Post Author Avatar
Utku Açıkgöz
Boğaziçi Üniversitesi - Çevirmen/Yazar

Savaştan çıkan Japonya'nın benzersiz ve zor koşulları altında geliştirilen yarım asırlık nörolojik bir prosedür, epilepsi tedavisinde kritik önemini koruyor.

1940’lı yıllarda Japon adalarından biri olan Hokkaido’da tıp öğrencisi olan Juhn Wada, daha “nöroloji”nin (sinirbilim) resmen bir sözcük olmadığı ve Japonya’da nöroloji araştırmalarına ayrılmış bölümlerin henüz hiç bulunmadığı bir zamanda, nörolojiye merak sarmıştı. Eğitimini tamamladıktan sonra Wada, beyinde normal-dışı elektriksel aktivite, yani "nöbet" tetikleyerek işleyen elektrokonvülsif terapi (şok terapisi) üzerinde çalışmaya başladı. O zamanlar bu prosedürün, ağır depresyon veya şizofreni hastalarına uygulanması yaygınlaşmaya başlıyordu. Ancak uygulanan şoklar, dil ve bellek bozukluklarına da neden oluyordu. Dilsel ve bir ölçüde de belleksel işlevlerin, ağırlıklı olarak beynin aynı yarımküresinde bulunduğuna ilişkin varolan kanıtlara dayanarak, Wada bozukluklara neden olmaktan kaçınmak için o yarımkürenin anestezi altına alınmasını önerdi.

Wada’nın bu önerisi, 1948 yılına kadar büyük oranda eleştirildi. 1948 yılında ise Wada bir hastaya rastladı: Amerikan ordusundan sarhoş bir asker, bir aşçıyı şapkasından vurmaya çalışırken yanlışlıkla kafasından vurunca, aşçı devamlı ve kontrol edilemeyen nöbetler geçirmeye başlamıştı. Aşçı son çare olarak, Wada tarafından beyninin yarımkürelerinin sırayla anestezi altına alınmasını kabul etti. Sadece sol yarımküreye kan ilettiği bilinen bir artere, anestezik barbitürat enjekte edilmesinin ardından, aşçının nöbetleri başarılı bir şekilde kontrol edildi. Fakat barbitürat tedavisinin yan etkileri şaşırtıcıydı ve hemen açığa çıktı. Yazdığı rapora göre, sonuçlar Wada’yı ürpertmişti. Çünkü hasta geçici olarak konuşma becerisini ve vücudun sağ tarafının hareket kabiliyetini tümden yitirmişti. 

Wada daha sonra Kanada'nın Montreal kentinde bulunan McGill Üniversitesi'nde çalışmaya başladı ve günümüzde Wada Testi olarak bilinen prosedürü geliştirdi. 1960’ta tekniğin ayrıntılarını yayımladıktan sonra, yöntem epilepsi hastalarında dilsel ve belleksel işlevlerin konumlarını saptamak için yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı. Bu tür bir sınama çok önemliydi; çünkü her hasta, bu işlevleri aşçı gibi beynin sol yarımküresini kullanarak gerçekleştirmiyordu. Eğer nöbetlere neden olan bölge, dili ve belleği kontrol eden yarımkürede ise nöbet tedavisi amaçlı cerrahi müdahaleden uzak durulması gerekir. Bu sınama, cerrahi öncesi epilepsi hastalarında dil ve bellek konum belirlemelerinde rutin yöntem olarak hâlen kullanılıyor.

Kaliforniya Üniversitesi'nden sinirbilimci Rebecca Rausch, neredeyse yarım asırdır binlerce hastanın, sadece Wada Testi'nden elde edebilecek paha biçilmez bilgiden yararlandığını belirtiyor. Bununla birlikte günümüzde noninvaziv (cerrahi müdahalesiz) alternatifler ön plana çıkmaya başladı. Bu yıl, epilepsi hastalarında dil ve bellek değerlendirmeleri için ilk ayrıntılı fMRI rehberi Neurology dergisinde yayımlandı. Wada Testi, dil ve bellek konumlandırmasında altın standart olarak kalmakla birlikte, bu yayın sayesinde noninvaziv fMRI yöntemlerine geçiş başlayabilir.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir