Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör
Kurbağalar “vrak”lar, kuşlar “öter”, maymunlar bağırır...
Fakat hiçbir tür, biz insanlar kadar zengin ve sınırsız düzeyde uyum sağlayabilen bir dil yeteneğine sahip değildir. Düşüncelerimizi yaymak ve başkalarıyla iletişim kurmak için yaptığımız her şeyi dil yetimize borçluyuz.

Dil, sosyal teknolojinin güçlü bir parçasını oluşturur. Düşüncelerimiz bir başkası tarafından çözülmek üzere düzinelerce sembolle kodlanmış bir halde ağzımızdan dil sayesinde çıkar. Dil aynı zamanda, geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili bilgiyi taşıyabilir, düşüncelere şekil verebilir, olayları başlatabilir, ikna edebilir ve kandırabilir.

Bugün, Dünya üzerinde konuşulan 7102 dil vardır. Bütün insan toplumları bir dile sahiptir ve hiçbiri bir diğerinden daha üstün değildir. Çünkü bütün diller insan deneyimlerini kendi özgünlüğüyle anlatabilir. Hatta, dilin bu inanılmaz evrenselliği; insan evrimi alanında yapılan bilimsel çalışmalarda, türümüzün bundan 160.000 ila 200.000 yıl önce Homo sapiens’in Afrika’da ortaya çıkmasından beri bir dile sahip olduğunu gösteriyor.

Eğer Homo sapiens, ortaya çıktığından beri bir dile sahiptiyse, yok olmuş diğer insan türleri de bir dile sahip olabilir mi? Bazı bilim insanları; yaklaşık 500.000 yıl önce ortak atadan evrimleştiğimiz neandertallerin de bir dile sahip olduğunu düşünüyor. Bu teori; şempanzelerde farklılık gösteren ancak neandertal ve insanda benzer pozisyonlara sahip, konuşmadan sorumlu gen olan FOXP2 geninin keşfiyle de tutarlılık gösteriyor. Fakat dili açıklamada tek bir gen yeterli değildir. Ve güncel genetik deliller; Neandertal beyninin FOXP2 genini farklı şekilde düzenlediğini gösteriyor.

Dahası, dil; doğası gereği semboliktir. Yani olay ve nesneler, onları anlamlandıran kelimelerden ve bu kelimeleri oluşturan seslerden oluşur. Neandertallerin sanat ya da diğer sembolik izahlara sahip olduğuna dair sınırlı sayıda da olsa deliller var. Öte yandan hemen yanı başlarında Batı Avrupa’da yaşayan insanlar ise görece güzel freskler çizmiş, müzik enstrümanları, çeşitli araç-gereç ve silahlar geliştirmiş.



Dilin çok daha önce evrimleştiğini --örneğin; Afrika ovalarında 2 milyon yıl önce iki ayak üzerinde yürümeye başlayan Homo erectus’ta görüldüğünü—öne süren düşünceler de zayıf kalsa da ihtimaller arasındaki yerini alıyor. Mevcut veriler göz önüne alındığında eşsiz bir konuşma becerisi geliştirdiğimiz bir gerçek.

Neden Dili Evrimleştirdik?


Dil yetimiz bize "bedavadan" gelmedi. İnsanlar konuşabilmek için karmaşık beyin devreleri ve sofistike bir işleyiş evrimleştirmeleri gerekiyordu ve dahası bu yetiyi çocuklarına da öğretmek için yıllarını harcamalıydı. Peki neden bu bedeli ödedik?

En yaygın teorilerden birisi; dilin evrimsel bir adaptasyon olarak, insan topluluklarının değişen çevreye daha iyi uyum sağlamasını mümkün kılan bir hayatta kalma stratejisi olarak evrimleştiğidir. Burada da devreye doğal seçilim giriyor. Dil; insanların hayatta kalmasına yardımcı olmuştur. Peki nasıl? İlkel insanlar; avlanmak, çiftçilik yapmak ve kendilerini korumak için diğer insanlarla iletişim kurmak zorundaydı. Dili kullanarak bu iletişim kurma becerisini evrimleştirmek insan türüne belirgin bir hayatta kalma avantajı sağladı.

Öte yandan birçok insan; dil becerilerimizi büyük beyinlerimize, karmaşık el hareketleri yapabilmemize, özgün ses üretim yolumuza ve yüz kaslarımız üzerinde ince-ayar kontrolü sağlamamızı mümkün kılan FOXP2 genine dayandırıyor. Fakat kendi başlarına bu özellikler neden dili evrimleştirdiğimizi açıklamıyor. Çünkü beyni büyük olan -hatta bizden daha büyük beyinli- hayvanlar da var, el-kol hareketleri diğer primatlar içerisinde de yaygın ve bazı kuş türleri; bizdeki gibi bir FOXP2 genine ya da ses iletim yoluna sahip olmamalarına rağmen insan seslerini taklit edebiliyor.

Buna karşın, bizi diğer hayvanlardan ayıran en bariz özellik; simgelerimizin karmaşıklığı ve kooperatif sosyal davranışlarımızdır. İnsanlar aile bireyleri dışındaki diğer insanlarla iyilik, yardımlaşma ve eşya değişimi yapabilen tek türdür. Bizler, ayrıntılı emek paylaşımı yapabilir, çeşitli becerilerde uzmanlaşabilir ve ürettiklerimizi diğer insanlarla takas edebiliriz ve hatta aile dışındaki bireylerle de koordine bir halde çalışabilmeyi öğrendik, örneğin; ortak bir amaç etrafında farklı insanlarla bir araya gelebilir, birlikte hareket edebiliriz.

Sosyal davranışlarımızın karmaşıklığını otomatik olarak kabul ederiz, fakat bütün bu hareketlerimizi diğer insanlarla görüşme, anlaşma ve uzlaşma üzerine şekillendiririz. Bu durum da; bireyler arasında karmaşık bilginin ileri geri taşınmasını sağlayan bir kanal gerektirir, tıpkı bir USB kablosu gibi. İşte dil, bu kanaldır.

Karıncalar ve arılar gibi bazı sosyal böcekler dil olmaksızın da ortaklaşa bir çalışma seviyesine sahiptirler. Fakat, bu canlılar oldukça yakın akraba aile gruplarına aittirler ve genetik olarak büyük oranda grubun faydasına davranmaya programlıdırlar. İnsan toplulukları ise çıkar elde etmeyi sağlayan kişiye karşı sorumluluk almak zorundadırlar. Kelimeler ve sembollerle, bu tarz insanları teşhir edebilir ve hilekârlıklarını ayyuka çıkarabiliriz. Öte yandan hakedenlere ise övgüler dizebiliriz.



Bütün bu karmaşık sosyal davranışlar; hayvanlar alemindeki hırlama, cıvıldama, koku yayma, renkler ve kükreme gibi özelliklerden fazlasını gerektirir. Bütün bunlar bize neden dili geliştiren tek canlı olduğumuzu gösteriyor: Sosyal davranışlarımızın karmaşıklığı dil olmadan gelişemezdi.

Dil Öğrenmek Yeni Beyin Bağlantılarına Sebep Olabilir mi?


Görsel Telif: Africa Studio / Shutterstock


Türümüz evrimleştikçe beynimizin kısımları da genişledi ve bu durum da dil için gerekli olan işlem gücümüzü arttırdı. Peki yeni bir dil öğrenmek yaşamımız boyunca beynimizde nasıl sonuçlara sebep oluyor?

Bu konuya dair delillerin çoğu iki dil bilen insanlar üzerinde yapılan araştırmalara dayanıyor. Beyin tarama çalışmaları; iki dil arasındaki geçişin, bir dil kullanımına kıyasla, özellikle de beynimizin prefrontal korteksinde farklı beyin aktivitesi örgülerini harekete geçiriyor. Prefrontal korteks, kafatasımızın en ön kısmında yer alan ve işler belleğimizi de kullanarak, çıkarım yapma, planlama yapma, gibi bilginin organize edilmesinden ve işlenmesinden sorumlu bölgedir.

Araştırmacılar; oluşan farklı beyin aktivitesi örgülerinin, iki dil bilen beyinlerin yapısında farklılıklara sebep olabileceğini söylüyorlar. Bir başka deyişle, yeni bir dil öğrenmek beynimizin bağlantı kurma biçimini değiştiriyor. Bu durum ayrıca beynin daha elastik bir yapıya bürünmesine de sebep olabiliyor. Kanada’daki York Üniversitesi’nden Ellen Bialystok; hayatı boyunca iki dil konuşabilen insanların tek dil konuşanlara kıyasla prefrontal kortekslerinde daha fazla beyaz madde (beynin farklı bölgeleri arasında bilgi geçişini sağlayan sinir liflerinden oluşur) bulundurdukları ve tek dil konuşan insanlardan ortalama 4.5 yıl daha geç bunama tanısı konulmaya yatkın oldukları bulgusuna ulaştı. Yani, dil becerilerini geliştirmek beyinde daha fazla bağlantılar kurulmasına yol açabiliyor.

İkinci bir dil öğrenmenin faydalarına dair daha fazla delil ise felç geçirmiş 608 insan üzerinde geçen yıl yapılan bir çalışmadan geldi. Edinburg Üniversitesi’nden Thomas Bak öncülüğündeki araştırmada, felçli insanlar arasında iki dil bilenlerin %40’nın tamamen iyileştiği, buna karşın tek dil bilenlerin ise yalnızca %20’sinin tamamen iyileştiği bulgusuna ulaşıldı. Araştırma ekibi, birden fazla dil konuşabilmeyi de içeren mental jimnastiklerin, beyin hasarıyla baş etmeye yardımcı olan ve işlevleri geliştiren fazladan beyin bağlantıları kurduğu sonucuna ulaştı. Öte yandan, araştırmalar; iki dil bilen insanların yeni bir dili kavramada daha hızlı olduklarını ortaya koyuyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki; yeni bir dil, beyinde yeni bağlantılar kurulmasına, yeni bakış açıları geliştirilebilmesine ve yeni düşünüş biçimlerine sebep olabiliyor.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir