinin kökenindeki endosimbiyotik olaya ilişkin bir varsayım. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)


Genom, bu şekilde nakillerle büyümüş olan, belirgin parçalara ayrıştırılabilen büyük bir kromozom hâlinde dokunmuş heterojen bir yama işi gibi şekillenmiştir. Fakat ökaryotlarda kromozomlar, ikili bir zardan oluşan gözenekli bir pakette bulunur: Çekirdek. Kuramcılar bunun oluşumunu, hücre zarının oluşturduğu bir kılıfın sonucu olarak, böylece ortaya çıkan kesenin kromozomları içine alması olarak açıklar. Çekirdeğin de bir endosimbiyoz ürünü olduğunu ileri sürenler de vardır. Bu görüşe göre, çekirdeğin yutulmuş bir bakteri olması gerekir. Bu bakterinin genomu, taşıyıcısının, mitokondrilerin ve diğer avlar ile virüslerin genomlarıyla zenginleşmiş olabilir.

Mitokondrinin ve kloroplastın endosimbiyoz kökenli oldukları konusunda görüş birliği var. Kamçı, kirpikler ve çekirdeğin endosimbiyoz kökenli olduğuna ilişkin düşünceler ise henüz yaygın kabul görecek kanıta sahip değil.

Kamçı ve Kirpiğin Kökeni

Hayvan hücresi prototipi olan bakterinin, avlanabilmek için hareket etmesi gerekiyordu. Önce sürünmeliydi; ondan sonra suda asılı durmayı başarabilecekti ama kendini yönlendirme olanağı yoktu. Büyük olasılıkla başka bir endosimbiyoz, yönelim imkanı veren kamçı ve kirpikleri ona kazandırdı. Günümüz bakterilerinden bazıları hareket edebilir; bu bakteriler, kendilerine itici güç sağlayan kasılma özellikli şeritler biçimindedir. Böyle bakterilere benzeyen bir bakterinin yutulmasıyla, muhtemelen bu beceri elde edilmiştir. Yutulan bakterinin dışarıda kalan kısmı, taşıyıcı bakteri tarafından kendisini hareket ettirmek için kullanılmış olabilir. Bu endosimbiyoz varsayımının tam olarak kabulü için henüz yeterli kanıt olmasa da, farklı soylardan gelen hayvan ve bitki hücrelerindeki tüm kamçıların ve tüm kirpiklerin son derece karmaşık olan aynı iç yapıya ve aynı işlevsel mekanizmaya sahip olması dikkat çekicidir. 

Endosimbiyoz Dalları Birleştirir

Lynn Margulis’in endosimbiyotik kuramına göre, ortakyaşam, canlılığın tarihi boyunca çok kez gerçekleşmiştir. Birkaç ortak atadan çıkıp pek çok türe ayrılan klasik canlılık ağacının yerine, Margulis, dalların ayrıldığı ve sonra ortakyaşam ilişkileri kuruldukça tekrar birleştiği ve yeni dallara dönüştüğü bir ağaç önermiştir. Yani organizmaların birden fazla atalarının olabildiği, hatta bu ataların farklı üst-alemlerden geldiği, dalların birbiriyle bağlantılar kurduğu bir canlılık ağacı. Ökaryotlar olarak bizim de atalarımız arasında hem mitokondriyi meydana getiren bakteriler, hem de konak hücre olan arkeler yer alıyor.

Eşeyli Üremenin Kökenindeki Endosimbiyotik Olay

Lynn Margulis ve Dorian Sagan, yamyam nitelikli tek hücreli canlılarda eşeyli üremenin ortaya çıkışına dair kuramı "Origins of Sex: Three billion years of genetic recombination" adlı kitaplarında ileri sürmüştür. Bu kurama değinmek için öncelikle mayoz bölünmeyi hatırlayalım.

Bizim hücrelerimizde 46 kromozom bulunur; bunlar 23 çift biçiminde yapılanmıştır. Mayoz bölünme sonucunda, ortaya her biri 23 kromozoma sahip olan eşey hücreleri (sperm veya yumurta) ortaya çıkar. Kromozom sayıları yarıya iner. Üreme hücreleri, sadece birbirlerine rastlarsa hayatta kalabilir. Karşılaştıklarında, sayısı azaltılmış kromozomlarını bir araya getirerek, 23 çift kromozomlu (yani 46 kromozomlu) tek bir hücre oluştururlar.

Bilimciler, bu ikili sürecin (kromozomların yarıya inmesinin veya iki katına çıkmasının) kaynağını açıklamak için şöyle tahminlerde bulunuyor: Her şey, kromozom sayısının iki katına çıkmasıyla başlamış olsa gerektir. Bu olay, kopyalanma sırasında oluşan bir zamanlama hatasından ileri gelmiş olabilir. Her hücre ikiye bölünme becerisine sahiptir; bu süreçte tüm genetik bilginin korunması ve aktarılması gerekir. Bunu sağlamak için mitoz sürecinde, hücre bir bütün olarak bölünmeden önce kromozomlar kopyalanarak iki katına çıkarılır. Böylece hücre bölünürken her iki yavruya aktarabileceği eksiksiz birer takım kromozoma sahip olur. Eğer mitoz sürecinde bir aksaklık olup da, kromozomlar kopyalandığı hâlde hücre bölünmesi gerçekleşmezse, çekirdekte bir kromozom takımından, iki kromozom takımına geçilmiş olur.

Birbirinin aynısı olan, bağımsız iki hayvan hücresinin karşılaştığını düşünün; bunlar aynı soydan gelen, her ikisinde de sadece birer takım kromozom içeren bir çekirdek bulunan, açgözlü prototiplerdir. Birbirlerini yemeye hazırlardır. Varsayım, bu iki hücrenin birbirlerini yiyecekleri yerde, birbirleri ile kaynaştığını söyler.

Bu davranış şekli (başarısız bir yamyamlık), bir tür ortakyaşama, mutlu bir birlikteliğe yol açar. Bunun ardından, "evlilik"ten ortaya çıkan tekil hücrenin içindeki iki benzer çekirdek de birbirine yaklaşır ve kaynaşır. Bu durumda, birbirinin aynı olan iki takım kromozom, tek bir çekirdekte var olur. İki takım kromozomla donanmış hücre, orijinal hücrelere kıyasla daha verimli ve etkindir; çünkü kromozomda zayıf kalan bir genin rolü, onun kardeş kromozomundaki bilgi ile telafi edilebilir. Hücre, sadece tek bir takıma sahip olanlardan daha uzun yaşar ve onlar üzerinde hâkimiyet kurar.

Fakat enerjik hücreler, kromozom sayısını azaltma özelliklerini muhafaza eder. Bu nedenle, sıkıntılı bir dönemde veya bir yaşam ortamı değişikliği sırasında, iki takım kromozoma sahip olan hücre ikiye ayrılır (hücre, çekirdek ve kromozomlar). Böylece, birer takım kromozoma sahip olan iki tane hücre ortaya çıkar. Bu noktadan itibaren, bu hücrelere eşey hücresi denmesi gerekir; çünkü bunların kurtulmalarını sağlayacak tek bir yol vardır: Kendileri ile uyumlu bir hücre bulup, kromozom sayısını iki katına çıkarmak.

İki eşey hücresi arasında meydana gelen evlilik, aslında bir tür "kaynaşmalı ortakyaşam"dır. Sperm ve yumurta, kaynaşmadıkları takdirde yaşamlarını sürdüremez. Bu varsayımı anlayabilmek için kaynaşmalı ortakyaşarlığın ilk olarak ortaya çıktığı zamanlardakine benzemesi muhtemel olan bir davranışa bakılabilir. Bu davranış, bazı mantar gruplarında görülür.

Eşeyli üremenin kökenindeki endosimbiyotik olaya ilişkin bir varsayım. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)

Bir Mantarın Yaşam Döngüsü

Adi mantarlar (bir sap ve bir şapkalı mantarlar), belirli organlarda üretilen eşey hücrelerine sahip değildir; fakat yeraltındaki bazı iplikçiklerinin (miselyum) hücreleri, tek bir takım kromozom içeren tek bir çekirdeğe sahiptir. Miselyum hücreleri, kendileriyle uyumlu benzer hücrelerle kaynaşmak gibi sıradışı bir beceriye sahiptir. Bu iplikçiklerin azaltılmış genoma sahip bir çekirdek taşıyan hücrelerinin hepsi sanki birbirinin aynı eşey hücreleriymiş gibidir. Fakat bu durumda, iki hücrenin evliliği mükemmel olmaktan uzaktır: Her ne kadar iki hücre bir araya gelerek, tek bir hücre oluşturmak üzere kaynaşsa da, bu hücrelerin çekirdekleri kaynaşmadan yan yana durur.

İki çekirdek taşıyan hücreler, tek çekirdekli iplikçik hücrelerine kıyasla daha karmaşık yapısal özellikler geliştirir. Sadece ili çekirdekli yeraltı hücreleri büyük bir mantar üretebilir. Şapkası ve sapı göz önüne alındığı zaman, kişinin hayalinde kolaylıkla canlandırabileceği gibi, mantar, iki çekirdekli miselyumlardan meydana gelen küçük bir yapıdan başka bir şey değildir. Bu hücrelerin bazılarının kaderinde spor üretmek vardır. Sporlar, şapkanın altında, lamellerin (solungaçlar) üzerinde ya da kapağın gözeneklerinin içinde üretilir.

Bu özel yerde, iki çekirdekli hücreler değişim geçirerek, spor üretiminden hemen önce çekirdeklerini kaynaştırır. Ardından, kromozom takımları hızla birbirlerine karışıp, parça değiş-tokuşu yapar. İki takım kromozoma sahip olan yeni inşa edilmiş çekirdek, hücrenin spor oluşturmak için mayoz bölünmesi sırasında bölünür ve her biri yine tek kromozom takımına sahip tek çekirdekli iki hücre oluşur. Sporlar toprakta çimlenerek miselyum (tek çekirdekli hücrelerden oluşan iplikçik) üretir. Adi mantarın yaşam döngüsü bu şekildedir. Bu çoğalma türüne "paraseksüellik" adı da verilir.



Mantarın yaşam döngüsü. (Görsel kaynak: Alexandre Meinsz, Yaşam Nasıl Başladı. ISBN: 9786054362196)

Bir Algin Yaşam Döngüsü

Birkaç alg soyunda, erkek ve dişi eşey hücreleri sperm gibi yüzer ve sanki aynıymış gibi görünürler; sadece küçük farklar erkek ve dişi gametleri birbirinden ayırır: Bu farklar, ilk eşey özellikleridir.

Caulerpales türü yeşil algler, bitkiye benzer ama hücreleri yoktur; yani içlerinde hücre duvarları yoktur. Bunlar yalnızca bitki şeklini almış bir borudur. Boruda bir özsu (sitoplazma) bulunur. Bu özsuyun içinde dağınık biçimde çekirdekler, kloroplastlar, mitokondriler ve bitki hücrelerinin diğer tüm bileşenleri vardır. Eşeyli üreme zamanı geldiğinde, bu dağınıklık hemen toparlanır.

Her biri tek bir kromozom takımına sahip bu çekirdekler, orijinal hücrenin bütün parçalarını bir araya toplarlar: Kloroplastlar ve mitokondriler. Ardından her çekirdek, kendisini ve yardımcılarını bir zar ile sararak, bir eşey hücresi meydana getirir. Algin tüm içeriği, böylelikle eşey hücrelerine aktarılmış olur. Bir işaret (gün doğuşu) geldiğinde, dışarıya, açık sulara kaçarlar. İçi boşalan algin varlığı sona erer. Artık sadece boş bir borunun beyazlaşmış duvarı kalmıştır. Genetik malzemenin kendisi için inşa ettiği bir eve benzeyen bu boru, artık cansız bir yapıdır ve onu inşa edenin her bir yavrusu dışarıda kendine bir eş (bütünleyici bir eşey hücresi) bulup "evlenmeye" karar verdiğinde, yeni evler inşa edip içinde yaşayacaktır.

Minik eşey hücrelerinin suda hayatta kalmak için tek bir ümitleri vardır: Kaynaşabilecekleri, evlenebilecekleri benzer ve uyumlu bir eşey hücresi bulmak. Bu birleşme, yeni bir alg oluşumuna yol açacaktır. Bunlar, bir bireyin bütün çekirdeklerinin geleneksel düğün törenine katıldığı tek büyük organizmalar grubudur. Birey, yaşamının sonuna geldiği ya da çevre koşulları kötüleştiği zaman, genlerini ölümsüzleştirmek için çırpınmaya başlar. Genetik malzeme, kötüleşen çevre koşullarından (yani oturduğu evin eskimesinden) dolayı, yeni bir ev inşa etmek için bir atılım yapar. İçindeki her şey, yumurtalara ve spermlere dönüşür. Yaşayan cismin (genetik malzemenin oturduğu evin) tümü parçalanırken, genetik malzeme birlikte yeni bir beden inşa edebileceği eşini arama yolculuğuna çıkar.

Bireylerden Toplumlara Uzanan Ortaklıklar

Canlılığın geçmişine bakınca, farklı becerilere sahip canlıların kurduğu ortaklıklar sonucunda, evrimsel sıçramalar oluşabildiğini görüyoruz. RNA ve DNA'nın yaptığı muhtemel işbölümünden başlayarak, tek-hücrelilerin ortaklığı sonucu ortaya çıkan ve değişik beceriler kazanan ökaryotların ardından, bağımsız ökaryotik hücrelerin ortaklaşa kurdukları sistemler olan çok-hücrelileri görüyoruz. Çok-hücreli canlı türlerinin de çoğu, bireylerin ortaklığı ile kurulmuş topluluklar hâlinde yaşıyor. Farklı türlerin toplulukları ise bireylerinin belki pek de farkında olmadığı ortakyaşamsal (simbiyotik) bir ilişki içerisinde bu gezegene can katıyor.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir