Kendimizi Neden Gıdıklayamayız ve Gıdıklanma Neden Dayanılmazdır?
Bilimciler yıllardır, oldukça eşsiz bir eylem olan "gıdıkla(n)mak" hakkındaki merak edilenleri kesin olarak açığa kavuşturmaya çalışıyorlardı. Gıdıklama nedir? Neden rahatsız ed...
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör
Bilimciler yıllardır, oldukça eşsiz bir eylem olan "gıdıkla(n)mak" hakkındaki merak edilenleri kesin olarak açığa kavuşturmaya çalışıyorlardı. Gıdıklama nedir? Neden rahatsız edicidir? Neden gülmemize sebep olur? Bu sorulara ilişkin çok fazla teori var ancak henüz kimse tam olarak neden gıdıklandığımızı bilmiyor.
Bildiğimiz gibi iki tip gıdıklama vardır: hafif, hoş bir türde ve ağır, dayanılmaz bir türde. Hafif olan bu gıdıklama knismesis olarak bilinir. Knismesis; hafif hareketten kaynaklanan bir histir, tıpkı; birisinin parmaklarını derinizin üzerinde hafifçe gezdirmesi gibi. Bu durum birçok şeyden daha kaşındırıcıdır ve bu hareketi kendi kendinize yapabilirsiniz.
Ağır gıdıklama ise gargalesis olarak bilinir ve vücudun kolay incinir bölgelerinde (örneğin; ayaklar, karın ve koltukaltı gibi) yoğun bir hareketin neticesinde ortaya çıkar. Knismesisin aksine bu tarz bir gıdıklamayı kendi kendinize yapamazsınız.
Bir kimsenin knismesisi kendi üzerinde yapabilirken, gargalesisi neden yapamadığının sebebi tamamen bilinemiyor. Ancak şöyle izah edilebilir; knismesis daha duyusal bir his iken, gargalesis; bizim uyarana verdiğimiz içgüdüsel bir tepki olarak karakterize edilebilir.
Gıdıklanabilir olmanın; evrimsel bir uyarı (ikaz) biçimi ve savunma sisteminin bir parçası olabileceği düşünülüyor. Hafif dokunmaya verilen tepki; bize yabancı bir şeyin bize dokunuyor olduğu bilgisini verir, örneğin bir yılanın üzerinizde sürünmesi ya da bir örümceğin elinizin üzerinde yürümesi gibi. Ağır dokunuşlara verilen yoğun tepki ise biraz daha karışıktır. Eğer vücudunuzun en çok gıdıklanan yerlerini düşünürseniz; bu yerlerinizin en hassas yerleriniz olduğunu da farkedersiniz: boyun, koltuk altları, ayaklar ve karın. Gıdıklandığımızda aşırı rahatsız oluşumuz; bizi bu hassas yerlerimizi korumamız için tetikleyen evrimsel bir sistem olabilir. Gıdıklama beynimizin acıyı bekleyen kısmını aktifleştirir ve atalarımızın ebeveynleri tarafından onlara kendilerini savunmaları gerektiğini öğretmek için kullanılmış olabilir.
Evrimsel süreci göz önüne aldığımızda; hassas olarak tanımladığımız vücut bölgelerimizin -ayak tabanı, boyun, karın, koltuk altı- neden en fazla gıdıklanan yerler olduğuna dair bir fikir yürütebiliriz. Gıdıklanma hissinin evrimsel bir ikaz ve korku mekanizmasının sonucu olduğu teorisine göre; ayak tabanından gıdıklanıyor oluşumuz; atalarımızın çıplak ayakla dolaştığı çevrede ayak hizasında bulunan yılan, böcek, örümcek, akrep gibi zehirli canlıların ayakların altında kalması ve yaşam için bir tehdit oluşturmasıyla izah edilebiliyor. Dolayısıyla da ayak tabanından gıdıklanma refleksini evrimsel süreçte atalarımızdan miras almış olabiliriz. Boyun, karın ve koltukaltı için ise; aslan,kaplan gibi yırtıcı kedigillerin avlarını boyun kısmından yakaladıklarına tanık olmuşsunuzdur. Bu durum milyonlarca yıldır bu kedigiller için doğal seçilimin önemli faydalarından birisi olsa gerek değişmeden süregeldi. Atalarımız kedigiller ile aynı habitatı paylaşıyorlardı ve bu yırtıcı kedilerin avı durumundaydılar. Kedigiller atalarımıza saldırmış, boyun kısmını ısırmış ve karın ya da koltuk altlarına da pençelerini geçirmiş olabilir ve türümüz bu bölgelerde bulunan sinirlerin beyindeki korku bölgesini uyarma noktasında hassaslaşmış olabilir.
Peki, gıdıklanmak gerçekten bir tehdite verilen tepki ise; neden gülüyoruz? Hiç de komik bir durum değil çünkü.
Almanya'daki University of Tuebingen'de yapılan bir çalışmada; gıdıklamanın sebep olduğu gülmenin, komik bulunan bir durumun sebep olduğu gülmeden daha farklı bir beyin işleminin sonucu olduğu ortaya çıkarıldı. Bu durumda bize gülmenin bir eğlenceden ziyade uysallığın işareti olduğunu gösteriyor.
Gıdıklandığımızda, beynimizde; acıkma, susama ve cinsel davranış gibi en temel içgüdülerimizden sorumlu bölüm olan hipotalamus aktive olur. Hipotalamusun yanı sıra, gıdıklama; acıya sebep olan miyelinsiz sinir liflerimizi uyarır. Kendimizi gıdıklamadaki fiziksel yetersizliğimiz göz önüne alındığında, aslında uyarı sistemi teorisi daha mantıklı geliyor. Çünkü beyin yapacağımız şeyin bilgisini eylemimizden önce biliyor ve bir korku ya da tehlikenin olmadığına dair hazırlıklı halde bulunuyor. Yani beynimiz kendi hareketlerimizi bir tehdit olarak algılamıyor, dolayısıyla da beynimizdeki acı beklentisindeki kısım aktif hale gelmiyor.
Öte yandan, gıdıklama tarihte bir işkence yöntemi olarak dahi kullanılmıştır. Çin Gıdıklama İşkencesi antik çağda Çin'in Han Dynasty döneminde mahkemelerin verdiği bir ceza idi. Bu ceza genellikle soylulara verilen bir ceza idi ve ardında bir iz bırakmazdı, dolayısıyla suçlu kolayca ve hızlıca iyileşebilirdi.
Bir başka gıdıklama işkencesi ise Antik Roma'da kullanıldı. Kişinin ayakları bir tuz solüsyonuna batırılıyor ve bir keçi solüsyonu yalaması için getiriliyordu. Bu tipte bir gıdıklama işkencesi başta yalnızca basit bir gıdıklama olarak başlıyordu ancak giderek dayanılmaz bir acıya dönüşüyordu.
Biraz daha yakına geldiğimizde ise; İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından gıdıklama işkencesinin kullanıldığı biliniyor. Nazilerin, Flossenbürg toplama kampından kurtulan Heinz Heger tanık olduğu bu işkenceyi daha sonra yazdığı "The Men With The Pink Triangle" isimli kitabında şöyle anlatıyordu;
"İlk önce bir SS subayı geliyor ve kaz tüyü kullanarak kurbanın ayak tabanlarını, bacak aralarını, koltuk altlarını ve vücudundaki diğer çıplak yerleri gıdıklamaya başlıyordu. Gözleri korkuyla bir SS subayından diğerine dönerken, tutuklu başta sessiz kalmaya çalışıyordu. Sonra daha fazla dayanamıyor ve sonunda yüksek bir kahkaha atmaya başlıyordu, bu kahkaha daha sonra büyük bir acıyla ağlamaya dönüşüyordu. Yanaklarından gözyaşları süzülürken, vücudu zincire vurulmuş halde kıvranıyordu. Gıdıklama işkencesinin ardından, zincirlerini çözüyor ve sadece izliyorlardı. Genç adamın gözyaşları yanaklarına akıyor, kontrolsüzce bir duygu karmaşasının içine giriyordu."
Sonuç itibariyle; gıdıklandığımızda gülmemizin arkasında; bir acı beklentisi, korku ve endişe vardır.
Bildiğimiz gibi iki tip gıdıklama vardır: hafif, hoş bir türde ve ağır, dayanılmaz bir türde. Hafif olan bu gıdıklama knismesis olarak bilinir. Knismesis; hafif hareketten kaynaklanan bir histir, tıpkı; birisinin parmaklarını derinizin üzerinde hafifçe gezdirmesi gibi. Bu durum birçok şeyden daha kaşındırıcıdır ve bu hareketi kendi kendinize yapabilirsiniz.
Ağır gıdıklama ise gargalesis olarak bilinir ve vücudun kolay incinir bölgelerinde (örneğin; ayaklar, karın ve koltukaltı gibi) yoğun bir hareketin neticesinde ortaya çıkar. Knismesisin aksine bu tarz bir gıdıklamayı kendi kendinize yapamazsınız.
Bir kimsenin knismesisi kendi üzerinde yapabilirken, gargalesisi neden yapamadığının sebebi tamamen bilinemiyor. Ancak şöyle izah edilebilir; knismesis daha duyusal bir his iken, gargalesis; bizim uyarana verdiğimiz içgüdüsel bir tepki olarak karakterize edilebilir.
Gıdıklanabilir olmanın; evrimsel bir uyarı (ikaz) biçimi ve savunma sisteminin bir parçası olabileceği düşünülüyor. Hafif dokunmaya verilen tepki; bize yabancı bir şeyin bize dokunuyor olduğu bilgisini verir, örneğin bir yılanın üzerinizde sürünmesi ya da bir örümceğin elinizin üzerinde yürümesi gibi. Ağır dokunuşlara verilen yoğun tepki ise biraz daha karışıktır. Eğer vücudunuzun en çok gıdıklanan yerlerini düşünürseniz; bu yerlerinizin en hassas yerleriniz olduğunu da farkedersiniz: boyun, koltuk altları, ayaklar ve karın. Gıdıklandığımızda aşırı rahatsız oluşumuz; bizi bu hassas yerlerimizi korumamız için tetikleyen evrimsel bir sistem olabilir. Gıdıklama beynimizin acıyı bekleyen kısmını aktifleştirir ve atalarımızın ebeveynleri tarafından onlara kendilerini savunmaları gerektiğini öğretmek için kullanılmış olabilir.
Evrimsel süreci göz önüne aldığımızda; hassas olarak tanımladığımız vücut bölgelerimizin -ayak tabanı, boyun, karın, koltuk altı- neden en fazla gıdıklanan yerler olduğuna dair bir fikir yürütebiliriz. Gıdıklanma hissinin evrimsel bir ikaz ve korku mekanizmasının sonucu olduğu teorisine göre; ayak tabanından gıdıklanıyor oluşumuz; atalarımızın çıplak ayakla dolaştığı çevrede ayak hizasında bulunan yılan, böcek, örümcek, akrep gibi zehirli canlıların ayakların altında kalması ve yaşam için bir tehdit oluşturmasıyla izah edilebiliyor. Dolayısıyla da ayak tabanından gıdıklanma refleksini evrimsel süreçte atalarımızdan miras almış olabiliriz. Boyun, karın ve koltukaltı için ise; aslan,kaplan gibi yırtıcı kedigillerin avlarını boyun kısmından yakaladıklarına tanık olmuşsunuzdur. Bu durum milyonlarca yıldır bu kedigiller için doğal seçilimin önemli faydalarından birisi olsa gerek değişmeden süregeldi. Atalarımız kedigiller ile aynı habitatı paylaşıyorlardı ve bu yırtıcı kedilerin avı durumundaydılar. Kedigiller atalarımıza saldırmış, boyun kısmını ısırmış ve karın ya da koltuk altlarına da pençelerini geçirmiş olabilir ve türümüz bu bölgelerde bulunan sinirlerin beyindeki korku bölgesini uyarma noktasında hassaslaşmış olabilir.
Neden Gülüyoruz?
Peki, gıdıklanmak gerçekten bir tehdite verilen tepki ise; neden gülüyoruz? Hiç de komik bir durum değil çünkü.
Almanya'daki University of Tuebingen'de yapılan bir çalışmada; gıdıklamanın sebep olduğu gülmenin, komik bulunan bir durumun sebep olduğu gülmeden daha farklı bir beyin işleminin sonucu olduğu ortaya çıkarıldı. Bu durumda bize gülmenin bir eğlenceden ziyade uysallığın işareti olduğunu gösteriyor.
Gıdıklandığımızda, beynimizde; acıkma, susama ve cinsel davranış gibi en temel içgüdülerimizden sorumlu bölüm olan hipotalamus aktive olur. Hipotalamusun yanı sıra, gıdıklama; acıya sebep olan miyelinsiz sinir liflerimizi uyarır. Kendimizi gıdıklamadaki fiziksel yetersizliğimiz göz önüne alındığında, aslında uyarı sistemi teorisi daha mantıklı geliyor. Çünkü beyin yapacağımız şeyin bilgisini eylemimizden önce biliyor ve bir korku ya da tehlikenin olmadığına dair hazırlıklı halde bulunuyor. Yani beynimiz kendi hareketlerimizi bir tehdit olarak algılamıyor, dolayısıyla da beynimizdeki acı beklentisindeki kısım aktif hale gelmiyor.
Gıdıklama İşkencesi
Öte yandan, gıdıklama tarihte bir işkence yöntemi olarak dahi kullanılmıştır. Çin Gıdıklama İşkencesi antik çağda Çin'in Han Dynasty döneminde mahkemelerin verdiği bir ceza idi. Bu ceza genellikle soylulara verilen bir ceza idi ve ardında bir iz bırakmazdı, dolayısıyla suçlu kolayca ve hızlıca iyileşebilirdi.
Bir başka gıdıklama işkencesi ise Antik Roma'da kullanıldı. Kişinin ayakları bir tuz solüsyonuna batırılıyor ve bir keçi solüsyonu yalaması için getiriliyordu. Bu tipte bir gıdıklama işkencesi başta yalnızca basit bir gıdıklama olarak başlıyordu ancak giderek dayanılmaz bir acıya dönüşüyordu.
Biraz daha yakına geldiğimizde ise; İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından gıdıklama işkencesinin kullanıldığı biliniyor. Nazilerin, Flossenbürg toplama kampından kurtulan Heinz Heger tanık olduğu bu işkenceyi daha sonra yazdığı "The Men With The Pink Triangle" isimli kitabında şöyle anlatıyordu;
"İlk önce bir SS subayı geliyor ve kaz tüyü kullanarak kurbanın ayak tabanlarını, bacak aralarını, koltuk altlarını ve vücudundaki diğer çıplak yerleri gıdıklamaya başlıyordu. Gözleri korkuyla bir SS subayından diğerine dönerken, tutuklu başta sessiz kalmaya çalışıyordu. Sonra daha fazla dayanamıyor ve sonunda yüksek bir kahkaha atmaya başlıyordu, bu kahkaha daha sonra büyük bir acıyla ağlamaya dönüşüyordu. Yanaklarından gözyaşları süzülürken, vücudu zincire vurulmuş halde kıvranıyordu. Gıdıklama işkencesinin ardından, zincirlerini çözüyor ve sadece izliyorlardı. Genç adamın gözyaşları yanaklarına akıyor, kontrolsüzce bir duygu karmaşasının içine giriyordu."
Sonuç itibariyle; gıdıklandığımızda gülmemizin arkasında; bir acı beklentisi, korku ve endişe vardır.
Kaynak ve İleri Okuma
- Scientific American, "
- David Robson, "Why can’t you tickle yourself?", ";s http://www.bbc.com/future/story/20150109-why-you-cant-tickle-yourself
- http://en.wikipedia.org/wiki/Tickle_torture
Etiket
Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol
Yorum Yap (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir
22 Eylül 2019
Beyin Gerçekten de Ağrıyı Hissetmez mi?
25 Ağustos 2019
Beyin Bir Kaşıntıyı Nasıl Algılar?
16 Aralık 2017
Acı Hissini Azaltan Gen Mutasyonu
29 Nisan 2016
Çok Başlı Küfün Alışkanlıkları Duruma Göre Değişiyor
21 Ağustos 2019
Körlüğe Karşı Optik Sinirleri Uyarma Yöntemi
06 Eylül 2019
Soğuk Hissini Almamızı Bu Protein Sağlıyor
09 Nisan 2017
Sinir Gazı Nedir? Etkileri Nelerdir?