Şu anda dünya üzerinde yaşayan insan sayısı 7,3 milyar. 2100 yılı itibariyle bu rakamın 11,2 milyara ulaşacağı öngörülüyor. Fakat bu nüfus gezegene eşitçe dağılmayacak. Avrupa ve Doğu Asya gibi en gelişmiş bölgelerde düşüş, Amerika gibi gelişmekte olan bölgelerde ise düşük artış beklenirken, dünyanın geri kalan kısmında asıl büyük artışın yaşanması bekleniyor: Yani Güney ve Batı Asya ile Afrika'nın kuzeyi ve Ortadoğu coğrafyasında.

Nüfus artışından sorumlu olan halklarda, hem bireysel hem de gezegensel bilincin düşük olmasının sonucunda hesapsız bir "çocuk dünyaya getirme" davranışı hüküm sürüyor. Dünya üzerinde yaşayan insanlar içinde yaşam kalitesi en düşük olan bu toplulukların bireyleri, çocukları için de herhangi bir yaşam standartı kaygısı gütmeyi akıllarına getirmiyor. Zaten çoğu zaman çocuk sahibi olmak konusunda özne kendileri iken, çocuk nesne durumunda oluyor: "Benim çocuğum olsun", "Ben analığı/babalığı tadayım", "Ben yaşlanınca yalnız kalmayayım", "Bana çocuğu olmuyor demesinler", "Benim soyum sürsün" gibi. Halbuki içinde bulunulan koşullarda kurulması gereken cümleler şunlar olmalı: "Çocuğuma dünya ve toplum neler vaad ediyor?", "Çocuğuma nasıl bir ana/baba olacağım?", "Çocuğumun mutlu bir yaşam kurma olasılığı, sosyal ve çevresel koşullar düşünüldüğünde nedir?"

İyimser Olmak Mümkün Değil

Gezegenin en fakir bölgelerine önümüzdeki 80 yıl içinde eklenecek olan 4 milyarlık nüfus, ne yazık ki yeni doğanların geleceğine ilişkin kötümser tahminleri destekliyor. Dünyadaki temiz su ve yiyecek kaynakları günden güne azalırken, hızla artan nüfus içerisinde rekabet giderek büyüyor. Varolan kaynaklar eşitçe bölüşülmüyor ve küçük bir zümre tarafından aslan payına el konulurken, geri kalan ufak pay için kalabalıklar birbirini ezip geçiyor. Toplumlar, kendi içlerinde rakip elemek için, çoktan gömülüp tarihe karıştığı sanılan ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi her türlü ötekileştirme fırsatını yeniden hortlatıyor.

1185074_10151815699992138_176557240_n
Nüfus artışının olumlu(!) sonuçları.
İlköğretim 7.sınıflarda okutulan
Sosyal Bilgiler dersi "Ülkemizde Nüfus"
ünitesinde bu şekilde verilmiş.

İnsan sayısı neredeyse iki katına çıkacak olan ülkelerin, en azından bu vatandaşlara yetecek kadar ev, okul, sağlık kuruluşu, iş olanağı ve tüm diğer altyapıyı aynı hızda hazırlaması gerekiyor. Elbette sözünü ettiğimiz toplumların, bu görevler için doğum hızına yetişme olasılıkları yok. Peki ne olacak o zaman? Aşırı kalabalık sınıflar, tıklım tıkışık otobüsler, kitlenen trafik ve iş bulamayan milyonlarca insan şimdiden dert olmuş durumda. Belki nüfusun yarısını sınıflardan, otobüslerden, trafikten ve iş hayatından; dolayısıyla kaynak paylaşımından çekmek ve diğer yarının kontrolüne bırakmak "akıllıca" bir fikirdir. Cinsiyete dayalı ötekileştirme de bunun için biçilmiş kaftan olsa gerek. Bu da bir kısır döngüye yol açıyor çünkü ne zaman ve kaç kez doğum yapacağı konusunda karar vermesine izin verilmeyen kadınlar, kendilerini sürekli nüfusu arttırır durumda buluyorlar. Artan nüfus ise yine "insan"ın değerinin düşmesine yol açıyor.

Dünya Ne Kadar İnsan Barındırabilir?

Bu gezegen büyümüyor ve büyümeyecek. Sürdürülebilir bir ekosisteme sahip olması çok iyi bir özellikti; fakat artık onu da yitiriyor. Nedeni elbette bu ekosistemin içindeki canlı türlerinden birinin "sürdürülebilirliği olmayan" ve "geri dönüşümsüz" katkıları. Küresel ısınma, buzulların erimesi, ormanların yok oluşu, kimyasal atıklarla zehirlenen toprak, tatlı su kaynaklarının tükenmeye yüz tutması gibi çeşitli ekosistem arızalarını, ne acıdır ki kısacık bir sürede tüm yaşamı tehdit edecek boyuta getirdik.

Londra'da bulunan Uluslararası Çevre ve Gelişim Enstitüsü'nden David Satterthwaite, meselenin insan sayısından ziyade, insanların tüketim alışkanlıkları olduğunu belirtiyor ve Gandhi'nin şu ünlü sözüne atıfta bulunuyor: "Dünya herkesin gereksinimlerini karşılamaya yeter, ancak herkesin açgözlüğünü doyurmaya yetmez." Yine de şu anda nüfus o denli hızlı artıyor ki, olası sonuçları öngörmeye yetecek veriye sahip değiliz. Acaba Gandhi o sözü ederken 10 milyarın üzerinde bir sayıyı da kapsayacak şekilde mi konuşmuştu? Belki de ancak söz konusu gereksinimleri azaltarak ve sayı arttıkça azaltmaya devam ederek, bu küreye sığmayı başarabileceğiz. Kaynak pastasından aslan payı alanların gezegen üzerinde "kapattıkları arazi"yi paylaşmaya ne kadar yanaşacaklarını düşünürsek, muhtemelen gereksinimlerini azaltmak durumunda olanların kimler olacağını öngörebiliriz.

Ek: Amerikan Doğal Tarih Müzesi tarafından hazırlanan aşağıdaki animasyonda, MÖ 100.000'den günümüze kadar insan nüfusunda oluşan değişimler canlandırılmış. Gezegendeki insan sayısının 1 milyara ulaşması 200.000 yıl almışken, 7 milyara ulaşmasının sadece bunu izleyen 200 yıl içinde gerçekleşmiş olması oldukça düşündürücü.

Darwin, karakteristik özelliklerin bir nesilden diğerine nasıl aktarıldığını ve bu özelliklerin aktarımı sırasında nasıl değiştiklerine dair bulguları arıyordu. Bahçıvanlara, hayvanat bahçesi bakıcılarına ve güvercin meraklılarına sorular soruyordu. Berberiyle köpeklerin üretilmesine dair sohbetler yapıyordu. Her ne kadar türlerin değişmez olmadığına dair bulguları görüyor olsa da, hâlâ bir türün nasıl olup da yeni bir forma dönüştüğünü bilemiyordu.

(...)

Aradığını, insanlığın zorunlu gereksinimleriyle ilgili sıkıcı bir kitapta buldu. 1798'de, taşrada papazlık yapan Thomas Malthus, “Nüfusun İlkeleri Üzerine Bir Çalışma” adlı bir kitap yazmıştı. Kitapta, bir ülkenin nüfusunun açlık ve hastalıklardan etkilenmediği takdirde, belli bir zaman içinde büyük bir artış sürecine gireceğine işaret ediliyordu. Eğer her çift 4 çocuk yaparsa, nüfus 25 yılda kolaylıkla ikiye katlanır ve ikiye katlanmaya devam ederdi. Bu ivmeli büyüme 3, 4, 5 kat gibi aritmetik bir artışla değil; 4, 8, 16 kat gibi geometrik bir artışla gerçekleşirdi. Malthus, bir ülkenin nüfusunun bu şekilde patlaması hâlinde, besin kaynaklarının bu artışa cevap veremeyeceğini söylüyordu. Yeni toprakların tarıma kazandırılması veya verimliliği artıracak tedbirler alınması, daha fazla hasat yapılmasını sağlayabilirdi. Ancak bu yapılanlar besin kaynaklarında geometrik değil, yalnızca aritmetik bir artış yaratırdı. Yani kontrolsüz nüfus artışı, kaçınılmaz olarak beraberinde kıtlık ve sefalet getiriyordu.

Malthus'a göre, insanlığın böylesine bir açlık içinde olmamasının nedeni, veba gibi hastalıkların, çocuk ölümlerinin ve orta yaşlarda evlenme gibi faktörlerin sürekli olarak nüfus artışının aleyhinde yarattığı etkiydi ve bu faktörlerin, hayvan ve bitkiler üzerinde de etkili olduğunu söylüyordu. Eğer sinek yumurtalarını engelleyen faktörler olmasaydı, dünya kısa sürede dizlerimize kadar sinekle dolardı. Bunun olmaması için çoğu sinek üreyemeden ölmeliydi. Darwin, evrimi ileri götürecek mekanizmayı Malthus'un bu karamsar çalışmasında buldu. Çoğalabilme şansına erişen bireyler yalnızca şanslı olarak tanımlanamazdı. Bazı bireylerin belirli koşullar altında hayatta kalabilme özellikleri, diğerlerine göre daha gelişkin olmalıydı. Daha büyük, daha ince gagalı veya daha kalın kürklü olabilirlerdi. Bu özelliklerle doğan bireylerin üreme ve döl verme şansı, türlerindeki zayıf bireylere göre daha fazlaydı. Bir sonraki nesli oluşturacak özellikler anne ve babadan geldiği için, kuvvetli özellikler yavrulara aktarılabilecekti.
- Carl Zimmer (Evrim, ISBN: 9786051069128)
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir