Bazı aileler, çocuklarını cinsiyet ayrımı yapılmayan bir ev ortamında yetiştirmeyi tercih ediyor. Çocuklarına, su tabancası bile olsa, herhangi bir oyuncak silah ile oynama iznini vermiyor. Fakat ailelerin çoğu, her ne kadar çocuklarına oyuncak silah almasalar bile, çocuklarının evde buldukları diğer eşya ya da oyuncaklarla silaha benzeyen oyuncaklar yapıp oynadıklarına şahit oluyor. University of Maryland School of Medicine’den Margaret M. McCarthy de, bu ve benzeri hikayelere beyindeki cinsiyet farklılıkları üzerine yaptığı araştırmasını tartışırken oldukça sık rastladığını belirtiyor.

Konu insan davranışlarına geldiği zaman, tek bir doğru cevap olduğu söylenemez. Bazı bilim insanları; erkek çocukların silahlara ve kamyonlara doğuştan gelen eğilimleri ile kız çocukların oyuncak bebek ve çay setlerine doğuştan gelen eğilimlerini bastırmak için, ailelerin yapabileceği bir şey olamadığını savunuyorlar. Bu görüşe karşı olan bilim insanları da var. Bu bilim insanlarına göre; kızların ve erkeklerin beyinleri arasında herhangi bir kalıtsal biyolojik farklılık bulunmuyor. Fakat ebeveynlerin ve toplumların gizli ön yargıları, genellikle çocukları cinsiyete özgü davranışlar sergilemeleri yönünde etkiliyor. Margaret M. McCarthy’e göre ise beyindeki cinsiyet farklılıkları bazı insanların olmasını istediğinden daha fazla, fakat bazılarının inandığından da daha az.

Beyindeki cinsiyet farklılıklarının ne kadar büyük olduğu konusu, bilim insanları tarafından yürütülen tartışmaların ana kaynağını oluşturuyor. Ayrıca beyin fonksiyonlarının ne kadarının biyolojiye ne kadarının kültürel beklentilere atfedileceği de cevaplanması gereken bir diğer soru. Bu noktadaki kafa karıştırıcı olan şey cinsiyet konsepti. Ari olarak insan yapısı olan cinsiyet konsepti, kendi başına beyin gelişimini etkileyebilir. Cinsiyet kavramı, hem bireysel hem de toplumsal algılara işaret eder. Ayrıca her biri kızlarda ve erkeklerde farklılık gösterip genç beyni etkileyebilen, önceden belirlenmiş davranış normlarını içinde barındırır. İlgili konu üzerindeki tartışmalar genellikle bilişsel yeteneklerde ve duygusallıkta alevleniyor. Çünkü bir cinsiyetin bilişsel yetenek açısından üstünlüğünün biyolojik delillerine ulaşılması, eşitlik açısından yıkıcı sonuçlara yol açabilir.

Sosyal yapıların ve ön yargıların olmadığı ortamların modellemesi olarak, laboratuvar hayvanları üzerinde yapılan araştırmalar; dişi ve erkek beyni arasında cenin ve doğumdan sonraki erken dönemde ortaya çıkan ciddi anatomik farklılıkları ortaya çıkartıyor. Bunun yanı sıra, yetişkinlerin beyinlerinin işleyişinde, cinsiyetten cinsiyete büyük farklılık gösteren hormonların rollerini de yine bu çalışmalar açıklığa kavuşturuyor. Belki de bu sebeple, bilim insanları dişi hayvanlar üzerinde deneyler yapmaktan ısrarla kaçınıyor olabilir. Klinik öncesi araştırma içerisinde dişi ve erkek hayvanların ne kadar kullanıldığının en son karşılaştırması, aslında sinirbiliminin erkeklere ne kadar ayrıcalıklı davrandığının bulgularını sunuyor. Yalnızca erkek hayvanlar üzerinde, dişi hayvanlar üzerinde ya da karışık cinsiyetten hayvanlar üzerinde yapılandan 5 kat daha fazla araştırma yapılmış durumda. Laboratuvar deneyleri içerisindeki bu erkek yanlılığını meşrulaştırmak için de birçok bilim insanı; üreme bağlamı dışında kadın ve erkek beyin fonksiyonları arasında herhangi bir farklılık bulunmadığını, erkek beyninin ‘sözde’ erkeksileşmesinin yalnızca üreme davranışlarından sorumlu bölgelerde ortaya çıktığını savunuyor.

Fakat cinsiyet farklılıklarını vurgulayan beyin fonksiyonlarındaki farklılıklarla ilgili deliller her geçen gün artıyor, ayrıca bu farklılıklar hem sağlıklı hem de hasta hayvan modellerinde şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Yetişkin beyninde ve davranışlarda ortaya çıkan birçok cinsiyet farklılığı, gonadal steroidlerin utero içerisindeki organizasyonal etkilerinden kaynaklanıyor. Özellikle andorjenler ve androjenlerin aromatize türevleri olan östrojenlerin her ikisi de erkek fetüslerde testiküler steroidojenezden dolayı ciddi derecede yüksek derişimlerde bulunuyor. Cinsiyetler arasındaki beyin farklılıkları, cinsiyet kromozomları üzerinde taşınan gen anlatımları ve kız/erkek çocuklara anne davranışlarındaki farklılıklar gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir.

Tabii ki bu, her şey farklı demek de değil. Aslında beynin büyük çoğunluğu ve bu büyük çoğunluğun fonksiyonları, iki cinsiyette de oldukça benzer. Fakat farklılıklara geldiğimiz zaman, bu değişikliklerin nasıl meydana geldiği sorusu ortaya çıkıyor. Hangi hücresel mekanizmalar, kadınlar ve erkeklerde farklılık gösteren belirli bölgelerin gelişim değişikliğine yol açmış olabilir?

Daha önce yapılan araştırmalarda nörotransmitterler, nerotrofinler ve transkripsiyon faktörleri gibi olağan şüphelilere odaklanılmıştı. Fakat memeli beynindeki cinsiyet farklılıklarının kökenini incelerken geleneksel düşüncelerden dikkatimizi uzaklaştırıp, steroid hormonu faaliyetine yeni bir anlayış geliştirmemiz gerekiyor.

Beynin Cinsiyeti: Bir memeli embriyosunun başlangıç planı dişi gelişmek üzerindedir.
Erkek olarak gelişim için Y kromozomu üzerindeki Sry geninin ifade edilerek,
testis gelişimini başlatması gerekir. Fetüs gelişirken, testisler büyük miktarda
testosteron üretir ve bunun çoğu östrojene dönüştürülür.
Bu hormonların ikisi de beyin üzerinde etkilerde bulunarak,
erkeğe özgü cinsiyet özelliklerinin hücresel süreçlerini tetikler.
Görsel Telif: © EVAN OTO/SCIENCE SOURCE

Doğuştan Dişi

Gelişen fetüsün cinsiyet bezleri (İng. gonad), cinsiyetin belirlenişinde merkez üssü rolü oynar. Tüm diğer birincil ve ikincil cinsiyet özellikleri, gelişimin belirli aşamalarında testislerden veya ovaryumlardan salınan hormonlara bağlıdır. Cinsiyet bezi öncülünün kendindeki plan, ovaryuma dönüşmek biçimindedir. Ovaryum yerine testis oluşması için Y kromozomu üzerinde yer alan Sry geni tarafından kodlanan transkripsiyon faktörüne gerek vardır. Benzer biçimde, beynin kendisindeki plan da dişi beyni biçiminde gelişmek yönündeyken, eğer testis tarafından üretilen steroidlere maruz kalırsa erkeğe özgü özellikler geliştirir.

Beynin gelişim sırasında erkekleşmesi, iki cinsiyetin beyinleri arasında dikkate değer yapısal farklar ortaya çıkarır. Erkeklerin beyninde bazı bölgeler daha büyük, bazıları da daha küçük olur. Beynin çekirdeğini oluşturan hücrelerin toplamının büyüklüğü, hücre sayısındaki ve/veya yoğunluğundaki farklara ve ayrıca belli bir sinir taşıyıcısını (İng. neurotransmitter) ifade eden nöronların sayısına bağlı olarak değişir. Sinir hücresine giden liflerin (İng. dendrite) uzunluğu ile dallanma desenleri ile sinapsların sıklığı da erkek ve dişi beyinlerinde, belirli bölgelerde belirli farklar gösterir; çekirdek ile serebral yarı küreler arasındaki izdüşümleri oluşturan aksonların sayısı da değişir. Hatta nöronal olmayan hücreler bile erkekleşir. Erkek beynindeki bazı bölgelerde astrosit hücreleri daha gür olup, dişi beynindeki aynı bölgeye göre daha uzun süre ve daha sık işler. Beynin içsel bağışıklık sistemi denebilecek modifiye edilmiş makrofajlar olan mikroglia hücreleri de erkek beyninin belli bölgelerinde daha fazla etkinleşir ve nöronlarda görülen değişimlere katkı yapar.

Steroid hormonları tüm bu değişlikleri, transkripsiyon faktörlerine bağlanarak tetikler. Böylece faktörler hücre çekirdeğine giderek gen transkripsiyonu başlatır. Örneğin estradiol kendi reseptörüne bağlanarak, prostaglandin E2 (PGE2) adı verilen kısa ömürlü sinyalleyici molekülün üretiminde hız sınırlama adımını aktaran siklooksijenaz (İng. cyclooxygenase) için olan gen ifadesini başlatır. Yaklaşık 10 yıl kadar önce Margaret M. McCarthy ve çalışma arkadaşları şaşırtıcı bir keşif yaptı: Erkek farelerde cinsel davranıştan sorumlu beyin bölgesi olan preoptik bölgenin fetüs gelişirken erkekleşmesi için PGE2'nin gerek ve yeter olduğunu bulduk2. Erkeklerde PGE2 düzeyleri, siklooksijenaz enziminin estradiol tetiklemeli sentezi sayesinde, bu beyin bölgesinde özellikle daha yüksek tutuluyordu. PGE2 sinyal iletim dalgası başlatarak, AMPA glutamat reseptörlerinin etkinleştirilmesine ve bu beyin bölgesindeki nöronlara giden liflerdeki sinapsların oluşturulup sabitlenmesine yol açıyordu. Sonuç olarak, erkek farelerin preoptik bölgesindeki uyarıcı sinapsların yoğunluğu dişilerdekinin iki katı kadar oluyordu ve bu durum erkek farenin yetişkinliğinde sergilediği çiftleşme davranışı ifadesi ile doğru orantılı idi3.

Daha sonra, nöronal devrelerin biçimlendirilmesindeki rollerinden ötürü6 yakın zamanda değerleri anlaşılmaya başlanan mikroglia hücrelerinin PGE2'nin en etkili kaynağı olduğunu keşfettiler4. Genç erkeklerin beyninde bu içsel bağışıklık hücrelerinin hem sayısı daha fazlaydı, hem biçimleri daha etkin bir durumu yansıtıyordu, hem de dişi beynindeki mikroglialardan daha çok PGE2 üretiyorlardı. Gelişimin başlarında ilaç tedavisi ile mikroglia aktif durumdan uzaklaştırıldığında, daha düşük PGE2 üretimi olduğu ve estradiol tarafından tetiklenen erkekleşmenin engellendiği görülüyordu5. Dolayısıyla farelerin preoptik bölgesinin normal şekilde erkekleşmesi için nöronal bir hücre olmayan mikroglia ile bir inflamasyon medyatörü olan PGE2 temel gereklilikti.

Gelişim sırasında erkekleştirilen bir diğer beyin bölgesi de amigdaladır. Amigdala, duyguların işlenmesinde üstlendiği rolün yanı sıra, gençlerin rekabetçi sosyal oyun davranışlarını (pek çok türde dişiler ile erkeklerde faklılık gösterir) düzenlemesiyle de bilinir. Oyunların sıklığı ve yoğunluğunda iki farklı yapının olması özellikle ilginçtir; çünkü bu durumun ortaya çıktığı evrede steroidler vücutta ya hiç yoktur, ya da en düşük düzeyde bulunurlar. Dolayısıyla erkek ile dişi arasındaki herhangi bir farkın kaynağı ya genetik olmalıdır ya da steroidlerin beyindeki erken düzenlenme etkilerinin sonucudur7. Amigdalanın sinaptik desenlerindeki cinsiyet farklılıkları, preoptik bölgedekiler kadar kolay fark edilebilir değildir. Fakat doğumdan hemen sonraki duyarlı dönemdeki (farelerde en az ilk 4 gün ve sıçanlarda ilk 1 haftaya kadar) hücre oluşumunda dikkati çeken bir fark vardır: Dişilerin amigdalası, erkeklerin aynı bölgesine oranla daha fazla yeni nöron ve astrosit üretir8.

Bu spesifik cinsiyet farklılığı, görünüşe göre endokannabinoidler tarafından aktarılmaktadır. Endokannabinoidler, kenevirin psikoaktif (beyni ve dolayısıyla ruhsal durumu etkileyen) bileşenleri tarafından etkinleştirilen reseptörler için doğal bir liganddır (bir biyomoleküle bağlanarak bir kompleks oluşturan bir bileşik). Erkek amigdalasındaki daha yüksek endokannabinoid düzeyleri, hücre üretimini baskılayıcı etki yapar. Doğumdan sonraki ilk haftada dişilerde endokannabinoid düzeylerini artırmak veya endokannabinoid mimetiği (taklitçisi) uygulamak, amigdalalarındaki hücre oluşum düzeyini erkek amigdalası düzeyine düşürür. Ayrıca ilginç bir şekilde bu durum, dişilerin gençliklerindeki rekabetçi oyunlardaki artışla da orantılıdır.

Endokannabinoidlerin amigdaladaki hücre oluşumunu nasıl düşürdüğü anlaşılamamış olmakla birlikte, bu beyin bölgesinde yer alan mikroglia hücrelerinin sayısında kritik rol oynadığına ilişkin kanıtlar ortaya çıkıyor. Mikroglialar hücre sayısını iki yolla düzenleyebilir: Ölmüş veya ölmekte olan hücreleri yutarak (fagositoz yolu ile) veya canlı hücreleri yutup öldürerek (fagoptoz yolu ile)9. Sağlıklı bir beyin için hücre sayısının uygun biçimde kontrolü çok önemlidir. Eğer ölen hücreler hemen ortadan kaldırılmazsa, zehirli hücre bileşenleri hücreler arası ortama sızabilir ve başka hücrelerin de ölmesine yol açabilir. Bunun tersine, eğer hücreler aşırı biçimde çoğalırsa, düzenli bağlantılar biçimlendirme ve sürdürme becerileri kaybolur. Mikroglia her iki sürecin de iyi işlemesini sağlar ve yapılan çalışmalar aynı işlevi cinsiyet farklarına bağlı hücre sayılarının kontrolü için de gerçekleştirdiklerine işaret ediyor.

beyinde-cinsiyete-bagli-farklar-var-mi-infografik-bilimfilicom

Epigenetik ve Beyin

Beynin hormonal olarak erkekleşmesi, göreli kalıcılığı bakımından bir “düzenleme” olayı olarak görülür. Ancak bu durumun süreğenliğinin nasıl sağlandığı tam anlaşılamamıştır. Hipotalamus ile yakından ilişkilendirilen bir alan olan ve erkek cinsel davranışlarını yöneten preoptik bölgedeki sinaptik yoğunlukta, sıçanların yaşam evreleri boyunca tutarlılık gösteren cinsiyete bağlı farklılıklar vardır. Belli bir uzunluktaki nöronal dendrit için erkeklerdeki sinaps sayısı, dişilerdekinin yaklaşık iki katı kadardır; üstelik bu durum hem yeni doğan, hem ergen, hem de yetişkin sıçanlar için böyledir3. Yani bir şekilde sinapsların yerleşim biçimi sürdürülmektedir.

Akla gelen olasılıklardan biri, genom üzerindeki epigenetik modifikasyonlardır. Artık biliyoruz ki böyle bir hücresel bellek vardır. Genomun yaygın biçimli demetilasyonuna neden olacak şekilde DNA'ya metiltransferazlar (DNMT) katan araştırmacılar, cinsel davranışın erkekleşmesini kontrol eden beyin bölgesi için gereken DNA metilasyon artışına tam uyacak şekilde, dişi sıçanlarda daha fazla DNMT etkinliği olduğuna ilişkin kanıtlar elde etti10. Yaşamlarının ilk haftasında DNMT'leri baskılanan dişiler, hem beyin yapısı hem de davranış bakımından erkeksi özellikler sergilediler. Bu da muhtemelen azalan DNA metilasyonunun ve erkekleşme için kritik önem taşıyan bir dizi genin ifadesinin artışının sonucunda oldu. Şaşırtıcı biçimde, dişilere DNMT baskılayıcıyı duyarlı periyot dışında verildiğinde, yine de erkekleştiler. Bu da DNA metilasyonunun, erkekleşme genlerini baskılamak için ve dişiliğin sürdürülmesi için gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı durum, DNMT3 enziminin preoptik bölgeden genetik olarak silindiği fareler için de gerçekleşti. Metilasyon kaybı ile birlikte hangi genlerin serbest kaldığını tanımlama çalışmaları halen sürüyor. Ama ön analizlere bakılırsa, mikroglia ve beynin içsel bağışıklık sisteminin bir diğer bileşeni olan mast hücreleri ile ilgili olabilir.

Beynin cinsiyet farklılıkları üzerinde DNA metilasyonunun rolü yine de kesin olarak saptanabilmiş değil. Yaygın kabul gören düşünce, epigenetik işaretlerin erken dönemde belirlenip, sonra da sürdüğü yönünde ilerliyor. Fakat bunun yanı sıra, erken hormonal tedaviye yanıt veren ve bir tür epigenetik yankı denebilecek gecikmiş bir epigenetik cevap da olabileceğini gösteren araştırmalar var. Örneğin Kaliforniya Üniversitesi'nden genetikçi Eric Vilain ve meslektaşları, yetişkin farelerde yeni doğanlardan çok daha fazla cinsiyete bağlı DNA metilasyonu farkı gözlemledi; hem striatum hem de preoptik bölgede. Yeni doğan dişi farelerin testosteron tedavisi ile DNA metilasyonlarının erkek profiline kaydığını da saptadılar; fakat bu yetişkin olduklarında belirginleşiyordu11.

Maryland Üniversitesi'nde yapılan benzer bir çalışmada da hipokampüsteki, preoptik bölgedeki ve hipotalamustaki östrojen ve progesteron reseptörlerinin olduğu bölgede cinsiyete bağlı metilasyon farkları saptanmıştı. Bununla birlikte, metilasyon şablonları hayvanların yaşam evreleri boyunca (yeni doğduklarında, ergenliklerinde ve yetişkinliklerinde) değişim gösteriyordu12. Açıkça görülüyor ki hormonların beyin üzerinde düzenleyici bir etkisi var. Ama bu etkilerin epigenomda belirmesi, maruz kalma zamanından çok sonra da olabiliyor. Bunun hücresel düzeyde nasıl olabildiği ise gizemini koruyor.

Histon modifikasyonları da, erkek ve dişi beyinlerinin farklılaşması konusunda önemli gibi görünüyor. H3K4me3 adı verilen belli bir histon modifikasyonu, transkripsiyon başlama alanlarında kümeleniyor ve genellikle, ama özellikle değil, artan gen ifadesi ile ilgili oluyor. Sıçangillerin preoptik bölgesinde yapılan genom çapında bir analizde, 250 kadar gende, ilişkili H3K4me3 seviyelerine göre toplamda dişilerde %70'den fazla cinsiyet farklılığı olduğu görüldü. Bu genlerin çoğu sinaptik iletim, nöronal büyüme ve farklılaşma ile ilgiliydi14.

Beklenebileceği gibi, bu tür epigenetik işaretleri taşıyan histon deasetilazların (HDAC) düzeylerinde de cinsiyete bağlı farklılıklar vardı. Yeni doğmuş erkek farelerin preoptik bölgesinde yüksek düzeyce HDAC vardı ve bu enzimler östrojen reseptörlerinin ve estradiol üreten aromataz enziminin öncü bölgeleri ile ilişkilendiriliyordu. Deasetilasyon, azalan gen ifadesi ile ilişkilendiriliyordu ve hem östrojen reseptörü hem de aromataz, erkeklerde doğumdan önce çok daha yüksek düzeyde ifade ediliyordu. Ancak doğumdan sonra testosteron düzeyi düşüp, erkekleşme sona erdiğinde düşüşe geçiyordu. HDAC etkinliğini yaşamın ilk haftasında bloke etmek, yetişkinlik döneminde erkek bireyin cinsel performansının kusurlu olmasına yol açıyordu. Bu da normal bir erkekleşme için deasetilasyonun önemini doğruluyor13.

Dolayısıyla, tıpkı DNA metilasyonunda olduğu gibi, histonların epigenomundaki değişiklikler de beynin cinsiyete bağlı farklılaşmasının bileşenlerinden biri. Biz ise bu karmaşık şifreyi çözmeye daha yeni başlıyoruz.

Mozaik Beyin

Peki, kemirgen türlerinde tespit edilen bu cinsiyet farklılıkları insanlarda ne ölçüde geçerli? Belirli sebeplerden ötürü insanlarda birtakım deneyleri gerçekleştiremesek de ‘doğal deneyler’ olarak bilinen genetik anomalilere bağlı hormonal profil, duyarlılık, bilişsel yetenek gibi temelleri inceleme yoluna gidebiliyoruz. Bu bağlamda iki iyi çalışılmış örnek; fetal gelişim sırasında aşırı androjen salgılanmasına sebep olan konjenital adrenal hiperplazi (İng.congenital adrenal hyperplasia - CAH) adı ile bilinen doğuştan böbreküstü bezi büyümesi ile androjen reseptörünün testosteron ve diğer androjenleri bağlayabilmesine engel olan bir mutasyonun sebep olduğu tamamlanmış androjen duyarsızlığı sendromu (CAIS)’dur. İki durumda da gonad gelişimi kromozomal olarak belirlenmiş gene göre gerçekleşir (XX embriyolar yumurtalık, XY embriyolar da testis geliştirir). Ancak ikincil cinsiyet özellikleri veya karakteristiği karşı cinsle aynı yönlü olarak ortaya çıkar. Örneğin CAH hastası kızlar maskülenize olmuş genital organlar ile doğabilirken, CAIS olan erkekler, cinsel organlarının dış gelişimini sağlayacak doku farklılaşmasından mahrum oldukları için normal dişiler gibi doğabilmektedir.

Bu koşullar da gonad cinsiyeti ile beyin cinsiyetinin birbirine uyum gösterip göstermediğini sorma şansı kazandırıyor. CAIS durumunda cevap kolaylıkla verilebilir görülüyor: Hayır, uyum göstermiyor çünkü XY kromozomal yapıya sahip bireyler dişi görünüyor ve kendini öyle tanımlıyor. Bulgular dolayısıyla erkek cinsel kimliğinin kazanılması için yaşamın ilk döneminde androjenlerin bulunması gerektiği nosyonu ile birleşiyor. CAH hastası kızlar için ise CAIS sahibi bireylerdeki gibi dramatik bir hormonal profil kayması olmadığı söylenebilir. Buna karşılık beyinlerinde “maskülenizasyon” gerçekleştiğine dair, oyuncak seçimi gibi davranışsal tipik kanıtlar mevcut. Dolayısıyla, insan ve hayvan modelleri arasındaki farklılıklara rağmen insanlarda da hormonal olarak yönlendirilen bir beyinde cinsiyet farklılaşması süreci mevcut görünüyor.

Tüm bunlara karşın, hem popüler hem de bilimsel basın dişi ve erkek beyni kavramlarına atıfta bulunsa da beyin aslında böbrek veya karaciğer gibi birim veya bütünsel bir organ değildir. Daha çok bağımsız veya etkileşen çoklu hücre gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu, dış ve iç faktörlerin öznesi olan bir organdır denebilir. Bu tanım özellikle hormonal düzenleme ve organizasyon biçimi düşünüldüğünde daha büyük bir doğruluk kazanacaktır. Sonuçta ise beyin organının özdeş veya tanım itibari ile tamamını niteleyebilecek bir ‘erkeklik’ ve ‘dişilik’ durumu takınamayacağı görülecektir. Bunun yerine beyin, bazı bölgelerde görece farklı seviyelerde maskülenize olmuş, diğerlerinde feminize olmuştur denebilir. Bireyin cinsiyetinden bağımsız olarak da beyinde bireyin beyin profilini çıkarak bir ortalama cinsiyet durumu belirlenemeyecek ve beyin cinsiyeti koşulu ortadan kalkmış olacaktır. Dahası, beyinde cinsiyet açısından bahsi geçen bu mozaik bir harman olarak anlaşılmamalıdır; çünkü cinsiyet üzerinden düşünüldüğünde nötral sayılabilecek (iki tarafa da aktarılamayan) sayısız parametre mevcuttur. Doğal olarak bir süreklilik veya devamlılık beyin cinsiyeti açısından söz konusu olamayacak ve dişi ve erkek beyni olarak bilinen sözüm ona kavramlar arasında tutarlı farklar bulunmadığı görülecektir.

Evrimsel olarak bakılacak olursa bireyin beyninde erkeksilik-dişisellik mozaiğinin gelişmiş olması, bireyin değişen çevresel koşullara karşı davranış çeşitliliğini artırabilmesi ve adaptasyon yeteneği kazanması bakımından anlamlı olabilir. Beyinde cinsiyet farklılaşması ile ilgili araştırmacıların dikkat çektiği başka bir çarpıcı nokta bulunuyor: İncelenen her örnekten elde edilen bulgular cinsiyet farklılıkları büyüklüğü hesaplandığında bir ile iki kat gibi görece çok düşük bir aralıkta seyrediyor. Her cinsiyet türü içindeki farklılıklardan fazla da olsa bu kadar düşük bir farka dayanarak beyin cinsiyeti açısından hayvanlardakine benzer bir farklılaşmanın olduğunu söylemek tutarsız bir sonuç olacaktır. Bunlara dayanarak varılan sonuç ise beyni herhangi bir cinsiyete doğru iten etmenler olduğu kadar, karşı cinse doğru iten etmenlerin de olduğu yargısı oluyor.

Bu açıklama, 1940’ların sonunda İngiliz biyolog Conrad Waddington tarafından ortaya atılan ve bugün evrimsel biyologlar tarafından hangi türlerin kadim bir içsel veya dışsal zorluğa karşı dayanıklılık gösterebileceğinin işareti olarak kabul gören ‘kanalizasyon konsepti’ ile tutarlılık gösteriyor. Bir organizmayı pH, tuzluluk ve diğer çevresel koşullardaki değişimlere karşı dengeleyebilecek şaperon proteinler veya diğer moleküler ajanlar, üretilen proteinleri doğru ve gerçek işlevlerini görebilecekleri kıvrılma kalıplarına sokarak sayısız hücresel işlevin görülmesine ve fonksiyonların sağlıklı şekilde sürmesine katkıda bulunurlar. Bu fonksiyonlardan birisi de hücre içi moleküler trafiktir. Araştırmacılar embriyonik gelişim sırasında veya yaşamın ilk haftasında; seksüel olarak farklılaşma olan birçok son noktanın bu anlamda kanalizasyonun öznesi olduğunu ve erkeklerin bir kanalda dişilerin ise diğerinde kaldığını ancak iki kanalın da birbirinden tamamen ayrılmasa da, birbiri ile tamamen birleşmediğini öne sürüyor.

İnsanlarda, ek bir kanalizasyon faktörünün erken yaşamda ebeveynsel, toplumsal veya kültürel olabileceği belirtiliyor. Cinsiyete-özel davranışların belki bilinçli veya bilinçsiz ödüllendirildiği veya tam tersi çocuğun cinsiyeti ile aynı doğrultuda olmayan davranışlarının aynı statüde cezalandırıldığı durumlar, bu faktörlerin içinde sayılabilir. Tek tek tespit etmesi ve ayrı ayrı incelenmesi çok zor olan bu faktörlere karşın; birey geliştikçe erkeklerin ve kadınların beyninin birbirinden farklılaşmaya başladığı, bununla birlikte memeli beyni fonksiyonları için yalnızca erkek hayvanlardan yararlanmanın tüm fonksiyonel, devresel ve bölgesel beyin resmini çizemeyeceği anlaşılmaktadır.

Nöropsikiyatrik Bozukluklarda Cinsiyet Etkisi

Tipik olarak hastaların ergenlik dönemine kadar tanı almadığı nöropsikiyatrik bozukluklardan bazılarının fetüs gelişimi sırasında başladığı düşünülüyor. Bunların çoğuna sıklıkla erkeklerde rastlanıyor. Diğer bozukluklar ise yetişkinlikte veya yaşamın daha ileri evrelerinde kendilerini göstermeye başlıyor. Bu tür bozukluklar da kadınlarda daha sık görülüyor. Hastalıkların yaygınlığındaki cinsiyete bağlılığın biyolojik nedenlerine ilişkin araştırmalar sürüyor.


Majör depresif bozukluk: En yaygın nöropsikiyatrik bozukluklardan biri olan MDB'nin cinsiyete bağlılığının yüksek olduğu görülüyor: Kadınlarda görülme sıklığı erkeklerin iki katı. Bu dengesizlik dünya çapında gözlemlendiğinden, kültürel değil de biyolojik bir nedene işaret ediyor. Stres ekseninin düzensizliği ve kadınlarda üreme hormonlarının dinamik doğasına yakınsamasının, kadınlarda riski büyüten temel etken olduğu sanılıyor. Bununla birlikte, yakın zamanda elde edilen bulgular bu düzensizliğin kaynağının çocukluğun erken dönemlerininde olabileceğini akla getiriyor. Elbette cinsiyete bağlı dengesizliğe etki eden diğer değişkenlerin de önemi var; kadınlar yardım almaya daha istekli iken, erkeklerin çoğu zaman kendi kendilerine ilaca ya da alkole başlamaları gibi.

Anoreksiya nervoza: Genellikle ergenlik sonrasında başlayan ve büyük ölçüde genç kadınlarda rastlanan bu bozukluk, kadınlarda erkeklerden on kat daha fazla görülüyor. Bunda sosyal baskıların da payı olduğu düşünülüyor. İlginç biçimde, aşırı yiyip normal kiloyu koruma bozukluğu olan blumia nevroza ise kadınlarda erkeklerden sadece üç kat daha fazla görülür.

Otizm spektrum bozukluğu:  OSB'nin başlangıçta oğlanlarda kızlardan iki kat fazla görüldüğü sanılıyordu; fakat yakın zamanda yapılan tahminler farkın beş kat olduğuna işaret ediyor. Şu anda popüler olmakla birlikte kesin kanıtlanmamış olan bir kuram, rahimdeki testosteron artışının OSB-benzeri davranışlara yol açtığını öne sürüyor. Buna karşıt bir başka kuram ise kızların kendilerini farklı ifade edişi ve doktorların taraflı bakış açısı dolayısıyla, olması gerekenden az tanı aldıklarını savunuyor.

Dikkat eksilten hiperaktivite bozukluğu: DEHB'nin oğlanlarda kızlardan daha sık görüldüğüne ilişkin raporlardaki fark dereceleri değişkenlik gösteriyor. Bunda biyolojik faktörlerin yanı sıra kültürel faktörlerin de etkisi bulunuyor. Sonuç olarak erkekler daha büyük yetersizlikler göstermeye eğilimli olup, kızlardan en az dört kat fazla tanı alıyorlar.

Şizofreni: Toplumun bütünü düşünüldüğünde, şizofreni sıklığında cinsiyete bağlı herhangi bir farka rastlanmıyor. Ancak tanı alan oğlanların ve genç erkeklerin sayısı kızlardan fazla olmakla birlikte, orta yaş ve sonrasında tanı alanlar arasında da kadınlar çoğunlukta oluyor. Strese verilen farklı tepkiler ve kadınlar ile erkeklerin ayrı beyin bölgelerinin normalin altında veya üstünde etkinlik göstermesi de, bu bozukluğun farklı oranda görülmesine katkı yapabiliyor.

Bipolar bozukluk: Kadın ve erkeklerdeki oranı değişmemekle birlikte, genetik bir çok biçimlilik bu bozukluğun kadınlar için risk oluşturup, erkek için oluşturmaması ile yakından ilişkili görülüyor. Bu durum, nöropsikiyatrik bozukluklardaki cinsiyete bağlı farklar ve bu farkların kendilerini gösterme yolları konusunda öğrenilecek çok şey olduğunun altını çiziyor.

Kızlarla erkeklerin sürtüşme şekilleri de farklı. Diyelim ki A, B'nin yanına gidiyor, bunun üzerine B arkasını dönüp A yokmuş gibi davranıyor. Oğlanlar buna kavga der mi sizce? Hemen başka bir şeyle ilgilenmeye başlarlar. Halbuki iki kız için böyle bir karşılaşma bitirici olabilir. Saatler, günler boyu sürebilir etkileri. Okul bahçesindeki kavgaları sayan bir Finli araştırma ekibi, kızlar arasında oğlanlara nazaran daha az vaka tespit etmiş. Zaten bekledikleri de buymuş ama gün bitip de çocuklara tek tek kavga edip etmedikleri sorulduğunda, kızlarla oğlanlar arasındaki rakamlar üç aşağı beş yukarı eşitlenmiş. Kızlar arasındaki saldırganlık çıplak gözle zor görülür. (...)
Böyle incelikli saldırganlık, Finli araştırmacıların da kaydettiği üzre, kolay kolay unutulmaz. Kızlar arasındaki anlaşmazlıkların oğlanlara nazaran çok daha uzun sürdüğü sonucuna varmışlar. Birbirlerine olan kızgınlıklarının ne kadar süreceği sorulduğunda oğlanlar, saatler ya da günler üzerinden düşünürken kızlar hayatlarının sonuna kadar kızgın kalabileceklerini söylemiş! Hınç gütmek tüketici ilişkiler yaratıyor; kadın takımından erkek takımına geçen bir yüzme antrenörü de bu açıklamayı yapmış. Karşı cinsle çalışmanın daha az gerilimli olduğunu söylemiş. İki genç kadının sezon başında kavga etmesi halinde, senenin geri kalanında bunun üstesinden gelmelerinin küçük bir olasılık olduğunu söylemiş. Kavga günbegün bir yara gibi işleyerek takımdaki dayanışma ruhunu bozuyormuş. Öte yandan genç erkekler habire kavga ediyorlarmış. Ama akşamleyin birlikte bira içmeye gidebiliyor, ertesi gün de kavgayı neredeyse tümüyle unutuyorlarmış. (...)
Oğlanlarla erkekler için, rekabet ve husumet, iyi ilişkilerin önünde engel değil. "Hiç Anlamıyorsun" adlı kitabında, dilbilimci Deborah Tannen erkekler arasında düşmanca atışmaları, dostça sohbetlerin takip edebildiğini belirtiyor. Erkekler çatışmayı, mevkilerini tartmak için kullanıyor ve dostlarla bile itişip kakışmaktan zevk alıyorlar. İşler kızıştığında, erkekler genelde bir şaka ya da özürle işi tatlıya bağlamanın bir yolunu buluyor, böylece yoldaşlık ve ılımlı husumet arasında gidip gelerek bağlarını muhafaza ediyorlar. Mesela işadamları bağırışıp diklendikleri bir toplantının ardından mola verdiklerinde gülüp eğlenebilirler. Haşin bir atışmadan sonra "Şahsi bir şey değil" sözü tam erkeklere hastır.
- Frans de Waal (İçimizdeki Maymun)
Kaynak ve İleri Okuma
  • The Scientist, "Sex Differences in the Brain", Margaret M. McCarthy. http://www.the-scientist.com/?articles.view/articleNo/44096/title/Sex-Differences-in-the-Brain/
  • 1- A.K. Beery, I. Zucker, “Sex bias in neuroscience and biomedical research,” Neurosci Biobehav Rev, 35:565-72, 2011.
  • 2- S.K. Amateau, M.M. McCarthy, “Induction of PGE(2) by estradiol mediates developmental masculinization of sex behavior,” Nat Neurosci, 7:643-50, 2004.
  • 3- C.L. Wright et al., “Identification of prostaglandin E2 receptors mediating perinatal masculinization of adult sex behavior and neuroanatomical correlates,” Dev Neurobiol, 68:1406-19, 2008.
  • 4- K.M. Lenz et al., “Microglia are essential to masculinization of brain and behavior,” J Neurosci, 33:2761-72, 2013.
  • 5- K.M. Lenz, M.M. McCarthy, “A starring role for microglia in brain sex differences,” Neuroscientist, 21:306-21, 2015.
  • 6- D.P. Schafer et al., “Microglia sculpt postnatal neural circuits in an activity and complement-dependent manner,” Neuron, 74:691-705, 2012.
  • 7- M.J. Meaney et al., “Sexual differentiation of social play in rat pups is mediated by the neonatal androgen-receptor system,” Neuroendocrinology, 37:85-90, 1983.
  • 8- D.L. Krebs-Kraft et al., “Sex difference in cell proliferation in developing rat amygdala mediated by endocannabinoids has implications for social behavior,” PNAS, 107:20535-40, 2010.
  • 9- G.C. Brown, J.J. Neher, “Microglial phagocytosis of live neurons,” Nat Rev Neurosci, 15:209-16, 2014.
  • 10- B.M. Nugent et al., “Brain feminization requires active repression of masculinization via DNA methylation,” Nat Neurosci, 18:690-97, 2015.
  • 11- N.M. Ghahramani et al., “The effects of perinatal testosterone exposure on the DNA methylome of the mouse brain are late-emerging,” Biol Sex Differ, 5:8, 2014.
  • 12- J.M. Schwarz et al., “Developmental and hormone-induced epigenetic changes to estrogen and progesterone receptor genes in brain are dynamic across the life span,” Endocrinology, 151:4871-81, 2010.
  • 13- K.I. Matsuda et al., “Histone deacetylation during brain development is essential for permanent masculinization of sexual behavior,” Endocrinology, 152:2760-67, 2011.
  • 14- E.K. Murray et al., “Epigenetic control of sexual differentiation of the bed nucleus of the stria terminalis,” Endocrinology, 150:4241-47, 2009.
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir