Post Author Avatar
Sevkan Uzel
Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör

Bateson, H. de Vries, T.H. Hunt Morgan ve R.C. Punnet gibi erken dönem genetikçilerinin evrimsel düşünceye ne gibi katkıları olmuştur? Çoğu bilimsel kaynağa göre hiç. Evrimsel biyoloji tarihçelerinin çoğunda onlardan söz edilmez; Oxford Evrim Ansiklopedisi'ne bile çoğu dahil edilmemiştir. Evrimle ilgili olarak bahislerinin geçtiği yerlerde ise resmin bütününü göremediklerinden dem vurulur; doğal seçilimi reddedip, bir yere varmayan "mutasyoncu" alternatifi geliştirdikleri söylenir. Standart öykü, evrim hakkında açık ve mantıklı düşüncenin bir kuşak boyunca ortada olmadığı (bu döneme "Darwinizm tutulması" denir) ve neo-Darwinist Fisher, Haldane, Wright ve arkadaşları tarafından genetiğin, Darwin'in kuramındaki eksik parça olduğu gösterilerek, Modern Evrimsel Sentez'in ortaya konmasına dek sürdüğü şeklindedir.

Aslında ilk genetikçilerin evrim kuramına büyük katkıları oldu. Darwinizme yönelik eleştirilerini takiben, Mendelciler (Bateson, Punnett, Morgan vb.) genetiği doğal seçilim ile sentezleyerek, ilerleyen zamanlardaki evrimsel kuramsallaştırmanın temellerini attı. Tarihçi J. Gayon, Darwin'in kuramının 19.yüzyılda köşeye sıkıştığını, çünkü "doğal seçilim" mekanizması kavramının genetikle uyuşmadığını belirtir. Gayon, erken dönem genetikçilerinin, Mendelci bir dünyaya uyacak bir seçilim kavramı üzerinde çalışarak, sonuçta Darwin'in hayal ettiğinden farklı bir kuram ortaya koyduklarını hatırlatır. K.W. Cable’nin düşüncesine göre, bu açıdan bakıldığında, evrimin genetiksel hâline "neo-Darwinizm" deyip, Fisher ve arkadaşlarına mâl etmek yerine, "neo-Mendelizm" deyip, Bateson, Punnett, Morgan, Johannsen ve arkadaşlarına mâl etmek de aynı ölçüde tek yanlı olurdu.

Darwinizm Tutulması Nasıl Belirdi?

Darwinciliğin gerilemesi 1800’lerin sonlarında başladı. Darwin’in ortaya koyduğu şekliyle doğal seçilimin, Darwin’in olacağını iddia ettiği değişiklikleri meydana getirmek için yetersiz olduğu düşünülüyordu. Eleştirmenler özellikle doğal seçilimin yalnızca yetersiz olanları ortadan kaldırması üzerine kafa yoruyorlardı; bu, yeni ya da avantajlı özelliklerin nereden geldiğini açıklamıyordu. Nüktedan birinin söylediği gibi, doğal seçilim en güçlünün hayatta kalmasını açıklıyordu; ortaya çıkışını değil. Darwin’in doğal seçilimin azap verici bir yavaşlıkla, sadece bireyler arasındaki küçük farklılıklar aracılığıyla işlediğinde ısrar etmesi, meseleyi daha da karışık bir hâle getiriyordu. Ondan başka hiç kimse, küçük değişimlerin uzun vâdede gerçek bir fark yaratabileceğine inanmıyor, evrimin ani sıçramalarla oluştuğunu düşünüyorlardı. Darwin’in en önemli savunucularından Huxley bile Darwin’i türlerin bazen sıçramalarla ilerlediğine ikna etmeye çalıştığını, “ancak Bay Darwin’in bundan hiç hoşlanmadığını” hatırlıyordu. Darwin düşüncesinden şaşmadı; sadece son derece küçük adımları kabul ediyordu.

Doğal seçilime karşı çıkan başka savlar, Darwin’in 1882’deki ölümünden sonra güç kazandı. İstatistikçilerin gösterdiği gibi, çoğu özellik türler için bir çan eğrisi oluşturuyordu. Örneğin çoğu insan ortalama boydaydı; kısa boyluların da uzun boyluların da sayısı (çan eğrisinin iki yanının da aşağıya inişinden anlaşıldığı gibi) azdı. Hayvanlarda hız ya da zeka gibi özellikler de, çoğunluğu ortalama bireylerin meydana getirdiği çan eğrileri oluşturuyordu. Elbette avcılardan kaçamayan hantal veya düşük zekalıların doğal seçilim tarafından ayıklanacağı belliydi. Ama bilimcilerin çoğu, türün evrimi için ortalamanın değişmesi gerektiğini söylüyordu; aksi takdirde türler büyük ölçüde aynı kalırdı. Sadece en yavaşların avlanması, kaçanları birdenbire daha hızlı yapmazdı; sonuçta kalanlar yine vasat yavrular doğurmaya devam ederdi. Dahası, çoğu bilimci, az sayıdaki hızlı bireyin daha yavaşlarla çiftleştikçe, hızlılık özelliğinin seyreleceğini ve ortaya daha fazla sıradan canlı çıkacağını varsayıyordu. Bu mantığa göre, türler ortalama özelliklerde takılıp kalıyordu ve doğal seçilimin dürtmesi onları geliştirmiyordu; dolayısıyla evrim, sıçramalı olarak ilerlemeliydi.

Pangenesis’in Çürütülmesi

1830’larda Darwin, kuzeni Francis Galton’u tıp fakültesini bırakıp, matematik okumaya ikna etmişti. Darwin’in sonraki destekçileri bu tavsiyeyi muhtemelen pişmanlıkla anmıştır. Çünkü Darwin’in itibarına en önemli zararı veren Galton’un çan eğrileriyle ilgili istatistiksel çalışması ve Galton’un bu çalışmaya dayanan amansız savları oldu.

Galton, insan özelliklerinin de çan eğrileri oluşturduğunu doğrulayacak kadar veri topladı. Bu bulgu sayesinde, evrimin nasıl ilerlediğini, kendisinin kuzen Charles’den  daha iyi anladığı, küçük çeşitlenmeler ve küçük değişikliklerin kendi başlarına aslında önemli rol oynamadığı konusundaki güvenini pekiştirdi. Üstelik bu, Galton’un Darwin’e ilk köstek oluşu değildi. “Türlerin Kökeni Üzerine”yi yayımladığı günden beri, Darwin kuramında bir şeylerin eksik olduğunun farkındaydı. Doğal seçilim yoluyla evrim, canlıların olumlu özellikleri kalıtımla almasını gerektirir; ama bunun nasıl olabileceği konusunda (tanınmamış bir keşiş olan Mendel dışında) kimsenin bir fikri yoktu. Bu nedenle Darwin, son yıllarını bu süreci açıklayabilecek bir kuram oluşturmaya harcadı.

Darwin'in "pangenesis" adıyla bilinen hipotezi, her organın ve üyenin “gemül” denen mikroskopik tohumlar pompaladığını varsayıyordu. Aslında pangenesis hipotezi ilk olarak Hipokrat ve Demokritos gibi antik Yunan filozofları tarafından geliştirilmiş ve tarih boyunca pek çok farklı elde farklı farklı biçimlenerek, canlı tutulmuş bir fikirdi. Hatta Darwin'in dedesi Erasmus Darwin de 1801 tarihli "Zoonomia" kitabının üçüncü basımında kendi pangenesis versiyonuna yer vermişti. Darwin, Hipokrat'ın pangenesisinin kendi hipoteziyle "neredeyse aynı" olduğunu yazmıştı. Buffon tarafından öne sürülen benzer bir hipotez ile ilgili olarak ise Darwin şöyle diyordu: "Eğer Buffon, organik moleküllerin vücuttaki her bir ayrı bölüm tarafından oluşturulduğunu varsaymış olsaydı, onun görüşleri ile benimkiler çok benzer olurdu."

Darwin'in düşüncesine göre, gemüller canlının içinde dolaşıyor, hem doğuştan sahip olduğu hem de yaşamı boyunca edindiği özellikler hakkında bilgi taşıyordu. Gemüller, cinsiyet organlarında biriktiriliyor ve böylece yeni nesillere aktarılıyordu. Galton, tavşanlardaki gemülleri aramak için zekice bir deney tasarladığında, Darwin bu girişimi destekledi ama umutları kısa sürede yıkıldı. Galton, gemüllerin vücutta kanın içinde dolaşması gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle siyah, beyaz ve gri tavşanlar arasında kan nakli yapıp, yavruları olduğunda birkaç alacalı melez elde etmeyi umdu. Ama yıllar süren çiftleştirmelerden sonra bile hiç alacalı yavru çıkmadı. Bunun üzerine Galton, gemüllerin var olmadığını öne süren bir makale yayımladı. Normalde babacan olan Darwin, bu noktada küplere bindi. Burnundan soluyarak, gemüllerin kanda dolaştığını hiçbir zaman iddia etmediğini söyledi; yani tavşanlar arasında kan nakli yapmak hiçbir şeyi kanıtlamıyordu. Bilim tarihi hakkında yazan Sam Kean olayı şöyle değerlendiriyor: “Darwin kendini kandırıyordu: Galton bütün bu deneyleri yaparken, Darwin kanın gemüller için iyi bir araç olmadığıyla ilgili hiçbir şey söylememişti.” Galton, pangenesis ve gemüller hipotezini tek hamlede yıkmıştı.

Mendel’in Yeniden Keşfi ve “Mutasyon Dönemi” Düşüncesi

1900’lerde Mendel’in yeniden keşfi, bilimsel bir alternatif ve kısa bir süre sonra da açık bir rakip olunca Darwin karşıtlarını harekete geçirdi. Bir tarihçinin yorumuyla, her iki taraf da “şaşılacak ölçüde çirkef”ti.

1902’ye gelindiğinde, İngiliz biyolog Bateson bir doktorun insanlardaki bilinen ilk geni tanımlamasına yardım etmişti bile: Çocukların idrarını siyaha dönüştüren, endişe verici ancak hayati tehlikesi olmayan “alkaptonüri” hastalığı geni. Kısa süre sonra Bateson, Mendelcilik yerine “genetik” terimini kullanmayı önerdi.

Darwinciler ile Mendelciler Avrupa’da birbirlerine diş bilerken, kavganın bitmesine yardımcı olacak ekip Amerika’da sinek vızıltıları içinde çalışıyordu: T.H. Morgan, C. Bridges, A. Sturtevant ve ekibe sonradan katılacak olan H. Muller. Darwincilere de genetikçilere de güvenmemesine rağmen, 1900 yılında Hollanda’da H. de Vries’ı ziyaret ettikten sonra, Morgan kalıtıma merak sarmıştı ve meyve sinekleri üzerinde deneyler yapmaya başladı.

De Vries’ın Avrupa’da Darwin’inkine rakip bir ünü vardı. Bunun nedeni biraz da türlerin kökeniyle ilgili rakip bir kuram geliştirmiş olmasıydı. De Vries’ın mutasyon kuramına göre, türler ender ama yoğun “mutasyon dönemleri”nden geçiyordu. Bu kuramı, akşam sefası bitkilerinin bazılarında gözlemlediği anormal bir durum sonucunda geliştirmişti. Diğerlerinden farklı görünen bir grup akşam sefası, ortamda bulunan eski tip akşam sefalarıyla çiftleşmeyip, sadece kendi aralarında ürüyordu. Darwin evrimde sıçramaları reddetmişti, çünkü yeni bir özellik ortaya çıktıktan sonra diğer bireylerle çiftleşme sonucu seyrelirdi. De Vries’ın “mutasyon dönemi” fikri, bu itirazı bir çırpıda geçersizleştiriyordu. Pek çok özellik aynı anda ortaya çıkıp, yalnızca kendi aralarında üreyebilirdi.

Sinek Odasının Mutantları

İşte Morgan’ı sinek odasını kurmaya götüren ilginin temelinde, akşam sefalarıyla ilgili bu sonuçlar vardı. Doğal bir mutant aramaya başladılar ve sonunda Ocak 1910 tarihinde, orta boğumunda çatala benzeyen bir desen olan bir sinek fark ettiler. Mart ayında iki mutant daha ortaya çıktı. Birisinin kanatlarının altında “kıllı koltukaltları” gibi görünen pürtüklü benleri vardı. Diğerinin ise bedeni normal kehribar rengi yerine zeytin yeşiliydi. O zamana kadarki en etkileyici mutant ise Mayıs 1910’da belirdi: Gözleri kırmızı yerine beyaz olan bir sinek.

Ekip hemen beyaz gözlü erkek bireyi ayırdı ve kırmızı gözlü normal dişilerle çiftleştirmeye başladı. Sonra ikinci nesil bireyleri çeşitli çaprazlamalarla çiftleştirdiler. Sonuçlar karmaşık olsa da, Morgan’ı heyecanlandıran bir sonuç ortadaydı: Bazı kırmızı gözlü melezler çaprazlandığında, 3:1 oranında beyaz gözlü birey beliriyordu. Bu sonuç, Morgan’ın Mendel’e duyduğu önyargıyı derhal azalttı; gen kuramı saçmalıktan ibaret değildi.

Erken Dönem Genetikçilerinin Başarıları

Morgan ve ekibinin sonraki katkılarından söz etmeden önce 1902 yılına geri dönelim. O yıl William Bateson ile Edith Rebecca Saunders genetik üzerine ilk geniş çaplı çalışmayı yayımladı. Bu oldukça ileri görüşlü bir makaleydi. Büyük ölçüde kalıtımın Mendelci yasalarına odaklanmakla beraber, işin içine genetik girdiğinde evrimin nasıl işleyebileceğine ilişkin bazı önemli akıl yürütmeler içeriyordu. Çarpıcı bir örnek olarak, sonraları "Hardy-Weinberg Dengesi" olarak bilinecek olan kavramın, açık bir dille ifade edilişi gösterilebilir:

"Doğadaki böyle bir popülasyonun istatistiğini incelemek çok ilginç olacaktır. Eğer baskınlık derecesi deneysel olarak belirlenebilirse veya heterozigot fark edilirse ve ayrıca tüm biçimlerin birbirleriyle eşit özgürlük ve eşit doğurganlıkla çiftleştiklerini, allelomorflar açısından da doğal seçilim olmadığını varsayarsak, popülasyonun çeşitli bileşenlerini belli bir doğrulukla öngörmek mümkün olmalıdır. Tersine, hesaplanan sonuçtan sapmalar ise bozucu faktörlerin, seçilimin vb. etkisine ilişkin herhangi bir bilgi vermeyecektir."

Burada "yasa"yı tanımlamakla kalmayıp, bir popülasyondaki evrimin algılanma yöntemi olarak kullanışlılığını tahmin ediyorlar. Tanımı matematikselleştiren Hardy'e bunu götürdükten sonra, Bateson'un öğrencisi Punnett, ilkel biçimde de olsa Hardy-Weinberg denklemini kullanan ilk kişi oldu.

William Bateson ve Edith Rebecca Saunders

Aynı makalede, Bateson ve Saunders, Mendelizmin herhangi bir özelliğin sürekli dağılımını da nasıl açıklayabileceğini tanımlamışlardı. Bu akıl yürütmenin önemi şu: Tarihçelerde tipik olarak anlatılan şey, Mendelciler ile biyometrikçiler (istatistiksel yöntemlere dayalı çalışanlar) arasında süreksiz varyasyon ile sürekli varyasyon tartışması olduğudur. Ancak bu Mendelciler, sürekli varyasyonla ilgili herhangi bir problem yaşamıyor:

"Örneğin boy uzunluğu açısından sürekli varyasyon sergileyen bir popülasyon durumunda... Kuşkusuz bu özelliğin saf gametik formlarının sayısı ikiden fazladır; altı ya da sekiz tane olması gayet mümkündür. Herhangi ikisinin her bir heterozigot kombinasyonunun kendi uygun boyunun olacağı ve böyle bir özelliğin dış koşullarla açıkça ilişkili olacağı hatırlanırsa, boy uzunluğuna ilişkin gözlenen dağılım eğrilerinin "şans dağılımları" verdiği gerçeği şaşırtıcı olmaz ve gametlerin saflığı ile hâlâ uyuşabilir."

Yani boy uzunluğunu etkileyen çok sayıda farklı konumdaki homozigotluğun ve heterozigotluğun çeşitli kombinasyonları, beslenme gibi çevresel etkenlerin de etkisiyle sürekli bir varyasyon dağılımı üretebilir. Bu argüman, ertesi yıl W. Johannsen'in ünlü deneyiyle ve birkaç yıl sonra da H. Nilsson-Ehle ve E.M. East'in deneyleriyle doğrulandı.

Mendelcilerin Reddettikleri Tam Olarak Neydi?

Mendelciler, Fisher'ın 1918'de yayımlanan makalesinden uzun süre önce, çok sayıda genin nasıl sürekli dağılımlar üretebileceğinin farkındaydı. Onları rahatsız eden şey, doğal özelliklerin karışımları yapılmış gibi yumuşak geçişli görünen varyasyon sergilemeleri fikri değil, kalıtımsal varyasyonun gerçekten karışımının yapılması ve gerçekten yumuşak geçişli olmasıydı. Yani Karışım Hipotezi’ne karşı çıkıyorlardı, ki bu hipotezin hatalı olduğunu artık biliyoruz. Her birey genlerin farklı bir karışımıdır ama genler birbirine karışmaz; tekil varlıklarını her nesilde korurlar.

Mendelciler ayrıca Mendelizmle seçilimin bir sentezini ortaya koydular. Yaygın inanışın tersine, de Vries, Bateson, Morgan vb. figürler doğal seçilimi reddetmedi. Onlar Darwin'in karışımlı kalıtım ve varyasyonun çevre tarafından uyarımı fikirlerini reddedip, modern seçilim modellerinin temelindeki modeli yarattılar: Bir popülasyon içindeki çeşitler üzerinden seçilim. Tarihçi Gayon bu yeni formülasyonun, Darwinizm tarihindeki en önemli olay olduğunu söyler.

1) Allel Üzerinden Seçilim: Bir mutasyon (yeni bir allel) ortaya çıktığında, doğal seçilim, allelin gücüne bağlı olarak belli bir hızla ya sıklığını arttırır ya da onu popülasyondan eler. Bu Punnett tarafından ilk olarak 1912'de yayımlanmış ve kapsamlı olarak ele alınışı 1915'te kelebekler üzerine yaptığı çalışmada gerçekleşmiştir. Bu modeli gösteren tabloyu biyoloji tarihçileri iyi bilir; bunun nedeni muhtemelen W. Provine'ın 1971 tarihli kitabında yer almış olmasıdır, ki o kitapta da Punnett'in rolü minimize edilmiştir.

2) Niceliksel Özellik Üzerinden Seçilim: Çok sayıda çeşitin (şekildeki A, B ve C çeşitleri) var olduğu, yani sürekli bir varyasyon dağılımı olan bir popülasyonda, doğal seçilim bu çeşitlerin sıklığını arttırır veya azaltır. Seçilim çeşitler arasında gerçekleşir. (A azalırken, C artarsa, daha ağır bir tohum popülasyonu ortaya çıkar.)

Punnett, 1911

E. Mayr'a göre erken dönem genetikçileri, sadece bir çeşitten başka çeşite mutasyonel dönüşümler cinsinden düşünen "çeşitçiler"di.

Seçilimi ve popülasyonları anlama becerileri yoktu, çünkü "popülasyon düşünüşü" edinmemişlerdi. Cable’a göre, Mayr bütünüyle yanılıyor. Çeşitçi, büyük farklılıklara atıfta bulunur ama Punnett'in diyagramından görüldüğü üzere, bir "çeşit" basitçe genetik açıdan azıcık daha ağır bir tohum olabilir. Bunun anlamı, Punnett'in mutasyonların küçük olabileceğini düşündüğüdür ve ayrıca açıktır ki, Punnett bir popülasyon hakkında düşünmektedir.

Mendelci Seçilim ile Darwinci Seçilim Farkı

Bu modeller ile Darwin'in modeli arasındaki fark, The Journal of the History of Biology dergisinde biyologlar A. Stoltzfus ve K.W. Cable tarafından yayımlanan makalede şöyle açıklanır:

“Hem Mendelci hem de Darwinci görüş, belli bir durumdaki ata popülasyonundan, başka bir durumdaki torun popülasyona tam bir geçişe olanak tanır. Farkları, bu geçişin yarı yolundaki bir nokta hayal edildiğinde belirir: Mendelci bir dünyada, popülasyonun %50'si yeni durumdadır ve %100'ünün yarı ölçüde değiştiği bir evre yoktur. Tersine, Darwinci dünyada karışım dolayısıyla popülasyonun %100'ü yarı ölçüde değişmiştir ve %50'sinin tam olarak değiştiği bir evre yoktur. Eğer biraz rastgele gürültüye izin verirsek, değişim bir sineğin karnındaki fazladan birkaç kılla ilgili olduğunda, bu iki görüş aynı görünebilir. Fakat değişim fazladan bir çift kanatla ilgili olduğunda, hiç de aynı görünmezler. Darwinci bakış açısından bu iki durumun binlerce fenotipik geçişle ayrılması gerekir.”

Genellikle doğal seçilim kuramının şimdiki hâli doğrudan Darwin'e mâl edilir ve erken dönem genetikçilerine herhangi bir pay biçilmez. Ayrıca varlıklı ve nüfuzlu bir aileden gelen Darwin'den bağımsız olarak doğal seçilimi ortaya koyan yoksul Wallace da tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuş gibidir.  Darwin'e yayımlamayı düşündüğü kuramı ile ilgili olarak gönderdiği mektup sayesinde Darwin'in çalışmalarını duyurma kararı almasını sağlayan Wallace'ın sonraki yıllarda spiritüelizme saplanması bilimsel açıdan hayal kırıklığı yaratmış olabilir ama bu onun yaptığı bilimsel çalışmaların görmezden gelinmesini haklı çıkarmaz.

Darwin kamuoyuna yapacağı açıklamaya giden yavaş ve dikkatli yürüyüşünü planladığı gibi sürdürüyordu, ta ki 18 Haziran 1858'de bir mektup gelene kadar... Darwin, dünyanın diğer ucundaki seyahatlerini sürdüren doğabilimci Alfred Russel Wallace'tan bir mektup almıştı.
(…)
Wallace'ın mektubunu almadan evvel Darwin, çalışmasını kamuoyuna sunmadan önce birkaç yıl daha yazmayı planlıyordu. Ancak kendi kuramına çok benzer şeyler söyleyen bir bilimcinin yazdıkları avuçlarında duruyordu. Kuramlar tamamen aynı değillerdi; Wallace aynı türden bireylerin arasındaki rekabet üzerinde çok da durmamıştı. Basitçe, doğanın uygun olmayan bireyleri ıskartaya çıkardığını belirtiyordu.
(…)
Darwin, Lyell'le birlikte Linnaean Society'de kendi çalışmasını ve Wallace'ınkini aynı zamanda duyurmak üzere bir toplantı düzenledi. 30 Haziran 1858'de topluluk, Darwin'in 1844 tarihli çalışmasını, Hooker'a 1857'de yazdığı mektubun bir kısmını ve Wallace'ın mektubunu dinledi. 20 yıllık dikkatli araştırma ve ıstırap birden sona erdi. Artık dünya kararını verebilirdi.
– Carl Zimmer (Evrim, ISBN: 9786051069128)

Sinek Odası Tartışmaları

Göz rengi deneyinden elde ettikleri sonuçlar, Morgan’ın ekibini genler üzerinde düşünmeye itti. Genler neredeydi? Kromozomlarda olabilirdi belki ama sineklerde sadece 4 kromozom bulunmasına karşılık, bir sürü farklı özellik görülebiliyordu. Her özelliğe bir kromozom düşüyor olamazdı.

Morgan beyaz gözlü mutantları incelediğinde, hepsinin erkek olması dikkatini çekti. Cinsiyetin kromozomlarla ilişkisi o sıralarda biliniyordu. Ekip, beyaz göz geninin, cinsiyet geni ile aynı kromozomda olması gerektiği sonucuna vardı. Gen ve kromozom kuramlarının birleştirilmesi yönünde büyük bir adım atılmış oldu. Fakat bu birleşik kuram, şayet Morgan’ın krosing-over olayına ilişkin tahmini olmasa, bir kenara atılabilirdi. Yeni bir kalıtım modeli ortaya koyan ekip, kalıtımın işleyişine ilişkin ilk genel çerçeveyi sundu.

Elbette bu çerçevenin oluşmasını sağlayan çabaların çok azı sinek odasında gerçekleşmişti. Ama dünyanın dört bir yanında çalışan çok sayıda bilimcinin elde ettiği sonuçların bir araya getirilmesi, Morgan’ın ekibine düşmüştü. Morgan bu kuramları birleştirdiği için övülüyordu ama onları Darwinci doğal seçilimle uzlaştırmak için hiçbir şey yapmamıştı.

Bu uzlaştırma, asistanlarının çabaları ile yine sinek odasında gerçekleştirildi. Asistan Muller’ göre, Darwincilik ve Mendelcilik birbirlerini gayet güzel destekliyordu. Boğazı kuruyana kadar Morgan ile tartışan Muller, yaşça büyük bilimcinin en sonunda genler, mutasyon ve doğal seçilimin nasıl bir arada işlediğini görmesini sağladı. Morgan’ın onayı, bilim çevreleri için önemliydi. Çünkü Morgan gibi kuşkucu bir bilimciyi bile ikna edebilen bir kuramın boş olma olasılığı çok düşüktü. Böylece eldeki bilgilerin bir sentezinin yapılması için harekete geçildi.

Modern Sentez’de Mendelci Mutasyonculuktan Başka Ne Var?

Genellikle Modern Sentez'in oluşturulmasının, Darwinizmin restorasyonuyla gerçekleştiği söylenerek, Mendelcilerin sürece katkılarından pek söz edilmez. “Yoksa Fisher ve arkadaşları, Bateson ve arkadaşlarının fikirlerini alıp, onları Darwinci olarak yeniden mi etiketledi?” diyor Cable. Yani Modern Sentez aslında Mendelci-mutasyonculuğun diğer bir adı mı? Bilimsel içeriğin çoğu bakımından evet. Fisher ve arkadaşları, erken dönem genetikçileri tarafından yapılandırılmış olan kavramsal temeli alıp, bunu Darwin'e mâl etmişlerdir. Fakat sentezin bütününe bakıldığında, arada bilimsel farklılıklar da vardır. Darwinizmin bir formu, popülasyon genetiğinin nasıl işlediğine ilişkin, erken dönem Mendelcilerinin kabul etmedikleri çok spesifik bir iddiaya (gen havuzu) dayalı olarak, Modern Sentez yoluyla en nihayetinde yeniden yapılandırılmıştır.

Bu öykü, Provine'ın tarih kitabında anlatılır. Yüzeysel olarak bakıldığında, Provine tökezleyen genetikçilerin seçilim ile genetiği birleştiremeyişi hakkındaki standart hikayeyi anlatıyor gibi görünür. Ayrıntılara dikkat edildiğinde ise hem genetikçilerin seçilimi kabul ettikleri, hem de seçilim deneyleri yaptıkları görülür. Bunun anlamı, onların genetik ile seçilimi (kendi seçilim versiyonlarını) birleştirdikleridir; genetiği ve Darwinizmi değil.

Darwinizmle olan sentez, seçilimin, başlangıç limitlerini mutasyonlar olmadan, sadece varolan varyasyonun rekombinasyonuyla, epeyce geçen bir popülasyonun bazı niceliksel özelliklerinin (örneğin boy uzunluğunun) dağılımını değiştirebileceğinin gösterilmesiyle olmuştur. Bu, seçilime, Darwin'in başlangıçta atıf yaptığı yaratıcı gücü verdi: “Seçilim, varyasyonun yönlendirici ya da yaratıcı rolü olmadan yeni formlar üretebilir.” Modern Sentez işte bu öncüle dayalı olarak kuruldu.

Mendel'in başarısı, çoğu kalıtım durumunun bir tür karışım olarak gözükmesinin sebebinin, kalıtımla belirlenen özelliğin birden fazla öğe barındırmasından kaynaklandığını ortaya koymasıdır. 19.yy'ın başlarında John Dalton, suyun aslında milyarlarca sert, indirgenemez, atom denilen küçük birimlerden meydana geldiğini kanıtladı ve rakibi olan süreklilik kuramcılarını yenmiş oldu. Mendel de biyolojinin atom kuramını kanıtlamıştı. Biyolojinin atomları birçok farklı biçimde adlandırılmış olabilirler: Bu yüzyılın ilk yıllarında kullanılan isimlerin arasında faktör, gemmül, plastidul, pangen, biyofor, id ve idant vardır. Fakat sonunda elimizde kalan terim "gen" oldu.
(…)
Mendelizm biyoloji bilimini şaşkınlığa uğrattı. Evrim kuramının hiçbir olgusu, kalıtımın öbekler hâlinde olmasını gerektirmiyordu. Aslında bu fikir, Darwin'in yerleştirmeye çalıştığı her görüşün altını oyuyormuş gibi gözüküyordu. Darwin, evrimin küçük ve gelişigüzel değişikliklerin seçilime uğrayarak birikmesi olduğunu söylemişti. Eğer genler bir nesilde, saklandıkları yerden bütün olarak ortaya çıkan katı birimlerse, o halde dereceli ya da hafif değişimleri nasıl gerçekleştiriyorlardı?
(…)
1903 yılında Walter Sutton adlı Amerikalı bir genetikçi, kromozomların Mendel'in faktörleri gibi davrandıklarını fark etti: Her biri bir ebeveynden gelmek üzere çiftler hâlinde bulunuyorlardı. Amerikan genetiğinin babası olan Thomas Hunt Morgan derhal Mendelizm saflarına katıldı.
(…)
Morgan'dan hoşlanmayan Bateson, doğru yoldan çıktı ve kromozom kuramına savaş açtı. Bilim tarihi sık sık bu tür zavallı düşmanlıklarla şekillenir. Bateson belirsizliğe battıkça, Morgan genetik için üretken bir ekolün kurucusu olmak ve adını bir genetik mesafe birimine vermek (Sentimorgan: Kromozomda genlerin arasındaki mesafeyi tanımlayan birim) gibi büyük işler yapmaya devam etti. İngiltere'de, Ronald Fisher keskin matematik zekasıyla 1918'de meseleye el atana kadar Darwincilik ve Mendelcilik uzlaştırılamamıştı: Darwin'e karşı çıkmak bir yana, Mendel onu zekice haklı çıkarıyordu. Fisher, "Mendelizmin, Darwin tarafından kurulan yapının eksik yönlerini tamamladığını" söylüyordu.
– Matt Ridley (Genom – ISBN: 9786054238811)

Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir