Post Author Avatar
Yusuf Cem Durakcan
Boğaziçi Üniversitesi - Çevirmen/Yazar

Kendi davranışımızın kendi sorumluluğumuz altında olduğunu düşünmekten hoşlanırız. Yani, düşüncelerimiz bilinçli kontrolümüz altındadır ve vücut hareketlerimizi de çoğunlukla aklımızla kontrol ederiz. Fakat davranışlarımız, antik bir zihin kontrol sistemi olan hormonlarımızın da egemenliği altındadır. Bu protein habercileri, en çok temel görevi olan düzenleyicilik göreviyle tanınır. Bu göreve örnek olarak, insülin ve kan şekeri ilişkisini düşünebilirsiniz. Ancak bu protein habercilerinin bir görevi daha var. Hormonlarımız, etrafımızı çevreleyen dünya ve içerisindeki insanlar hakkındaki beynimizi yıkayan kimyasal bilginin de kaynağıdır.

Peki, belirli bir hormon seviyesindeki yükselme ile tamamen farklı bir insan gibi hissedip davranmamız mümkün mü? Eğer bu mümkünse, kontrolden çıktığımız anlar için bir çeşit biyokimyasal sinyalleşmeyi suçlayabilir miyiz?

Oksitosin ve Aşk

Bütün hormonların arasında, belki de en yaygın bilineni oksitosindir ve genellikle ''aşk hormonu'' ya da ''sarılma kimyasalı'' olarak tanınır. Oksitosin hormonunun otizm, kaygı, depresyon ve kronik ağrı için potansiyel bir tedavi olabileceği bile öne sürülmüştür.

Doğumda, anne sütü ile beslemede ve orgazmda salınan oksitosin, bizim de dâhil olduğumuz birçok memelide anaçlık ve eşe bağlılık davranışını tetikler. 2005 yılında, burun spreyi ile oksitosin verilen bireylerin, çevrelerindeki insanlara daha fazla güvendiğinin ortaya çıkmasıyla bu sisteme müdahale edilebileceği konusu kendini gösterdi (Biological Psychiatry, vol 61, p 731). Daha sonrasında yapılan araştırmalarda da oksitosin koklamanın, cömertliği, iş birliğini ve empatiyi artırdığının bulgularına ulaşıldı.1  Hatta cinsel yaşamı güçlendireceği, kaygıyı azaltacağı ve güven duygusunu geliştireceği iddiasıyla bu ürünlerin ticari uygulamaları bile üretildi.

Oksitosin ürünleri yaygın olarak satılsa da özellikle bilim camiasında bu ürünlerin aldatıcı reklamlarına inanmayanlar var. University of Edinburgh’dan Mike Ludwig’e göre, 2005 yılında yapılan güven deneyinin başka bir örneği yok. Ayrıca, 2005’teki araştırmayı gerçekleştiren bilim insanları bile kendi araştırmalarının sonuç bölümünü terk etmiş gibi görünüyor. Oksitosinin kan beyin bariyerini geçebildiği de kanıtlanabilmiş değil. Bu hormonu burnundan çeken bireylerden alınan omurilik sıvıları üzerinde yapılan bir çalışmada, bunun olabileceği önermesinde bulunuyor.2  Fakat kesin konuşmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

Dışarıdan alınan oksitosin gerçekten de beyinin içine girse bile etkileri duruma göre değişiklik gösterir. Farelerde yapılan araştırmalara göre oksitosin, beyin devrelerinde değişikliğe sebep oluyor ve dolayısıyla sosyal olarak ilişkili işaretlere odaklanılmasını sağlıyor.3 İnsanların karmaşık sosyal yaşantılarında grup bağlarını güçlendirmesinin yanında grubun dışındakilere düşmanlığı artırabileceği ihtimaliyle, bu etkinin olumlu ve olumsuz sonuçlarının bir arada bulunduğunu söyleyebiliriz.4  İlgili alanda yapılan başka araştırmalarda da yüksek dozda oksitosinin, başkalarının düşüncelerine karşı bireyleri aşırı hassas yapmasıyla kaygıyı artırabileceği önermesinde bulunuyor.5  Bu sebeple, oksitosin takviyelerine şüpheyle yaklaşmak gerek.

Açlık ve Sinir

Aç kaldığınızda sinirlenebildiğinizi farkettiniz mi? Oldukça yaygın görülen bu durumda ‘’açlık hormonu’’ olarak da adlandırılan girelin hormonu rol oynar. Mideniz boşken salınan bu hormon, nöropeptit Y (NPY) seviyelerindeki artışı tetikler. Nöropeptit Y, yeme istediğimizin oluşmasında ve sinir ile saldırganlıkta dahili olan bir sinir ileticidir.

Dürtüsel saldırganlık olarak karakterize edilen aralıklı taşkınlık rahatsızlığına sahip bireylerde, nöropeptit Y seviyeleri ortalamanın üstündedir. Dahası, dolaşımda daha fazla nöropeptit Y olması, diğer bir sinir iletici olan serotonin seviyesinde ciddi bir düşüşe neden olur. Düşen serotonin seviyesi, beynin tehdit algılayıcısı olan amigdala ve duygusal tepkileri düzenleyen prefrontal korteks arasındaki iletişimin azalması ile bağlantılıdır. Yani, stresli olduğunuz anlarda duyguları dizginlemek zorlaşır.6

Fakat, tek başına hormon ve sinir iletici seviyeleri, aç olduğunuzda kontrolü kaybedeceğiniz anlamına gelmez. Amigdala ve prefrontal korteks arasındaki bağlantı, insandan insana farklılık gösterir.7  Dolayısıyla, bazı insanların açlığa bağlı sinir ve saldırganlık davranışını sergilemeye daha yatkın olduğu önermesinde bulunabiliriz. Açlığın getirdiği sinir ve saldırganlığın bir uyum sağlama davranışı olduğu da iddia ediliyor. University of Cambridge’den Luca Passamonti’ye göre, bir hayvan aç kaldığında daha sinirli ve saldırgan olursa, hayatta kalma şansını artıyor olabilir.

Kortizol, ’’Kötü Adam’’ mıdır?

Stres hormonu olarak da bilinen kortizolun, kronik sağlık durumları arasındaki bağlantısı dolayısıyla ‘’kötü adam’’ olduğu düşünülür. Bu sebeple, birçok insan her ne koşulda olursa olsun bu hormonun seviyesinin azaltılması gerektiğine inanır. Ticari olarak erişilebilen birçok besin desteği de insanların bu isteğini karşıladığını iddia eder. Yaygın inanışın aksine, bu pek de iyi bir fikir olmayabilir.

Kortizol hormonunun işi glikozun kan akışına katılmasını tetiklemektir. Sabahları yataktan kalkmamız için gerekli olan enerjiyi de yine kortizol hormonu sayesinde sağlarız.  Ayrıca, stresli olduğumuz zamanlarda, bu hormon sayesinde daha fazla enerji kazanarak fiziksel ya da zihinsel mücadelelerde tepki verebiliriz.8 Bu hormonu çok az ya da hiç üretemeyen böbrek üstü bezi yetmezliği olan bireylerde, içinde tükenmişliğin de olduğu zayıflatıcı belirtiler görülür ve günlük olarak bu hormonun takviyesi yapılır. Diğer taraftan, çok fazla kortizolün de beyne uzun süreli etkileri vardır. Örneğin fazla kortizol, hipokampüsteki yeni hücrelerin oluşumuna zarar verebilir.

Testosteron

Savaşlardan holiganlığa ya da bankacılık krizlerine kadar birçok şey için testosteronu suçlayan insanlar olabilir9. Dolayısıyla, bu hormonun pek de iyi bir üne sahip olduğu söylenemez. Yüksek testosteron seviyeleri statü arayışı davranışı ile bağlantılı olsa da bu davranışın ortaya çıkışı sosyal normlara göre farklılık gösteriyor.10 

Enjeksiyon ile testosteron verilen bireyler, bir oyun içerisinde kendisine adil davranmayan kişileri cezalandırmaya daha meyilli, eğer rakibi cömert ise bu cömertliğe karşılık vermeye daha yatkın oluyor.11

Diğer taraftan, yaygın bilinenin aksine yüksek testosteron ile kellik arasında bir bağlantı yok. Saç kaybı, 5-alfa-redüktaz enziminin aktivitesinden kaynaklanır. Bu enzim, testosteronu dihidrotestosterona dönüştürür. Dihidrotestosteron, kıl foliküllerinin büzüşmesini ve ölmesini sağlar. Yalnızca küçük bir dozda testosteron, dihidrotestosteronun yıkıcı dozunun oluşması için yeterlidir. Bir bireyin bu enzimi hangi miktarda üreteceğine ya da foliküllerin bu etkiye ne kadar hassas olduğuna karar veren şey genetiktir.

Testosteron seviyesinin düşmesinin erkek menopozuna sebep olduğu da çoğunlukla bir mitten ibarettir. Testosteron seviyesi 30 yaşından sonra her yıl ortalama olarak %1 düşer. Fakat yalnızca erkeklerin %2’sinde tam gelişmiş belirtiler görülür. Bu belirtilere libidonun kaybedilmesi, fiziksel sıhhatte oluşta düşüş ve tükenmişlik de dâhil. Çoğu durumda sebep, testosterondaki yaşa bağlı düşüş değildir; aşırı kilolu olmaktır. Karın yağlanması, testosteronu östrojene dönüştürmesiyle bu belirtilerin ortaya çıkmasının yaygın olarak sebebi konumundadır.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir