Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

”Bunu yemelisin." "Bundan uzak durmalısın."

Yiyecek seçimlerimizin çoğunluğu basit bir ikilem üzerine şekillenir. Neyi yememiz ve neyi yemememiz gerektiği konusunda ise gerek sosyal medyada, gerekse diğer internet sayfalarında bolca "uzman önerilerine" maruz kalırız. Karbonhidrat yoğunluklu bir diyet mi yoksa karbonhidrat miktarı düşük bir diyet mi? Tahıl mı yoksa glutensiz yiyecekler mi? Et mi yoksa veganlık mı?

İkili bir seçim gibi gözükse de, yine de ne yememiz gerektiğine dair kararlar karmaşık bir meseledir. Neticede, sağlığımız için en iyi olanın ya da fizyolojimize doğal olarak neyin uygun olabileceğini belirlemek basit bir durum değildir. Kültürel gelenekler, etik kaygılar, cinsiyet, yaşam evresi ve genel sağlık durumu, coğrafik konum, ekonomi, aile ve kişisel tercihler vs. hemen her şey, seçimlerimizde bir rol sahibidir.

İnsanların karşı karşıya kaldığı en kafa karıştırıcı seçimlerden birisi de et yemek ya da yememek üzerinedir ve tartışmanın her iki cephesinin de son derece güçlü argümanları vardır. Peki, doğal olan nedir? Atalarımız, türümüzün milyonlarca yıldır en hayati stratejilerinden birisi olan et yeme ve paylaşma ile birer süper avcı olarak evrimleşmiştir. Peki, biz bugün gerçekten et yeme konusunda bir seçime sahip miyiz?

Yenilmesi Gerekenler Ve Yenilmemesi Gerekenler

Yemeğe dair seçimlerimiz söz konusu olduğunda, hemen her yerdeki etkin kuvvetlerden birisi kültürdür. Avcı-toplayıcıdan tutun da bizim gibi post-endüstriyellere kadar, bütün insan topluluklarının, yemek tercihleri, sınırlandırmaları ve tabuları söz konusudur.

Sağlığımız için kötü olsalar bile, bazı yiyecekleri yemeye devam ederiz çünkü tatları güzeldir. Kaçındığımız diğer şeyler için ise, sağlıklı olmadıklarına dair iddialarımız mevcuttur, belki de basitçe onları lezzetli ya da yenilebilir bulmadık. Esasında bazen, yiyeceklere dair tabular oluşmasının iyi bir nedeni de vardır. Örneğin, önemli bir kaynağın aşırı kullanımını önlemek ya da yaşamın önemli bir bölümünde gıda zehirlenmesi riskini azaltmak gibi. Fakat, sıklıkla diyet tercihleri ve kültürel örgülere dayanan davranışlar görüyoruz. Örneğin, olumsuz sağlık sonuçlarını ortaya çıkaracak uygulamalar olmasına rağmen, kadınlar, menstrüal döngüleri sırasında sıklıkla diyetlerinde değişiklik yapar. Bunun dışında, şeker gibi beyindeki ödül mekanizmasını aktifleştiren ve potansiyel olarak bağımlılık ortaya çıkaran belirli besin maddeleri de vardır. İnternet ortamındaki diyet önerilerinin büyük bir kısmı bir anlam ifade edebilir, ancak önemli bir kısmı da yanıltıcıdır ve herhangi temele dayandırılmadan önerilmektedir.

"Kâse Dolusu" Saçmalık

Görüşlerini çevrimiçi yayınlayabilme kolaylığı, yalnızca saçmalık olarak tanımlanabilecek bir diyet tavsiyesi bolluğuna yol açmıştır. Harry Frankfurt, "Boktanlık Üzerine" isimli kitabında bu saçmalıkları (boktanlıkları), bir şey biliyormuş gibi davranıp aslında çok az şey bilen insanlar tarafından savunulan ifadeler olarak tanımlar.

İnternet ortamında kendisine bolca yer bulan bu tavsiyeler, hem insanları yanıltıyor hem de bilimsel otoriteye karşı derin bir güvensizliği körüklüyor. İnternet ortamındaki saçmalıkların en güzel örneklerinden birisi de; biz insanların et yemek için evrimleşip evrimleşmediğimiz üzerine yürütülen et yeme ya da yememe tartışmasıdır. Bu tartışmalar, besin seçim davranışının karmaşık gerçekliğindeki bütün kavrayışını büyük oranda kaybetmişir. Çoğu zaman insanlar, sahte-bilim zırvalarını kullanarak evrimsel tarihimizi yeniden yazmaya çalışır.

Vejetaryenlik yanlısı ya da veganlığa terfi etmiş bazı websiteleri, sıklıkla insanların otçul olmak üzere evrimleştiğini dolayısıyla et yememeleri gerektiği konusunda yanlış iddialar ortaya atıp durur. Bu iddiaların ve tartışmalarının özü, çoğunlukla, vegan hekim Milton R. Mills'in etkili ama sahte bilimsel görüşlerine dayanır. Hatta bazı vegan siteleri, et karşıtı bu iddialarını antropolojiyle de desteklemeye çalışır. Öte yandan, "et yemeliyiz" kampı için de piru pak diyemeyiz. İlginç bir biçimde, sosyal antropologlar, etin birçok kültürde gıda tabularına maruz kalan tek gıda olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla, ete dair düşüncelerimizin çeşitliliğini belirleyen daha derin bir köken (belki genetik?) olabilir.

İnsanlar Süper Avcılar Olarak Evrimleşmiştir

Vejetaryen ve vegenların en militanlarının düşünmek istediği ne olursa olsun, insanların avcı-apeler olarak evrimleştiğini gösteren oldukça fazla bilimsel delil vardır. Atalarımız son derece yetenekli avcılardı ve et geniş ölçüde tüketilen, oldukça önemli bir ödüldü. Avcı-toplayıcıların ne kadar et tükettiği açısından önemli farklılıklar görüldü, ancak bunların hiçbirisi vegan değildi. Bu gibi diyetler zaten onlar için uygun seçenekler olmazdı.

Ekolojik ve yaşam stratejimiz, büyük memeliler ve balıklar gibi kazanılması ve yakalaması zor gıdaları edinip paylaşmak üzere evrimleşti. Biz insanlar, değerlerimizden ve dünyaya dair fikirlerimizden tutun da, toplumsal ilişkilere, besini yakalamak ve işlemek için kullandığımız yöntem ve araçlara kadar büyük ölçüde kültüre dayanırız.

Besini elde etmek ve işlemek için kullanılan taş araç ve gereçlerin ilk örnekleri yaklaşık 3.3 milyon yıl öncesine aittir ve Afrika'da bulunmuştur. Aynı dönemlere ait doğranmış ve iliği çekilmiş kemikler, açıkça ilk insanların büyük memelileri besin olarak avladığına işaret ediyor. Öte yandan, ateş, muhtemelen yaklaşık 1.6 milyon yıl önce --belki daha da erken-- kısa süre de olsa bu amaçla kullanılmışa benziyor, fakat en az 400.000 yıl önceden beri modern insan öncesinin düzenli bir aracı haline gelmiştir.

Pişirmek, hem eti hem de karbonhidratlı yiyecekleri daha lezzetli ve sindirilebilir yapmada önemli bir rol oynamıştır. Bu yöntem, atalarımıza son derece önemli bir hayatta kalma stratejisi sunmuştur. Besinleri pişirmek, özellikle de eti pişirmek, büyük beyinlerimizin evrimine bile katkıda bulunmuş olabilir.

Koşuyu ve Sürek Avını Sürdürme Dayanıklılığı

Günün en sıcak zamanlarında bile koşmaya adapte olmuş, sürek avı yapabilen tek primat türü insandır. Bu aynı zamanda, türümüz de dahil olmak üzere Homo cinsine ait türler arasında evrensel bir örgü gibi görünüyor.

Organların dengesi --vestibuler sistemimiz--, kafamızı sabit tutmaya yardımcı olacak şekilde dizayn olmuştur, çünkü koşma anında kafamız öne doğru eğimli olma eğilimindedir. İnsanlarda, kafa tasımızın kökü omurgamıza enseden bağlıdır ve bu durum koşarken kafamızı dengede tutmamıza yardımcı olur. Uzun alt eklemlere, dar bir vücuda ve pelvise sahibiz. Göğüs kafesimiz, şempanzelerdeki gibi şişkin bir karınla birlikte bir huni şeklinden ziyade bir fıçı şeklindedir.

Omuz kaslarımız, boyun kaslarımızla olan bağını kesmiştir çünkü onları artık tırmanmak için kullanmıyoruz. Bu anatomik düzen de, koşma sırasında kafamızın rotasyonunu azaltma ve bacakların dengesini sağlama ihtiyacımıza yardımcı olur. Bununla birlikte alt eklemlerimizdeki çoğu kas ve tendonlarımız (gluteus maximus, ilyotibyal tract ve Aşil tendon) da koşmaya adapte olmuştur. Büyük ayak bileği kemiklerimiz, ayağımızın iki yönündeki kemerler ve ayaklarımızdaki bağ dokular, koşma sırasındaki enerjiyi "emerek" parmak ucundan dışarı atmamızı sağlar. Ayak baş parmağımız, kavrama yetisini kaybederek diğer parmaklarımızla aynı hizaya gelmiştir.

İnsanlar, kısa ve seyrek vücut kıllarına ve günde 12 litreye kadar su üreterek hipertermiyi engellemeye yarayan 5 ila 12 milyon arasında değişiklik gösteren ekrin ter bezine sahiptir. Günün sıcak zamanlarında aktif olan ve uzun mesafeler koşabilen diğer Afrika memelileri ise yalnızca; köpekler ve sırtlanlardır.

Ayrıca, türümüz aynı zamanda da pigmentli bir cilde sahiptir. (Yüksek enlemde yaşayan insanlar, deri rengini son zamanlarda kaybetmiştir.) Pigmentasyon, derimizin dış katmanlarını güneşin zararlı ışınlarından korur ve cilt kanserine yakalanmamıza engel olur. Bu yüzden, kısa ve seyrek bir vücut kılı organizasyonuna sahip ve günün sıcak zamanlarında aktif olan bir memeli için pigmentasyon son derece hayatidir.

Bütün bunlar avlandığımıza, özellikle de sürek avı şeklinde avlandığımıza işaret ediyor. Yaklaşık 60.000 yıl önce, ok ve yay gibi silahların icadından önce sürek avı atalarımızda oldukça yaygındı.

David Attenborough'un Life of Mammals serisi sürek avına dair oldukça güzel görüntüler sunuyor. Göz atmanızı öneririz.

Bağırsak Yapımız

Anatomik olarak etçillere benzemediğimizi ileri sürerek et yememeliyiz önerisinde bulunmak, evrimin nasıl işlediğine dair derin yanılgıların olduğunu gösterir.

İnsanlar ve köpekler ve sırtlanlar gibi etçiller, son derece farklı memeli türleridir ve evrim ağacında yaklaşık 100 milyon yıl önce ayrılmışlardır.

Bizler primatız ve temel vücut planımız genetik olarak primat mirasımız tarafından sınırlandırılmıştır. Bir primatı, yalnızca 3 milyon yıl içerisinde bir kurda dönüştüremezsiniz. Bugün ne yediğimizden bağımsız olarak, hepimiz bitkilerle beslenen apelerden evrimleştik.

Ayrıca, insanlar sadece etten çok daha fazlasını yiyor ve dengeli bir diyet için geniş bir yelpazede gıdalara ihtiyaç duyduğu son derece barizdir. Örneğin, hiçbir ape vücudunda C vitamini sentezleyemez, dolayısıyla bu besin içeriği bitkisel kaynaklardan sağlanmak durumundadır.

Öte yandan, insan bağırsak biçimi, birkaç önemli açıdan diğer maymunlardan oldukça farklıdır: Birincisi, vücudumuzun büyüklüğü göz önüne alındığında küçük bir bağırsağa sahibiz. İkincisi, bağırsaklarımızın büyük bir kısmını ince bağırsağımız oluştururken, diğer apelerde büyük bir kısım kalın bağırsaktan oluşur. Daha büyük bir ince bağırsak şu anlama gelir; besinlerin büyük çoğunluğunun emilimi burada gerçekleşir ve böylelikle et ve nişastalı besinler gibi yüksek kaliteli besin içeriğine sahip kaynaklardan maksimum eldeyi ince bağırsağımızda sağlarız. Diğer apelerde olduğu gibi büyük bir kalın bağırsak ise, büyük oranda bitkisel temelli (besinlerin %87-99'u gibi) diyetleriyle ve onları fermente etme ihtiyaçlarıyla uyum içerisindedir. İnsanlar, basitçe şempanzelerde, gorillerde, orangutanlarda ya da şebek maymunlarında gözlemlediğimiz bir diyet tipiyle hayatta kalamaz.

Et yememe önerisine dair bir diğer rahatsız edici delil ise tenya üzerinedir. Dünya üzerinde her yıl milyonlarca insan, çiğ ya da az pişmiş et yeme sonucu tenya bulaşına maruz kalır. Et yememelisiniz önerisinde bulunanların iddialarına göre; insana bulaşmamış olsaydı, bugün gördüğümüz en az dört tenya türü üreyememiş olacaktı. Bu tenyalar için, insanlar kusursuz birer konaktır. İnsan dışında bu tenyaların kusursuz birer konağı olan diğer memeliler ise aslanlar ve sırtlanlar gibi etçillerdir. Moleküler saatler insan tenyalarının atalarımızın avlanmaya başladığı dönemlerde evrimleştiğini ortaya koyuyor.

Et yememeye dair oldukça yaygın evrimsel yanılgıları olan iki insan özelliğine daha değinmemizde fayda var.

Dişlerimiz. İnsan dişleri, büyüklük, şekil ve sayı bakımından diğer apelerinkine oldukça benzerdir. Bütün apeler ve eski dünya maymunları 32 adet dişe sahiptir. Fakat burada önemli bir farklılık söz konusudur: Biz insanların küçük köpek dişleri vardır. Apelerin köpek dişleri, avını yakalma ya da besini çiğnemek için kullanılmaz. Bunun yerine, köpek dişleri daha çok görüntü içindir ve sosyal hiyerarşi içerisinde erkeklerin baskın olma ya da eş bulma kavgalarında görüntü olarak kullanılır. Küçük bir köpek dişi, insan evriminin ilk 5 milyon yıllık evriminden sonraki bir aşamada evrimleşmiş ve atalarımızın sosyal yapısında ve eşleşme davranışlarında bir değişimi temsil etmiştir.

Bu durum bize, erkek erkeğe çatışmaların azaldığını --çünkü erkekler, dişilerle ve diğer erkeklerle yiyeceklerini bölüşmüş olabilir. Hatta, erkekler ve dişiler bu dönemde tek eşli hale gelmiş bile olabilir.

Son olarak, insanlar pençe yerine tırnaklara sahiptir, çünkü bizler primatız. Hiçbir primatın pençesi yoktur. Yani, pençelerimizin olmayışının, et yemememiz gerektiğini gösterdiğini iddia etmek, biyoloji konusunda ciddi bir eksiklik olduğunu gösterir.

Bunun yanı sıra, ilk insan avcılar, avlanmak için kaslarını değil büyük beyinlerini, araç-gereçleri, çevrelerini kavrama yetilerini ve işbirliği yapma eğilimlerini kullanmıştır.

Bilinçli Seçimlerde Bulunmak

Öncelikle, evrimsel geçmişimizi bir kader gibi ele almak ve kavramak tehlikelidir. Bizler artık avcı-toplayıcı canlılar değiliz ve yaşam biçimimiz, atalarımızınkinden neredeyse tamamen uzaklaşmıştır. Bir tür olarak, değişen koşullara her zaman adapte olabilmeli ve sağlığımızı destekleyen diyetler bulmalıyız. Et yemeyi seçip-seçmemek yalnızca biyolojiye ait bir konu değildir. Bu seçimler, yalnızca ikili seçimler değildir, son derece karmaşık kültürel, sosyal, etik, sağlık, kişisel ve ekonomik etkenleri de içerir.

Bugün, milyonlarca insan --ister bir seçim olarak ister başka nedenlerle olsun-- çok az et içeren ya da hiç içermeyen diyetlerle hayatta kalıyor. Bu açıdan bakınca, vejetaryenlik ya da veganlık biçimsel olarak diğer kültürel diyet seçimlerine benzerdir. Dolayısıyla bu seçimler, hem anlaşılmalı hem de saygı ile karşılanmalıdır. Evrimsel geçmişimizi, bu noktada destekleyici ya da dışlayıcı bir perspektifle ele alamayız.

Sonuç olarak, bu yazının derdi, vejetaryenler, veganlar ya da hayvan eti yemeyi tercih eden insanlarla değildir. Et tüketimine dair hangi seçimde bulunulursa bulunulsun, bu tercihlerini haklı çıkarmada sahte-bilimi araç edinen insanların neden olduğu yanılgıların toplumda kendine yer bulmaya başlaması tehlikeli olandır. Sahte bilime başvuranlar; bilimin kalbi diyebileceğimiz delilleri ve gerçekleri kişisel, siyasi veya mali kazanç için çarpıtmaya devam ediyorlar.

Kendi kendisini "uzman" tayin eden bu insanlar, geçmişin kendilerine uygun versiyonunu yaratmak için sahte bilime ve düz saçmalıklara kasıtlı olarak başvurarak toplumu aldatmayı kendilerine amaç edinmiş durumdadır.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir