Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Narsisizm konusu asırlardır insanların kafasını karıştıran bir konu olmuştur. Fakat sosyal bilimciler, artık narsisizmin modern bir “salgın hastalık” hâline geldiğini ileri sürüyorlar. Peki narsisizm nedir? Bu denli yaygınlaşmasına ne sebep olmuştur ve yapılabilecek bir şeyler var mıdır?

Başlarken

Narsisizm terimi yaklaşık 2000 yıl önce Ovid’in “Nergisin Efsanesi”ni (Legend of Narcissus) yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Ovid bu hikâyede, güzel bir Yunan avcının bir gün bir su birikintisinde kendi silüetinin yansımasını gördüğünü ve o yansımaya aşık olduğunu anlatır. Avcı kendi yansımasına o kadar takıntılı hale gelmiştir ki, artık onu terk edemez olmuştur. Günler, aylar geçer, avcı su birikintisinin başından ayrılamaz. Öyle bir aşktır ki bu; uzanır ama dokunamaz, dokunur ama sevemez. Günden güne eriyen avcı, su birikintisinin başında ölür. Ölümünden sonra avcının yattığı yerde, boynu suya eğilmiş nergis çiçekleri büyür.

Narsisizm kavramı, “ego” ve egonun dış dünya ile ilişkisi üzerine çalışmalar yürüten psikanalist Sigmund Freud ile popüler bir hâl alır. Bu çalışma; narsisizm üzerine geliştirilen diğer birçok teori için de bir çıkış noktası olma özelliğindedir.

narsizm-nergis-bilimfilicom
Kaynak: Shutterstock

Peki Narsisizm Ne Zaman Bir Problem Hâline Gelmiştir?

Narsisizm, sağlıklı olandan patolojik olana doğru bir seyir hâlindedir. Sağlıklı narsisizm, normal insan sürecinin bir parçasıdır. Sağlıklı narsisizm; kişinin kendine dair hissettiği sağlıklı bir sevgi, gerçek başarılara dayalı özgüven, yenilgilerle başa çıkabilme yetisi ve sosyal bağlardan ihtiyaç duyulduğunda destek alınması olarak ifade edilebilir.

Fakat birey, diğer insanların hassasiyetlerini göz ardı ederken, kendine aşırı bir biçimde hayran olmaya, diğer insanların onayını beklemeye ve kendiyle fazlasıyla meşgul olmaya başladığında, narsisizm bir problem hâline gelir.

Narsistler, çevrelerine genellikle muazzam bir görüntü ya da aşırı özgüvenli bir portre çizerler. Fakat bu durum, derinlerde gizlenmiş güvensizlik duygusu ve en ufak bir eleştiriyle kırılacak çürük bir özsaygı ile kuşanmıştır. Bu karakteristiklerinden kaynaklı narsist insanlar, sürekli olarak kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için sığ ve zayıf ilişkiler içerisinde bulunurlar. Dolayısıyla da narsistik özellikler bir değer yitimine uğradığı anda, bu durum narsistik kişilik bozukluğuna yol açar. The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (Mental Bozuklukların İstatistiksel ve Tanısal Klavuzu)’da, narsistik kişilik bozukluğu şöyle tanımlanıyor; “sürekli ortaya çıkan bir muazzamlık örgüsü, hayranlık ihtiyacı ve ergenlikle başlayan ve çeşitli kortekslerde ortaya çıkan empati eksikliği.” Narsistik kişilik bozukluğu olan insanlar, en ufak eleştirilere bile takıntılı bir hâl sergiler, kendini yüksek görmeye dair aşırı bir his gösterir ve sonu gelmeyen başarı fantazileri, güç, harikuladelik, güzellik ya da ideal sevgi gibi hisleri ile kendi kendilerini yiyip dururlar.

Bozukluktan en fazla gençler ve erkekler etkilenir. Narsistik kişilik bozukluğunun tam sebepleri bilinmiyor; ancak çocuklukta uğranılan suistimal ve ihmal, bozukluğun oluşumundaki muhtemel faktörlerden olabilir.

Narsisizmin Yaygınlaşmasına Sebep Olan Şey Nedir?

Klinik olarak tanılanmış vakalarda insanların %2’si ilâ %16’sı narsistik kişilik bozukluğu gösterirken, bütün bir toplum içerisinde bozukluğa sahip insanların yüzdesi %1’den daha az bir orana sahip. Bazı araştırmalara göre, narsistik kişilik bozukluğu oldukça nadir görülen bir durum. Ancak çalışmalar, narsistik özelliklerin değerlendirilme yollarını ve örneklem büyüklüklerinin oldukça değişkenlik gösterdiği tahmininde bulunuyor. 

Bazı araştırmalara göre ise, narsisizm; sanayi devrimiyle birlikte toplumda hızlı bir yayılım gösteren “modern bir salgın hastalıktır.” Yani kapitalizmle birlikte, toplumsal olandan kişisel olana doğru bir odaklanmaya tanıklık ediyoruz. Öz-saygı değişimi için burası önemli bir dönüş noktasıydı. Hayattaki başarı için öz-saygı bir kilit olarak tanımlanmaya başlandı. Eğitimciler ve ebeveynler sürekli olarak çocuklara onların ne kadar önemli ve eşsiz olduklarını anlatmaya başlayarak öz-güven geliştirmelerine katkı sağladılar. Ebeveynler, çocuklarına zorlu işlerle başa çıkma noktasında onları daha fazla çalışmaya sevk etmek yerine, çocuklarının öz-saygılarını geliştirmeyi denediler.

Bireyciliğin gelişmesi (benlik ve derin hislere odaklanmayla) ve toplumun modernleşmesiyle sosyal normlardaki azalmayla birlikte aile ve toplum, bireylere daha önce sağladıkları desteği artık sağlayamaz duruma geldi. Ve araştırmalar, sosyal bağlara dayalı olmanın --örneğin; bulunulan topluma, aileye ve arkadaşlarla bağlılık-- sağlık açısından temel faydalar sağladığını ileri sürüyor.

Sosyal doku bozuldukça, anlamlı bağlılık için gerekli olan temel ihtiyaçları karşılamak da giderek zor bir hâl almaya başladı. Ve soru, “diğer insanlar için de en iyi olan hangisidir?”den “benim için en iyi hangisidir?” e dönüştü. Toplumdaki modernleşme; her şeyden önce zenginlik, ün ve şöhreti ödüllendirir hâle geldi.

Bütün bunlar, sosyal bağlardaki kırılmalarla birleşince de “sosyal anlamda boş benlik” ortaya çıktı.

Teknolojinin büyümesi ve Facebook, Twitter gibi oldukça popüler hâle gelen sosyal medya sitelerinin gelişmesi, boş zamanlarımızı geçirme ve iletişim biçimlerimizde değişiklikler yarattı. Bugün, dünya genelinde yaklaşık 936 milyon aktif Facebook kullanıcısı mevcut. İnternet bağımlılığı, mental sağlık araştırmalarının yeni bir alanı hâline geldi ve güncel bir enine araştırma Facebook bağımlılığının narsistik davranış ve düşük öz-saygı ile güçlü bağları olduğunu ortaya koyuyor.

Peki Ne Yapabiliriz?

Öncelikle narsistik kişilik bozukluğu tedavileri mevcut ve bu tedaviler, farmakoterapi ve psikoterapi uygulamalarını içeriyor. Öte yandan, meditasyonun da mental sağlık üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu gösterilmişti. Ancak, çeşitli tedavilerin etkinliğine dair daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyacımız var. Peki neler yapabiliriz ve mutlu bir yaşama nasıl ulaşabiliriz?

Her şeyden önce, toplumsal tahribatın ekonomi-politik boyutunun olduğu gerçekliğinden yola çıkınca, köklü değişimlere ihtiyacımızın olduğu kesin. Harvard University’den araştırmacıların yürüttüğü ve mutluluk üzerine yapılan araştırmaların en geniş örneklemine sahip (oldukça fazla sayıda insanı 75 yıl boyunca takip eden) bir çalışma; mutluluğun sırrının para ve ün sahibi olmakta olmadığını ortaya koyuyor. Bunun yerine, hayattaki en önemli şeyin ve doygunluğun en büyük belirtisinin güçlü ve destekleyici ilişkilere sahip olmak olduğunu ileri sürüyor.

Dolayısıyla her şeye, telefonunuzu elinizden bırakıp, bilgisayarınızı kapatıp bir arkadaşınızla buluşmakla başlayabilirsiniz. Belki, bu durum daha iyi hissetmenize ve öz-saygınızın güçlenmesine yol açacaktır.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir