Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör
Enerji oluşturacak yakıtı bulma ihtiyacı, tüm canlı organizmaların biyolojisinde itici bir güçtür. Hayatta kalabilmek için hepimiz besine ihtiyaç duyarız. Dolayısıyla, vücudumuzun, besin alımını kontrol etmek için hormonlarımız tarafından işletilen kompleks bir sisteminin bulunması hiç de şaşırtıcı değildir.

Bununla birlikte, kilo kaybettiğimizde de hormon seviyelerimiz değişime uğrar. Diyetler ve yeme alışkanlıklarımızı yıkmak için gösterdiğimiz çaba kadar, kaybettiğimiz kiloları tekrar kazanmamızın sebebi de olur.

Vücudumuzda besin alımını düzenlemeden sorumlu sistem, gözlerimizin hemen arkasında, beynimizin orta çizgisi altında yer alan hipotalamustur.



Hipotalamus içerisinde, aktive olduğunda açlık hissi oluşturan sinir hücreleri bulunur. Bu sinir hücreleri, açlık hissini ortaya çıkaran iki protein üretir: Nöropeptid Y (NPY) ve aguti ilişkili peptid (AGRP)

Bu sinir hücrelerine oldukça yakın, açlık hissini güçlü bir şekilde bastıran bir diğer sinir hücresi grubu daha bulunur. Bu hücreler açlığı bastıran iki farklı protein üretir: Kokain ve amfetamin-düzenleyici transkript (CART) ve melanosit uyarıcı hormon (aMSH). Bu iki sinir hücresi seti, açlık sinyalleri başlatır ve bu sinyalleri hipotalamusun diğer bölgelerine gönderir. Böylelikle, bir şeyi yemek ya da yememek arasındaki hissiniz, bu iki nöron grubu arasındaki aktivitenin dengesine bağlıdır.

Peki herhangi bir anda hangi nöron grubunun baskın olacağını belirleyen şey nedir? 

Eylemlerimiz, büyük ölçüde, kanımızda dolaşan hormonlar tarafından kontrol edilir. Bu hormonlar, enerji elde edilmesi ve depo edilmesi noktasında mücadele eden (bağırsak, pankreas vb.) vücudun çeşitli organlarındaki dokulardan gelir.

Kandaki Hormonlar


Şimdi gelin bu hormonların nasıl çalıştığına biraz daha yakından bakalım.

Girelin: Midede üretilen bu hormon, kan yoluyla beyne girer ve hipotalamustaki açlık hissi veren sinir hücrelerinin aktivitesini arttırır ve açlık hissini bastıran hücrelerin aktivitesini azaltır. Böylelikle de açlık ve tokluk hissi sağlayan sinir hücresi setleri arasındaki terazi ibresi açlık hissi veren hücrelerin lehine kayar. Mide boşaldıkça, girelin hormonu salgısı artarken, mide doldukça bu salgı azalır.

İnsülin-benzeri peptid 5 (ILP-5): Büyük oranda kalın bağırsakta üretilen bu hormonun ikincil düzeyde açlık hissi uyandırdığı 2014 yılında keşfedildi. Fakat fizyolojik rolünü henüz tam olarak bilmiyoruz.

Kolesistokinin (CCK): İnce bağırsakta üretilen bu hormon, besin alınımına bağlı olarak doygunluk hissi verir. Yiyecek, ince bağırsağa ulaşır ulaşmaz bu hormonun salınımı başlar. Araştırmacılar, kolesistokinin hormonunun, yemek yiyen bir farenin beynine enjekte edilir edilmez farenin yemek yemeyi bıraktığı bulgusuna ulaştı.

Peptid YY, glukagon-benzeri peptid 1 (GLP-1), oksintomodulin ve uroguanylin: Bu hormonların hepsi ince bağırsağın son ucunda üretilir ve bize tokluk hissi verir. Bir yiyecek bağırsağa ulaşır ulaşmaz tepki olarak bu hormonlar üretilir.

Leptin: Çok güçlü bir iştah bastırıcı hormondur ve yağ hücrelerinde üretilir. Yağ hücresi sayısı arttıkça, vücut daha fazla leptin üretir.

Amilin, insülin ve pankreas polipeptid: Tüm bu hormonlar, pankreasta üretilir. Beyne ulaşan insülin, beyinde "Vücutta yeteri kadar enerji var" mesajına neden olarak açlık hissini azaltır. Amilin, insülin üreten hücreler (beta hücreler) tarafından üretilir ve besin alımını sınırlandırdığı ortaya koyulmuştur. Pankreas polipeptidin tam olarak ne yaptığı henüz bilinmemektedir ancak elde edilen deliller açlığı bastırdığı yönünde.



Hipotalamus, ayrıca yeme davranışını etkileyen; dopamin, endokannabinoidler ve sertonin gibi nörotransmitterler kullanan haz alma yollarından da sinyaller alır. Doygunluğa ulaşıldığında, mide hem girelin salgısını azaltarak hipotalamusa bir mesaj gönderir böylelikle de yeme arzusu azalır. Girelin seviyeleri, yemek yedikten 30 ila 60 dakika sonrasında düşük seviyelere ulaşır. Tok hissetmemize neden olan hormon --CCK, PYY, GLP-1, amilin ve insülin--  seviyeleri bir öğünün ardından 30 ila 60 dakika sonra zirveye ulaşacak şekilde artar. Bütün bu hormonların seviyesi yemekten sonraki 3 ila 4 saatlik süre boyunca yavaş yavaş azalır.

Kilo kaybı hormonlarımızı nasıl etkiler?


Yapılan pek çok araştırma, diyete bağlı kilo kaybının hormon seviyelerindeki değişikliklerle ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Kilo kaybını takiben, leptin seviyeleri önemli ölçüde azalır. Diğer hormon seviyelerinde de açlık ve tokluk hissine bağlı olarak değişimler gözlemlenir. Bütün bu değişimlerin hemen hemen tamamı, açlığı artırarak, tokluğu azaltarak ve yağ depolama kapasitesini geliştirerek kaybedilen kiloların geri kazanımını desteklemektedir. Bu hormonal değişiklikler, kilo kaybından en az bir yıl sonra ortaya çıkmakta ve bu da açlığın devamlı olarak artmasına neden olmaktadır. Bu gerçekler ışığında bakıldığında, kilo kaybından sonra -tercihen hormonların değiştirilmesiyle- açlığın bastırılması, insanların yeni kilolarını korumalarına yardımcı olabilir.
Normal olarak bir hormon molekülü bir alıcı moleküle “anahtar kilide girer gibi” girer. Genetikçiler, örneğin, bir büyüme hormonu molekülünün normal olarak iliştiği bir “alıcı” proteinin kimyasal yapısını değiştirerek bazı ilginç laboratuvar deneyleri yürüttüler. Hormon molekülünün, artık alıcıya tutunamayacağı şekilde, alıcı bölgesini kimyasal olarak değiştirdiler (veya kırdılar). Sonra modern genetik teknolojiyi hormonun kendi kimyasal yapısındaki beş farklı amino asidin rastlantısal genetik mutasyonlar geçirmeye başlamasına yol açacak şekilde kullandılar.

Bu sürecin bir süre (bütünüyle kendi başına) devam etmesine izin verdikten sonra, “kırılmış” alıcı bölgeye tutunabilecek hormonsal yapıyı meydana getirecek herhangi bir rastlantısal mutasyonun olup olmadığını görmek için mutasyona uğramış yeni hormon moleküllerini taradılar. Beklenildiği gibi, rastlantısal mutasyonlar değişmiş alıcıya “uyacak” yeni hormon moleküllerini üretmiş bulunmaktaydı. Aslında bu yeni “uyum” orijinal hormon-alıcı kombinasyonundan daha da “sıkıydı”.

Yeni hormon konfigürasyonunun yeni mutasyonlardan herhangi birinin neyi ortaya çıkaracağını herhangi bir şekilde belirleme veya bu sürece bir yön veya kontrol sağlayan herhangi bir insan ya da ilahi tasarımcı söz konusu olmaksızın tesadüfi mutasyonlardan oluştuğu gerçeğini bilmekle birlikte, sanki yeni mutasyona uğramış hormon yeni işlevi için “kusursuz şekilde tasarlanmış” gibi görünüyordu. Miller’in işaret ettiği gibi, bu deneyin önemli yanlarından birisi, “bir biyokimyasal mekanizmanın iki parçasının, yani iki proteinin nasıl birlikte evrimleşebileceklerini göstermektir”.

– Ardea Skybreak (Evrim Bilimi – ISBN: 9789944122979)
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir