Dik yürüyüşün türümüze getirdiği özgüllükler.
Türümüz Homo sapiens memeli sınıfındaki primat takımının 250 civarındaki türünden biri olarak diğer türlerle pek çok ortak özelliği paylaşır. Üç boyutlu görüşten hareket açısı daha yüksek uzuvlara, çift meme başı sahibi olmaktan tek seferde 1 ya da 2 yavru doğurmaya kadar pek çok ortak özelliği paylaşıyoruz. Bunun yanında diğer tüm türler gibi biz de sadece bize ait özgül özelliklere sahibiz. Bu özelliklerden zorunlu ve sürekli dik yürüyüş biyolojik açıdan en temel farklılıklardandır.
Yer değiştirme biçimi ve anatomik farklılıklar açısından insan diğer primat türleri arasında dik duruşu ile hemen sırıtır. Primatların pek çok türü iki ayak üzerine kalkabilir ve kısmen hareket edebilir, bizi özgün kılan ise tüm yer değiştirme hareketini dik yürüyüşle gerçekleştirmemiz ve dört ayak üzerinde hareketimizin artık mümkün olmamasıdır. Basit bir farklılık gibi gözükse de çoğu anatomik, hatta kültürel ve sosyal farklılaşmalarımız bile bu özellikten köken alıyor olabilir. S. J. Gould bu durumu ‘İnsanı insan yapan dik duruşudur.’ cümlesiyle özetler. Bu iddialı savın dayanaklarına, dik yürüyüşün ne tür farklılıklar getirdiğine bakalım.
Yürümek deyince ilk akla gelen ayaklardır, fosil kanıtları dik yürüyüşe geçişimize paralel olarak milyonlarca yıl içinde ayak tabanının nasıl düzleştiğini göstermektedir. Ayaklarımız artık çoğunu aktif olarak kullanmasak da ellerimizle birebir aynı kaslara, kemiklere sahiptir. Eğer ayak parmaklarınızı hareket ettirirseniz ellerinizden farklı olarak sadece başparmağınızı tek başına ve diğer dört parmağınızı ise sadece birlikte hareket ettirebileceğinizi göreceksiniz. Ayak parmaklarımız diğer yakın akrabalarımızdaki gibi dalları tutmak üzere evrimleşmiş haliyle kalmış ve ellerimizdeki gibi serbest parmaklar evrimleşmemiştir. Bu bize özgüdür.
Vücudumuzda yukarıya çıkıp pelvisimize yani kalça kemiklerimize bakalım. Pelvisimiz diğer türlere göre daha dardır ve iki ayak üzerindeki dengemiz için çok önemlidir. Ne yazık ki bu değişim türümüzün dişilerinin kâbuslarından birine de sebep olmuştur, en yakın akrabalarımız şempanze ve bonobolarda doğum basit ve acısız gerçekleşirken daralan pelvis nedeniyle insana özgü doğum acılarını beraberinde getirir.
Gövdemizin ağırlığını pelvisimize ve dolayısıyla bacaklarımıza aktaran omurgamız da bu köklü değişimden nasibini almıştır. Diğer primatlara göre daha fazla ağırlık taşımak zorunda kalan omurgamız düz değil S harfine benzer bir yapıya evrimleşmiştir. Bu, ağırlığın gövdedeki diğer dokulara dağıtılmasını sağlar. Omurgayı oluşturan 33 omur ise daha geniş ve yassı biçimdedir. Ancak bunlara karşın yine ağırlık fazladır ve üç insandan birinde gözlenen fıtık hastalığı dik duruşumuzun başka bir kötü mirasıdır.
Omurganın üstünde ise boynumuz gövdemizi taşır, yatay duran yakın akrabalarımızda kafa ağırlığını taşımak için daha fazla kas gerekmektedir, dik yürüyüşümüz sayesinde ise bizler ağırlığı doğrudan omurgaya aktarabiliriz. Dik duruşa geçen atalarımızda güçlü boyun kaslarına ihtiyacın ortadan kalkması bu kaslarımızın küçülmesine sebep oldu. Bu körelmenin insan türlerinin tarihindeki etkisi oldukça büyük çünkü azalan kas hacmi beynimizin hacminin artması için olanak tanıyan faktörlerden birisidir.
Son olarak ise “Dünya’yı yaratan ellerimize” bakalım. Dik yürüyüşün evrimsel olarak avantajlı olmasının en önemli sebebi (pek çok farklı hipotez de mevcuttur) ellerimizi sürekli ve serbestçe kullanabilmemizdir. Çocuk ve yiyecek taşımanın yanı sıra en önemli etkisi alet kullanımına imkân tanımasıdır. Ellerimiz anatomik olarak da değişmiştir. Parmaklar serbestçe hareket eder hale gelmiş, başparmak bileğe çekilerek ve uzayarak karmaşık alet kullanımlarını mümkün kılmıştır. Alet kullanımı ve beynin gelişimi arasındaki diyalektik, insanın kendi nişini inşa etmesi, kavramsal düşünceye ve gelişmiş bir kültüre sahip olması bu sayfaya sığmayacak ayrı yazıların konusudur.Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol