Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör
DNA metilasyon şablonlarının incelenmesi sonucunda, bebekken daha fazla sıkıntılı zaman geçiren, yani daha az kucaklanıp sakinleştirilen çocukların, yaşlarına göre az gelişmiş bir moleküler profile sahip oldukları saptandı. Bu çalışma, insanların yaşamlarının erken döneminde deneyimledikleri sevgi dolu dokunuşların derinlere uzanan köklerinin varlığını ve genetik ifade üzerinde ömür boyu süren sonuçlarının olabileceğini ilk kez ortaya koymuş oldu.
Yetişkinler genellikle bebekleri, "çok küçük çocuklar" olarak görebiliyor. Fakat bebeklik dönemi ile çocukluk dönemi arasında çok önemli bazı farklar var. En önemlisi de şu: Bebeğin, gereksinimlerini belirtmek için ağlamaktan başka hiçbir iletişim seçeneği yoktur. Fakat konuşma ve hareket etme becerisi kazanmış bir çocuk için yaşına bağlı olarak, bağırıp ağlama konusunda bir tercih söz konusu olabilir. O nedenle "Ağlar ağlar susar," şeklinde bir meydan okuma, belirli yaştaki çocuklar için eğitici olabilse de, bebekler için kesinlikle öyle değildir.
Ağladığı ya da dudağını bükerek sıkıntısını belirttiği durumda, derhal güven ve sıcaklık veren bir kucakta, gereksinim duyduğu bakımın verilmesi gerekir. Aksi takdirde, beyin ve dolayısıyla bilinç gelişiminin de en önemli aşamasını oluşturan bu dönemde, minik bireyin bilinçaltında kötü izler kalabileceği zaten biliniyordu. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir çalışmada ise kucaklamanın öneminin, DNA düzeyine dek uzandığı belirlendi. Burada akılda tutulması gereken önemli noktalardan biri ise şu: Bebek kucaklanıp ilgi görürken, rahat ve endişesiz hissetmelidir; yani burada söz edilen şey, ilgi göstermek adına küçük insanı sanki bir oyuncakmışçasına kucaktan kucağa alıp-vermek olmayıp, bebeğin tanıdığı ve güvendiği birincil bakıcısı (çoğu kez bu annesi olur) tarafından incelikli ve anlamlı bir biçimde kucaklanmasıdır.
British Columbia Üniversitesi (UBC) ve BC Çocuk Hastanesi Araştırma Enstitüsü ortaklığında gerçekleştirilen söz konusu araştırma sonucunda, bebek ile onun bakımını üstlenen yetişkin arasındaki yakın ve rahatlatıcı temasın, çocuğu moleküler düzeyde etkileyebildiği ve bu etkilerin dört yıl sonrasında saptanabildiği görüldü. Yapılan çalışmada, daha az kucaklanan bebeklerin hücrelerindeki moleküler profilin, yaşlarına göre az gelişmiş olduğu anlaşıldı. Bu da, söz konusu çocukların biyolojik açıdan geri kaldıklarına işaret ediyor.
UBC profesörlerinden Michael Kobor, çocuklardaki yavaşlamış epigenetik yaşlanmanın, gelişim bozukluğunun işareti olabileceğini düşündüklerini belirtiyor. Durumun çocuk gelişimi ve yetişkinlikteki sağlık durumu üzerindeki etkileri hâlâ anlaşılmayı bekliyor olmakla beraber, insanlara ilişkin elde edilen bu bulgular, kemirgenler üzerinde yapılmış olan benzer çalışmaları destekliyor.
Development and Psychopathology dergisinde yayımlanan bir makale ile sonuçları paylaşılan çalışmada, 94 sağlıklı çocuk üzerinde inceleme yapıldığı belirtiliyor. 5 haftalık bebeklerin ailelerinden, çocuğun davranışları (uyuma, yaygara koparma, ağlama ve beslenme gibi) ve ayrıca fiziksel temas içeren ilgilenme süreleri hakkında bir günlük tutmalarını isteyen araştırmacılar, bu çocuklar 4 yaşına geldiklerinde, yanak içi dokusundan alınan DNA örnekleri incelenerek gerçekleştirildi.
DNA metilasyonu adı verilen biyokimyasal modifikasyonu (kromozomun bazı parçaları, karbon ve hidrojenden oluşan küçük moleküllerle etiketlenir) inceleyen ekip, bu sayede her bir genin ne derece etkin olduğunu ve böylece hücrenin işlevlerini etkileyişini araştırdı. Metilasyonun ölçüsü ve DNA üzerinde tam olarak nerede gerçekleştiği konusunda dış koşullar etkilidir; özellikle de çocukluk çağında. Bu epigenetik şablonlar, insanlar yaşlandıkça öngörülebilir biçimde değişim de gösterir.
Bilimciler, fiziksel temas alma düzeyi yüksek olan çocuklar ile düşük olan çocuklar arasında, beş ayrı spesifik DNA bölgesinde, tutarlı metilasyon farkları belirledi. Bu bölgelerin iki tanesi, genlere karşılık geliyor: Biri bağışıklık sisteminde rol oynarken, diğeri ise metabolizma ile ilişkilendiriliyor. Ancak bu epigenetik değişikliklerin, ilerleyen dönemde çocuk gelişi ve sağlığı üzerindeki etkileri, henüz netleştirilmiş değil.
Sıkıntılı zamanları daha fazla olan ve nispeten daha az temas edilen çocukların "epigenetik yaş"larının, beklenenden daha aşağıda olduğu görüldü. Bu uyumsuzluk, yakın zamanda yapılan çeşitli çalışmalarda, sağlıksızlık ile ilişkili olarak değerlendiriliyor. Makalenin başyazarı Sarah Moore, söz konusu çocuklardaki biyolojik geri kalmanın, sağlıkları ve özellikle de psikolojik gelişimleri üzerindeki etkilerini de ilerleyen dönemde incelemeyi planladıklarını ekliyor.
Yetişkinler genellikle bebekleri, "çok küçük çocuklar" olarak görebiliyor. Fakat bebeklik dönemi ile çocukluk dönemi arasında çok önemli bazı farklar var. En önemlisi de şu: Bebeğin, gereksinimlerini belirtmek için ağlamaktan başka hiçbir iletişim seçeneği yoktur. Fakat konuşma ve hareket etme becerisi kazanmış bir çocuk için yaşına bağlı olarak, bağırıp ağlama konusunda bir tercih söz konusu olabilir. O nedenle "Ağlar ağlar susar," şeklinde bir meydan okuma, belirli yaştaki çocuklar için eğitici olabilse de, bebekler için kesinlikle öyle değildir.
Ağladığı ya da dudağını bükerek sıkıntısını belirttiği durumda, derhal güven ve sıcaklık veren bir kucakta, gereksinim duyduğu bakımın verilmesi gerekir. Aksi takdirde, beyin ve dolayısıyla bilinç gelişiminin de en önemli aşamasını oluşturan bu dönemde, minik bireyin bilinçaltında kötü izler kalabileceği zaten biliniyordu. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir çalışmada ise kucaklamanın öneminin, DNA düzeyine dek uzandığı belirlendi. Burada akılda tutulması gereken önemli noktalardan biri ise şu: Bebek kucaklanıp ilgi görürken, rahat ve endişesiz hissetmelidir; yani burada söz edilen şey, ilgi göstermek adına küçük insanı sanki bir oyuncakmışçasına kucaktan kucağa alıp-vermek olmayıp, bebeğin tanıdığı ve güvendiği birincil bakıcısı (çoğu kez bu annesi olur) tarafından incelikli ve anlamlı bir biçimde kucaklanmasıdır.
British Columbia Üniversitesi (UBC) ve BC Çocuk Hastanesi Araştırma Enstitüsü ortaklığında gerçekleştirilen söz konusu araştırma sonucunda, bebek ile onun bakımını üstlenen yetişkin arasındaki yakın ve rahatlatıcı temasın, çocuğu moleküler düzeyde etkileyebildiği ve bu etkilerin dört yıl sonrasında saptanabildiği görüldü. Yapılan çalışmada, daha az kucaklanan bebeklerin hücrelerindeki moleküler profilin, yaşlarına göre az gelişmiş olduğu anlaşıldı. Bu da, söz konusu çocukların biyolojik açıdan geri kaldıklarına işaret ediyor.
UBC profesörlerinden Michael Kobor, çocuklardaki yavaşlamış epigenetik yaşlanmanın, gelişim bozukluğunun işareti olabileceğini düşündüklerini belirtiyor. Durumun çocuk gelişimi ve yetişkinlikteki sağlık durumu üzerindeki etkileri hâlâ anlaşılmayı bekliyor olmakla beraber, insanlara ilişkin elde edilen bu bulgular, kemirgenler üzerinde yapılmış olan benzer çalışmaları destekliyor.
Development and Psychopathology dergisinde yayımlanan bir makale ile sonuçları paylaşılan çalışmada, 94 sağlıklı çocuk üzerinde inceleme yapıldığı belirtiliyor. 5 haftalık bebeklerin ailelerinden, çocuğun davranışları (uyuma, yaygara koparma, ağlama ve beslenme gibi) ve ayrıca fiziksel temas içeren ilgilenme süreleri hakkında bir günlük tutmalarını isteyen araştırmacılar, bu çocuklar 4 yaşına geldiklerinde, yanak içi dokusundan alınan DNA örnekleri incelenerek gerçekleştirildi.
DNA metilasyonu adı verilen biyokimyasal modifikasyonu (kromozomun bazı parçaları, karbon ve hidrojenden oluşan küçük moleküllerle etiketlenir) inceleyen ekip, bu sayede her bir genin ne derece etkin olduğunu ve böylece hücrenin işlevlerini etkileyişini araştırdı. Metilasyonun ölçüsü ve DNA üzerinde tam olarak nerede gerçekleştiği konusunda dış koşullar etkilidir; özellikle de çocukluk çağında. Bu epigenetik şablonlar, insanlar yaşlandıkça öngörülebilir biçimde değişim de gösterir.
Bilimciler, fiziksel temas alma düzeyi yüksek olan çocuklar ile düşük olan çocuklar arasında, beş ayrı spesifik DNA bölgesinde, tutarlı metilasyon farkları belirledi. Bu bölgelerin iki tanesi, genlere karşılık geliyor: Biri bağışıklık sisteminde rol oynarken, diğeri ise metabolizma ile ilişkilendiriliyor. Ancak bu epigenetik değişikliklerin, ilerleyen dönemde çocuk gelişi ve sağlığı üzerindeki etkileri, henüz netleştirilmiş değil.
Sıkıntılı zamanları daha fazla olan ve nispeten daha az temas edilen çocukların "epigenetik yaş"larının, beklenenden daha aşağıda olduğu görüldü. Bu uyumsuzluk, yakın zamanda yapılan çeşitli çalışmalarda, sağlıksızlık ile ilişkili olarak değerlendiriliyor. Makalenin başyazarı Sarah Moore, söz konusu çocuklardaki biyolojik geri kalmanın, sağlıkları ve özellikle de psikolojik gelişimleri üzerindeki etkilerini de ilerleyen dönemde incelemeyi planladıklarını ekliyor.
Kaynak ve İleri Okuma
- University of British Columbia. "Holding infants -- or not -- can leave traces on their genes: Amount of close and comforting contact from caregivers changes children's molecular profile." ScienceDaily. ScienceDaily, 27 November 2017. https://www.sciencedaily.com/releases/2017/11/171127094928.htm
- Sarah R. Moore, Lisa M. McEwen, Jill Quirt, Alex Morin, Sarah M. Mah, Ronald G. Barr, W. Thomas Boyce, Michael S. Kobor. Epigenetic correlates of neonatal contact in humans. Development and Psychopathology, 2017; 29 (05): 1517 ";
Etiket
Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol
Yorum Yap (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir
20 Mart 2016
Östrojen Diz Eklemine Yaramıyor
23 Nisan 2015
Yeni doğanlar da acıyı yetişkinler gibi hissediyor
13 Şubat 2015
Sirkadiyen Ritimlerin "Reset Butonu" Bulundu