Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Son zamanların en büyük kültürel kaymalardan birisini yalan haberlerin yükselişi oluşturuyor. Ardında herhangi bir delil ya da kanıt barındırmayan çokça iddia (dünya düzdür gibi), bilimsel anlamda delillerle desteklenmiş pek çok gerçek (iklim değişimi gibi) ile yarıştırılır duruma getirildi.

Aydınlanma karşıtı hareket olarak nitelendirilen bu "trend"e dair kimin veya neyin suçlanması gerektiği konusunda ise fazlasıya belirsizlik söz konusu. Peki insanların bilimsel gerçekleri reddetmelerine neden olabilen bu iddiaların ortaya atılma gerekçeleri ne olabilir? Bir grup psikolog bu duruma dair bazı kilit nedenleri belirlemeyi başardı ve durumun kişilerin ne kadar eğitimli oldukları ya da zekâ düzeyleriyle alakalı olmadığı görüldü. Esasen, araştırmacılar, iklim değişimi, aşı güvenliği ve evrim gibi bilimsel fikir birliğinin olduğu konuları reddeden insanların genellikle en az iyi eğitimli insanların bilime gösterdiği ilgi kadar ilgi gösterdiğini ileri sürüyorlar.

Sorun ise şu; konu, gerçekler olduğunda, insanlar, bir bilimciden ziyade daha çok bir avukat gibi düşünüyorlar. Yani, hali hazırda doğru olduğuna inandıkları şeyleri destekleyecek veri arayışına girişiyorlar. Bu yüzden birisi, evrimin gerçek olmadığını düşünüyorsa, bu kişi evrimin bir gerçek olduğu sonucunu ortaya koyan binlerce araştırmayı reddecektir, fakat, evrime dair şüpheyle yaklaşan ve belki bilim camiasında oldukça tartışılan bir tane çalışma bulursa bütün dayanağını burası yapacaktır. Bu durum aynı zamanda da bilişsel ön yargı olarak bilinir.

University of Oregon'dan araştırmacılar; insanların, gerçeklerden kaçmalarının bir sebebinin; dini inanışlarını, politik inanışlarını ve hatta basit kişisel inanışlarını bile içeren bütün inanç türlerini korumak maksadı taşıdığını ileri sürüyor. Yani, Evrim Teorisi'ne şüphe ile yaklaşan insanların, bu yaklaşımlarının teorinin dini inançlarını sarsması gerçekliğine dayandığını söyleyebiliyoruz.

İnsanlar, gerçekleri, eğer ki kendi düşüncelerini destekliyorsa daha çok geçerli görme eğilimindedir. Fakat, gerçekler düşüncelerine ya da inançlarına karşı geliyorsa, bu gerçekleri yalnızca reddetmekle kalmazlar aynı zamanda da bu gerçeklerin geçerli olmadığını iddia etme yolunu seçerler.

Bu sonuç, bir dizi röportaja ve konu ile alakalı yapılan meta-analiz çalışmalarına dayanıyor. Sonuçlar, San Antonio'daki  Society for Personality and Social Psychology'nin yıllık sempozyumunda sunuldu. Araştırmacılar, çalışmalarını henüz yayınlamadılar, fakat sonuçlar, belirli bir konu üzerinde basitçe delillere ve verilere odaklanmanın bir kişinin düşüncesini değiştirmek için yeterli olmadığını, hatta kişinin kendi "gerçeklerini" karşı atak olarak sunma eğilimini ortaya çıkardığını gösteriyor. Ancak ne var ki; iklim değişiminden tutun da, nükleer enerji güvenliğine ve silah kontrol yasalarına kadar toplumsal riskler söz konusu olduğunda her iki taraf da (bilimsel gerçekleri kabul eden ve bilimsel gerçekleri reddeden) bilimin rafına başvurabiliyor.

Peki bilime dair bu reddedişin nedeni nedir? Sorunun büyük bir kısmı, insanların bilimsel sonuçları politik ya da sosyal yargılarından yola çıkarak değerlendirmesinden kaynaklanıyor.

Yale University'den araştırmacıların yürüttüğü bir çalışmada, söz konusu bilim olduğunda insanların daima kendi inanışlarına uygun gerçekleri seçmelerinin aslında yeni bir şey olmadığı ortaya konuluyor. Fakat bu durum, geçmişte pek bir problem teşkil etmemiş, çünkü bilimsel bulgular politik ve kültürel liderler tarafından genellikle kabul görmüştür. Araştırmacılara göre, şimdi ise, bilimsel gerçekler kültürel üstünlük için bir silah olarak kullanılmaya çalışılıyor, bunun sonucu olarak da "kirli bir bilim iletişimi" ortaya çıkıyor.

Peki bu durumu nasıl daha iyiye taşıyabiliriz? İnsanların yüzeysel tutumlarını doğrudan reddetmek yerine, vermek istediğiniz mesajı onların motivasyonlarına paralel olacak şekilde düzenleyin.

İnsanlar Neden Bilimsel Düşünmeyi Daha Zorlayıcı Buluyor?

Bir probleme yaklaşırken, doğal düşünce sistematiğimiz gereği bilişsel süreci işletmede oldukça cimri davranırız. Bu durumu, psikologlar; hızlı, sık görülen, duygusal, bilinçaltına dayalı otomatik ve sezgisel işlemlerin olduğu çok yorucu olmayan tip-1 düşünüş  olarak tanımlıyor. Buna karşın tip-2 düşünüş ise; daha yavaş, çaba gerektiren, sık görülmeyen, mantıklı, hesaplamacı ve daha çok çevredeki ipuçlarını göz önüne alan düşünce biçimidir.

İnsanlarda tip-1 düşünüş biçiminin doğal olarak var olması evrimsel açıdan mantıklıdır. Çünkü, eğer bir sorunu basit bir biçimde çözebilirsek, diğer görevlerin üstesinden gelmek için ekstra mental kapasite biriktirmiş oluruz.  Fakat ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Peki ya basit ipuçları yetersiz kaldığında ya da elimizdeki ipuçları büyük oranda karmaşık olduğunda ne yapacağız?

İşte, herhangi bir insan bilimsel verilerden ya da istatistiklerden ziyade bir başkasının kişisel düşüncesine inanmayı seçtiğinde bu tarz bir çelişki ortaya çıkabiliyor. İnsanlar; kişisel bir düşünceyi değerlendirirken, otomatik bir biçimde; beynimizin evrimsel olarak sosyal etkileşimi ve akran bağlarını destekleyen eski bölgelerini devreye sokar. Fakat bilimsel delilleri anlayabilmek ise; daha karmaşık, mantıklı ve zor olan tip-2 düşünüş biçimini gerektiren evrimsel olarak daha yeni bir başarıdır.

Anti-aydınlanmacı bu hareketi, basite almak ya da görmezden gelmek ne yazık ki son derece korkunç senaryoların gerçekleşmesine sebep olabilir. Bu noktada da, bilim yayıncılığı ve bilimsel habercilik kritik rol üstleniyor. Bilimsel bilgiyi yayma gayesi taşıyan platformlar, toplumsal mitlerin yayılması ve geniş kitlelerce kabul görmesinin önüne set çekebilecek potansiyeli ve —sınırlı olsa da— gücü ellerinde bulunduruyorlar.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir