Post Author Avatar
Sevkan Uzel
Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör

Çağlar boyunca, Dünya üzerindeki canlılar ve onların kökeni, insanlık için büyük bir merak konusu oldu. Çoğu hayvanın atasının, 541 milyon yıl öncesine dek yani Kambriyen Patlaması'ndan bu yana izini sürmek mümkün. Kambriyen Patlaması, denizde yaşayan pek çok tanıdık canlının çok kısa süre içinde ortaya çıkması olayına verilen ad olup, yengeçlerin, denizanalarının ve istiridyelerin atalarının, okyanuslardaki baskın canlılar olmasına yol açmıştır. Kambriyen Patlaması'ndan önceki zamanlarda varolan canlıların ise şu an varolanlara hiç benzemediğini pek fazla insan bilmez.

1946 yılında Avustralya hükümeti, Ediakara Tepeleri'ndeki (İng. Ediacara Hills) terk edilmiş madenleri denetlemesi için bir yerbilimci görevlendirdi. Reg Sprigg adındaki bu bilimci, yamaçlardan birinin, çok eski gibi görünen parçalanmış kumtaşları ile kaplı olduğunu keşfetti. Parçalar çok düzdü; sanki antik bir deniz tabanı yüzeyinin parçaları gibilerdi.

O sırada, Adelaide yakınlarında gördüğü fosiller aklına geldi; buradakilere benzeyen kumtaşı parçalarında güzelce korunmuşlardı. Her ne kadar fosilbilimciler kumtaşı kayalarının herhangi bir fosil açığa çıkarmasının olasılık dışı olduğunu söylese de, Sprigg bu yamaçtaki parçaları incelemek istedi. Gerçekten de taşlardan birinde dairesel bir desen keşfetti ve denizanası benzeri bir yaratığın kalıntısını bulduğundan kuşkulanmaya başladı. Bilimsel bir dergide yayımladığı makalesinde, avuç büyüklüğündeki bu fosile Ediakarya (İng. Ediacaria) adını verdi.

Fakat bilim dünyasından aldığı moral bozucu sessizlik yanıtı, onu hayal kırıklığına uğrattı. Daha önce hiç kimse, Ediakara Tepeleri'ndeki kadar eski kayalarda, minyatür organizmaların ötesinde bir yaşama ilişkin herhangi bir iz keşfetmemişti. Sprigg'in fosilinin, bir canlının bedeni değil de, inorganik tepkime artıklarında ibaret olduğu ilan edildi. Onlarca yıl boyunca bilimcilerin büyük bölümü, Sprigg ve onun "denizanası"nı görmezden geldi.

Bir dizi Ediakara organizması. Telif: Franz Anthony

11 yıl sonra, üç tane ortaokul öğrencisi İngiltere'deki Charnwood Ormanı'nda kaya tırmanışı yaparken, kayalardan birinde eğrelti otu şeklinde bir damga fark ettiler. Ediakara Tepeleri'nden farklı olarak, Birleşik Krallık'ın yerbilimsel incelemesi oldukça iyi yapılmış durumdaydı. Herkes biliyordu ki, ormandaki bu kayalar, bırakın bitki fosilini, hiçbir fosil içeremeyecek kadar yaşlıydı. Bunu, tırmanışçı gençlerden biri olan Roger Mason da biliyordu. Bu garip fosilin üzerine koyduğu kağıdı kurşun kalemle tarayarak, örneğini aldı ve Trevor Ford adlı yerbilimciye gösterdi. Ford'un yayımladığı bulgu, bilim dünyasında büyük merak uyandırdı. Fakat Sprigg'in "denizanası" ile aralarındaki bağlantı, fosilbilimci Martin Glaessner tarafından 1959'da fark edilene dek iki yıl daha geçti. Glaessner ayrıca 1920'lerde Namibya'da bulunmuş olan ve Charnwood'da bulunanlara benzeyen iki başka eğrelti otu benzeri fosili de gündeme getirdi.

O sırada, Kambriyen patlamasından sonraki yaşamın, Dünya'nın uzun tarihinin sadece %10'unu oluşturduğu biliniyordu. Ancak o uzun periyottan arta kalan hiçbir makroskopik organizma kanıtı bulunmamıştı. Ama Charnwood "eğrelti otu" işleri değiştirdi ve Glaessner şunu ilan etti: Kambriyen Patlaması'ndan önce karmaşık yaşam vardı. Bu periyot, Reg Sprigg'in "denizanası"nı ilk keşfettiği Avustralya tepelerine ithafen, resmi olarak "Ediakara Dönemi" olarak adlandırıldı.

Çarniya

Çarniya. (Telif: Franz Anthony)

Roger Mason'ın keşfini yayımlayan yerbilimci Ford, eğrelti otu benzeri fosile "Çarniya" (İng. Charnia) adını vermişti. Ford, başlangıçta onun bir alg olduğunu düşünmüştü ama Glaessner onun çok hücreli bir hayvan olduğunu hemen anladı. Türünün tanımlanan ilk örneği olacaktı. Çarniya'nın fotosentezi engelleyecek kadar karanlık olan derin deniz ortamında yaşamış olduğu düşünüldü.

Glaessner, yaptığı analizlerde Çarniya'yı günümüzde varolan benzer bir hayvanla kıyasladı: Kuş tüyü benzeri yumuşak bir mercan türü olan deniz kalemi. Deniz kalemleri, denizanaları ve deniz anemonları ile birlikte Cnidaria grubunu oluşturur. Bu grubun, tüm hayvanlar arasındaki en ilkel gruplardan biri olduğundan kuşkulanılmaktadır ve Prekambriyen'den (Kambriyen öncesinden) kalma kaya oluşumlarında doğal olarak böyle ilkel deniz canlılarının bulunabileceği düşünülür.

Daha sonra yapılan çalışmalar, gerçek deniz kalemlerinin gezegen tarihinin çok sonraki bir zamanında belirdiğini ortaya çıkarmıştır, dolayısıyla Çarniya ile deniz kalemi pek akraba sayılmazlar. Gelişim şekilleri de zaten birbirlerine benzemez. Kısacası benzerlikleri, farklı rastlantıların ürünüdür ve bu durum "yakınsak evrim" olarak bilinir.

Fosillerin tanecikli yapısından dolayı, bu türün yaşamı hakkında çok az şey biliyoruz. Bazı fosiller, yumruya benzeyen bir tabanla bitiyor; sanki bedenlerini deniz tabanına demirliyorlarmış gibi. Fakat beslenmelerini sağlayacak herhangi bir ağızları ya da sindirimleri varmış gibi görünmüyor. Bilimcilerin bir bölümü, Çarniya ve akrabalarının besini doğrudan sudan emdiğini ileri sürüyor; fakat şu noktada kimse kesin konuşamaz. Tek bildiğimiz, bu tuhaf yaşam tarzının, o dönemde yaşamış olan çeşitli organizmalar tarafından benimsenmiş yaygın bir strateji olduğu...

Pteridinyum & Tribrakidyum

Pteridinium (solda) ve Tribrachidium (sağda). (Telif: Franz Anthony)

Bu yaşam tarzını paylaşan bir diğer dikkate değer fosil de "Pteridinyum"dur (İng. Pteridinium). Çarniya'ya çok benzer biçimde, bu hayvan da görünüşte kuş tüyü benzeri olup, onu deniz tabanına bağlayacak bir çapası vardır. Çarniya ile Pteridinyum'un farklı yanı ise, bedenlerindeki lobların konumlanışıdır. Bedenleri kabaca simetrik olan bir sağ taraf ile bir sol taraf barındıran günümüzdeki çoğu hayvandan farklı olarak, Pteridinyum yaprakçıklarını üç ayrı yönde büyütür.

Çok tuhaf ama bu üç katlı simetri, sadece Pteridinyum ile yakın akrabalarına özgü değil. Deniz kestanesini andıran Trilobozoa adlı küçük ve yuvarlak bir grup hayvan da bir şekilde aynı simetriyi geliştirmiş. Bu grubun üyelerinden biri olan Tribrakidyum (İng. Tribrachidium), bu beden düzenlemesinde sözcüğün tam anlamıyla bir manevra yaparak, bedeninin ortasından dışa doğru sarmallanan üç tane kol benzeri yapı büyütmüş.

Önemsiz bir özellik gibi gözükse de, bu sıradışı büyüme kalıbı, bu hayvanların geçmişten kalma merak uyandırıcı bir yadigar olduğuna işaret ediyor. Pteridinyum, Tribrakidyum ve onların uzun süre önce ölen kuzenleri, nasıl yaşadıklarına ve şu an hayatta olan akrabalarına ilişkin bize küçücük bir ipucu bırakmışlar.

Ediakara Bahçesi

Fiziksel acayiplikleri bir kenara bırakırsak, bu organizmalar bir açıdan daha normal dışı. Kambriyenden günümüze dek olan Dünya tarihi boyunca, yumuşak bedenli canlılar iz bırakmadan ölmeleri ile ünlüdür. Sert yapılarının olmaması, onları dalgalara, rüzgarlara ve leşçillere bırakarak, çoğunun bütünüyle çözünmesine neden olur.

Daha sonraki yerbilimsel dönemlerde, böyle fosillerin korunabilmesi, ancak koşulların istisnai olduğu belirli yerlerdeki belirli zaman dilimlerinde gerçekleşebilmiştir. Bununla birlikte, bu gizemli Ediakara canlıları, gezegenin her yanındaki çöküntülere izlerini bırakabilmeleri için elementlerin işbirliği yaptığı garip bir zamanda yaşamış gibi görünüyorlar.

Bunun sırrı, anlaşıldığı kadarıyla, bu canlıların bulunduğu yüzeyde yatıyor. Hızlı hareket eden hayvanların olmayışı, mikropların okyanus tabanını kolonize etmesine izin vermiş, Ardından yetiştikleri her yerde bir salgı katmanı oluşturmuşlar. Böylesi yapışkan bir katman, çöküntünün stabilize olmasını ve hayvanlar üzerlerinde öldüğünde bir kalıp görevi görmesini sağlamış. O çağ, okyanus tabanının yapışkan maddelerle dolu olduğu Balçığın Devri idi. Böyle yavaş adımlı bir yaşam, yırtıcılar da olmayınca, bu döneme özgü bir özellik olmuş. Kutsal kitaplarda geçen Cennet Bahçesi'ne gönderme olarak da, bu huzur dolu erken Dünya'ya bazı insanlar Ediakara Bahçesi adını veriyor.

Yorgia & Dikinsonya

Yorgia (solda) ve Dikinsonya (sağda). (Telif: Franz Anthony)

Ediakara Dönemi'nin sonlarına doğru, yaşam adımlarını hızlandırmaya başladı. Rusya'da mikrobiyal keçeden bir katman, hareket kabiliyeti olan bir canlı tarafından otlanmış şekilde, yamalarla kaplı hâlde bulundu. Bunun faili, Yorgia adındaki disk biçimli bir hayvandı.

25 cm genişliğe ulaşabilen bu canlı, bir yemek tabağından büyük değildi. Ön tarafta baş benzeri bir yapı ile birlikte, merkezi bir çizgiden yayılan kaburga benzeri yapılara sahipti. Beslenme yöntemi tam olarak bilinmiyor ama Yorgia'nın muhtemelen akrabası olan Dikinsonya'ya (İng. Dickinsonia) ait bazı örnekler, sindirim sistemini andıran iç yapılar ile bulundu.

Kimberella

Kimberella. (Telif: Franz Anthony)

Aynı bölgede, farklı bir hayvanın daha otlama etkinliği olduğuna ilişkin kanıtlar elde edildi. Günümüz sümüklüböceklerine benzeyen Kimberella adlı hayvan, modern sümüklüböcek ve salyangozların beslenme izlerine benzeyen işaretlerin yanında sıklıkla bulundu. Görünüşteki basit beden düzenlenişine rağmen Kimberella, kendisiyle yan yana yaşayan diğer organizmalardan oldukça farklıydı. Bu da, yaklaşık 555 milyon yıl önce, yani Kambriyen'den 14 milyon yıl daha önce, yaşamın çeşitli biçimlere ve yaşam tarzlarına evrilmeye başladığına işaret ediyor.

İşin garip yanı, bu huzurlu döneme nokta koyan da evrim oldu. Daha hızlı hareket eden canlıların 541 milyon yıl kadar önce belirmesi, ortalığı karıştırdı ve Ediakara canlıları buna ayak uyduramadı. Hareketin gelişimi, yırtıcılara daha büyük ve daha besleyici organizmaları yiyerek palazlanma olanağı tanıdı. Canlıların bazıları zemini kazıp saklanırken, bazıları da hayatlarını kurtarmak için kabuklar geliştirdi. Bu, bugünkü hayvanların bilinen en erken akrabalarının biçimlerini kazanacağı Kambriyen Patlaması'nın şafağıydı.

Sonraki birkaç milyon yıl içinde, Ediakara Bahçesi gözden kayboldu. Onların yerini ise Kambriyen'in uyanık solucanları aldı. Böylece Dünya ilk kitlesel yok oluşa tanıklık etti; doğal afetlerden ötürü değil, yaşayan canlılardan dolayı gerçekleşmişti.

Şu anda, Ediakara ve Kambriyen canlıları arasındaki ilişki hâlâ çözülmeyi bekliyor. Ediakara'nın ikonik canlılarının, arkalarında hiçbir ardıl bırakmadan soylarının tükenmiş olmaları da mümkün. Kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki, yaşam formları, gezegenlerini kendi yararlarına değiştirme gücüne sahipler; bazılarının harcanması pahasına bile olsa. Eğer bu senaryo tanıdık geldiyse, belki geçmişimiz hakkında düşünmek, daha iyi bir gelecek planlamamıza yardım edebilir.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir