Psikanaliz kuramının kurucusu Sigmund Freud’un meşhur teorisini duymuşsunuzdur. Bu teori, kişisel gelişimimizin çocuklukta yaşadığımız olaylar tarafından belirlendiğini iddia eder. Şimdilerde Freud’un birçok teorisi kabul görmüyorken, bazı modern psikoloji teorileri çocuklukta yaşanılan olayların hayatlarımızı şekillendirdiğini doğruluyor.
Fakat, zorlu çocukluk deneyimlerinin ilerde anksiyete (kaygı bozukluğu) ya da depresyon gibi yaygın görülen psikolojik rahatsızlıklara sebep olduğuna dair kesin bir kanıt var mı? Eğer varsa, bu problemlerimiz için ebeveynlerimizi suçlamak iyileşmemize yardımcı olacak mı?
Şüphesiz; anne-babalar ve ilgili diğer bakıcılar, çocuğun gelişimine etki eden kritik figürlerdir. Çocuklukta aile ile birlikte yaşanılan mutlu anıların, uzun süreli ve derin bir etkisinin olduğu bilinmekteyken; yaşanılan olumsuz hatıraların ise, üzüntüye neden olup çocuğun fiziksel ya da psikolojik gelişimini belirli bir ölçüde zedeleyebileceği düşünülüyor. Özellikle; yoksulluk, kötü muamele, boşanma ya da ölüm gibi deneyimler bu tür sorunların en büyük nedenlerinden.
Buna karşılık, bu olumsuz deneyimler dünyanın her yerinde oldukça yaygın bir şekilde yaşanmakta. Yapılan araştırmalarda, bu problemlerin çeşitli negatif sonuçlarla bağlantılı olduğu ve yetişkinlik dönemine kadar süren etkileri olduğu ortaya çıkarılmıştı. Örneğin, boşanma, ayrılık ya da ölüm gibi üzücü olaylar, kişinin akıl sağlığını tehdit eden problemlerle karşılaşma riskini artıyor.
Journal of Affective Disorders'da yayımlanan bir meta-analizaraştırmasında, çocuklukta tecrübe edinilen ebeveyn boşanmalarının, ilerde oluşabilecek depresyon riskini arttırdığı sonucuna ulaşıldı. Yürütülen bu çalışma, son 35 yılda yayınlanan ve toplamda 24 binden fazla bireyin katıldığı 18 araştırmanın yeniden incelenmesine dayanıyor. Araştırmadan çıkan sonuçlara göre ise, çocukluğunda annesi ve babası ayrılan kişinin, yetişkinliğindeki depresyon riski %56 oranında daha fazla.
Çocuklukta yaşanılan üzücü durumlar ise çoğunlukla birbiriyle ilişkilidir. Örneğin, boşanma, birçok aile için sosyoekonomik durumun değişmesine yol açabilir. Üstelik yapılan çalışmalar gösteriyor ki; çocuklukta üst üste gelen ve biriken kötü durumların sonuçları intihara kadar varabilirken, çeşitli akıl hastalıklarına da neden olabilir.
Hassasiyet vs. Direnç Gösterme
Fakat, bu tür birkaç çocukluk travması nasıl oluyor da ömür boyu sürecek etkilere sebep oluyor? Buna verilebilecek ilk muhtemel açıklama şu şekilde; küçüklükte maruz kalınan bu tür olaylar, kişinin ileride yaşayacağı diğer stresli durumlar karşısındaki hassasiyetini arttırıyor. Yine örnek üzerinden gidecek olursak, boşanma tüm yetişkinler için sıkıntılı bir deneyimdir. Çoğunlukla da depresyon ve anksiyete ile bağlantılıdır. Bu sebeple, küçüklüğünde de aynı sorunla karşılaşan bireyin depresyon ya da anksiyete bozukluğundan muzdarip olması daha muhtemeldir.
Fakat, çocuklukta yaşanılan her sıkıntılı durumun, kişileri kesinlikle daha hassas yapacağını söylersek yanlış olur. Aslında bazı çocuklar üst üste gelen kötü deneyimler karşısında bile negatif bir reaksiyon göstermiyor. Resilience (direnç gösterme) olarak adlandırılan bu durumda, kişinin daha önce yaşadığı negatif deneyimler onu gelecek olan diğer kötü durumlar karşısında güçlendiriyor. Bu noktada Nietzsche’nin “Seni öldürmeyen şey güçlendirir” sözünün gerçekleştiğini söylemek doğru olabilir. Bu tür durumlar karşısında dirençli olan insanlar, gelecekte karşılaşacakları sorunlar karşısında nasıl davranılacağını ve o sorunla nasıl baş edebileceğini daha iyi biliyor.
Bu stresli durumlar karşısında hangi çocuğun nasıl bir tepki verebileceği ise genler, huy ve bilişsel yetenekler gibi kişiden kişiye değişen bazı karmaşık faktörlerin birleşimine bağlı. Araştırmacıların bugünlerde üzerinde durduğu konu ise, bu faktörlerin hangisinin ne derece etkili olduğu yönünde. İnsan genetiği alanındaki ilerlemeler sayesinde bu araştırmaların sonucunu yakında göreceğiz gibi.
Unutulmaması gereken şu ki; çocuklukta yaşanılan travmaların sonuçları önlenemez değildir. Çocukluğunda fiziksel ya da duygusal istismar gibi daha kötü duruma maruz kalan yetişkinlerin bile, bu sorunun getireceği negatif sonuçlardan kurtulması mümkün. Bilişsel davranışçı terapi ve farkındalık eğitimi gibi bu kişiler için özel olarak oluşturulan programların oldukça yardımcı olduğunu belirtmekte fayda var.
Suçu Başkasında Bulmak
İnsanın problemleri için ailesini suçlaması en kolay yoldur. Acınızın kaynağını bulmak yararlı gibi gözükebilir. Sonuçta, kendinizi suçlamak ailenizi suçlamaktan daha zordur. Fakat, 72 ülkeden 30 binden fazla kişinin katılımıyla gerçekleşen çalışmadan çıkan sonuçlara göre, başkalarını suçlamak problemlerinizi çözmenize yardımcı olmuyor. Aksine, akıl sağlığını tehdit eden problemlerle karşılaşma riskinizi arttırıyor.
Bu sebeple, eğer yaşadığımız sorunları aşmak istiyorsak, başkalarını ve geçmişi suçlamayı bırakıp bugüne odaklanmalı ve hayatlarımızın kontrolünü elimize almalıyız. Düzenli fiziksel aktivitenin, eğitimin ve sosyal desteğin bizi zihinsel açıdan daha sağlıklı bireyler yapacak birer etken olduğunu unutmayalım. Eğer sorunlarımız daha ciddiyse, terapi ve ilaç yardımından kaçınmamamız gerektiğini bilelim.
Son olarak, geçmişimizde neler yaşadıysak onları geride bırakmayı ve hayatımızı daha güzel deneyimlerle doldurmanın henüz geç olmadığını unutmamalıyız. Çocukluk travmalarımızın gölgesinde yaşamaktansa, bugünün ve geleceğin umudu içinde yaşamayı öğrenmeliyiz. Küçük bir çaba, içinizdeki direnci ortaya çıkarmaya yetecektir.- Darya Gaysina, Ellen Jo Thompson, "Are your parents to blame for your psychological problems?" TheConversation. (accessed August 4, 2017) https://theconversation.com/are-your-parents-to-blame-for-your-psychological-problems-81203
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol