Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Ne yazık ki birçok insan pek çok bilimsel olay ve olguyu bilimin ortaya koymadığını iddia eder. Örneğin iklim değişiminin gerçekliğini ortaya koyan ya da evrimin bir gerçeklik olduğunu ortaya koyan fazlasıyla bilimsel delil ve çalışma olmasına rağmen, bazı insanlar bu gerçekliklerin bilimsel olarak ortaya koyulmadığı görüşünü ileri sürer. Elbette ki bu durum için kimseyi kırmamak, üzmemek ya da kapsayıcı olmak adına romantik cümleler ve yaklaşımlar sergilemeyeceğiz. Zaten bilimin de böyle bir derdi ya da tasası yoktur.

Bilimsel bir gerçeklik söz konusuysa bunu sizin kabul edip etmemeniz pek bir anlam ifade etmeyecektir. Yani doğada var olan bir işleyişi siz kabul etmiyorsunuz diye o işleyiş, "Ben kabul görmedim, o halde kendimi değiştireyim," demiyor. Dolayısıyla sizin yaklaşımınız ne mevcut işleyişin, ne bu işleyişi açıklayan bilimin ne de bu işleyişi açıklayan bilimi aktarma gayreti içerisinde olanların umurundadır.

Bu yazımızda da bilimsel yöntemin ne olduğuna ve büyük çoğunluğun hatta bilim eğitimi almış bazı insanların bile neden bu yöntemi yanlış kavradıklarına değineceğiz. Bilimsel yöntemin ne olduğuna dair detaylandırma yapmadan önce, bilimde tek bir yöntemin olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Bu durum genel olarak nasıl akıl yürüttüğümüzle yakından ilişkilidir.

Bilim ve Akıl Yürütme

İnsanlar, iki temel akıl yürütme şekline sahiptir: tümevarım ve tümdengelim. Tümdengelimli akıl yürütmede, halihazırda bize sunulan bilgilerden bir çıkarsamada bulunuruz. Örneğin eğer size Ali'nin yaşının Ahmet ile Ayşe'nin yaşlarının arasında olduğunu ve Ayşe'nin Ahmet'ten büyük olduğunu söylersem, Ali'nin Ahmet'ten büyük olduğu sonucuna varabilirsiniz. Çünkü doğru cevap sorunun içerisine gömülü halde bulunuyordur ve siz yalnızca bildiklerinizden bu cevabı çıkarırsınız. Sudoku bulmacaları da bu şekilde çalışır. Tümdengelim, matematikte sıkça kullandığımız bir akıl yürütme biçimidir.

Tümevarımlı akıl yürütme ise hali hazırda bildiğimizin ötesine geçer ve bilgimizi yeni alanlara doğru genişletebiliriz. Genellemeler ve analojiler kullanarak tümevarımcı şekilde düşünebiliriz. Genellemeler, doğada var olan düzenin gözlemlenmesini ve bu düzenin aynı koşullar altındaki her yerde aynı olduğunu düşünmeyi içerir. Doğanın kanunlarını da bu şekilde tanımlarız. Genellemeler aynı zamanda şeylerin sınıflandırılmasını da içerir: örneğin "memeliler" ya da "elektronlar". Psikolojik ve ekonomik eğilimler de dahil olmak üzere insan davranışının özelliklerini tanımlamak için de genellemeler yaparız.

Analojiler ise iki şey arasında benzerlikler kurmaktır ve bu benzerlikleri yeni bilgiyi oluşturmak için genişletiriz. Örneğin keskin dişlere sahip nesli tükenmiş bir hayvana ait fosilleşmiş bir kafatası bulursam, bu hayvanın ne yediğini merak edebilirim. Böylelikle günümüzde hayatta olan ve keskin dişlere sahip hayvanlara dair bir araştırma yürütür ve etçillerin böyle dişlere sahip olduğunu görürüm. Analoji kullanarak da bu hayvanın da bir etçil olduğu sonucuna varırım. Bilim, tümevarımı kullanarak ve kanıtlarla tutarlılık gösteren en muhtemel açıklamayı çıkararak bize dünya hakkında basitçe tümdengelim yapabileceğimizden çok daha fazlasını sunar.

Bilim ve Belirsizlik

Teorilerimizin ve modellerimizin büyük bir çoğunluğu, dünya ile ya da onun bir parçasına yönelik tümevarım analojileridir.

Eğer benim belirli bir teorime dair girdiler, doğal dünyadakilerle eşleşen sonuçlar üretiyorsa, iyi bir analojiye sahip olduğum ve dolayısıyla da iyi bir teori ürettiğim anlamına gelir. Eğer bir eşleşme söz konusu değilse teorimi daha analojik hale getirmek için onu ya reddetmeli, ya yeniden kurmalı ya da yeniden düzenlemeliyiz. Eğer zamanla ve farklı mekanlarda aynı türden daha fazla sonuca ulaşırsam, bir genellemede bulunabilirim. Fakat hiçbir başarı benim doğru olduğumu kanıtlamaz. Beni doğrulayan her örnek yalnızca düşüncemin tutarlılığını artırır ancak onu kesin yapmaz. Einstein'ın da dediği gibi:

"Hiçbir deney benim haklı olduğumu göstermeyebilir, ancak tek bir deney benim yanıldığımı gösterebilir."

Einstein'ın genel ve özel görelilik teorileri (evrenin nasıl işlediğine dair kurduğu analojiler ve modeller) pek çok koşul altında deneysel delillerle pek çok defa desteklenmiştir. Dolayısıyla bu teorilerin gerçekliği hakkında iyi birer açıklama olduğuna dair büyük bir güvene sahibiz. Fakat bu deneylerin doğruluğu kanıtlanamaz, çünkü kanıt tümdengelime ait bir şeydir.

Hipoteze Dayalı Tümdengelimci Yöntem

Bilim aynı zamanda da hipoteze dayalı tümdengelimci akıl yürütme yöntemi aracılığıyla tümdengelimci biçimde çalışır. Örneğin diyelim ki X'in belirli deneysel koşullar altında oluşacağı tahmininde bulunan bir hipotezim ya da bir modelim var. Deneysel olarak X, bu koşullar altında oluşmazsa bu da teorimin hatalı olduğunu gösterir (tabii ki X'in ortaya çıkmadığı deneysel koşullara güveniyorsam). Bu koşullar altında, hipotezimin ya da modelimin yanlış (ya da en azından eksik) olduğunu kanıtlamış ve burada tümdengelimci akıl yürüterek bu sonuca varmış olurum. Fakat eğer ki X, bu koşullar altında oluştuysa bu durum benim haklı olduğumu değil, yalnızca deneylerin düşüncemin yanlış olduğunu göstermediği anlamına gelir. Artık haklı olduğuma dair güvenim artmıştır ancak yine de emin olamam.

Eğer ki bir gün deneysel deliller Einstein'ın öngörülerine aykırı olarak işlerse hipoteze dayalı tümdengelimci akıl yürütme yöntemi aracılığıyla Einstein'ın teorilerinin doğru olmadığı ya da eksik olduğu çıkarımında bulunabiliriz. Fakat onu haklı gösteren sayısız örnek olsa dahi bu durum Einstein'ın doğru olduğunu göstermez. İşte tam bu noktada da bilim felsefecisi Karl Popper'a kulak vermeliyiz. Popper, bir düşünceyi bilimsel yapanın o düşüncenin yanlışlanabilir olması gerektiğini söyler. Esasen Karl Popper'a göre bilimselliğin ölçütü sanıldığının aksine doğrulanabilirlik değil, yanlışlanabilirliktir.

Popper, bilimin bu özelliğini bilim ile bilim olmayanı ayırt etmede kullanmıştır. Öncülüğünü ettiği yanlışlanabilirlik (falsification) akımına göre bir önermenin bilimsel olabilmesi için potansiyel olarak yanlışlanabilir dolayısıyla sınanabilir olması gerekmektedir. Önermenin öngörüleri olabildiğince kesinlik arz etmelidir. Örneğin “ışık güçlü çekim alanlarının etkisinde bükülür”, “canlılar hücrelerden oluşmuştur” veya “ışık saniyede 300.000 km hızla hareket eder” gibi. Tüm bu önermeler potansiyel olarak yanlışlanabilir yani sınanabilir olduklarından bilimseldir. (İrez ve Turgut, 2012.)

Diğer yandan “yakın zamanda güzel bir haber alacaksınız” gibi bir öngörü için aynı şeyin söylenemeyeceği açıktır. “Yakın zaman” ciddi bir belirsizlik içermektedir ve “güzel bir haber” de aynı şekilde görecelidir. Dolayısıyla potansiyel olarak yanlışlanabilme ihtimali hemen hemen yoktur. İddia sahibi herhangi bir haberi güzel olarak niteleyebilir veya halen beklenmesi gerektiğini ileri sürebilir. Öngörünün gerçekleşmemesi durumunda çeşitli açıklamalarla durumu kurtarma yoluna gidebilir. (İrez ve Turgut, 2012.)

Bu tanımlamalara göre mesela astroloji gibi bilme yollarının sunduğu önermeler tam anlamıyla yanlışlanamayacağından (ya da sınama imkanı olmadığından) bilimden ayrılırlar. (İrez ve Turgut, 2012.)

Karar Kılınmış Olması Kanıtlandığı Anlamına Gelmez

Toplumun bilim kavrayışındaki en büyük yanlışlardan birisi de bir şeyde karar kılınmış olmasının kanıtlanmış olmasıyla eş değer algılanmasıdır. Bu yanılgı ne yazık ki temel bilim eğitimi almış pek çok kişide de görülüyor. Einstein'ın teorilerinde "karar kılınmıştır", bu teoriler kanıtlanmamıştır. Fakat bu durum teorilerin değersiz olduğu anlamına kesinlikle gelmemektedir. Teoriler bilimde ulaşılabilecek en yüksek ünvanlardan birisidir.

Filozof John Dewey, Logic: The Theory of Inguiry kitabında şöyle diyor:

"Bilimsel araştırmada, kararlaştırılacak veya bilgi edilecek olmanın kriteri, , daha ileri araştırmalarda bir kaynak olarak kullanılabilecek şekilde karar kılınmış olmasıdır, karar kılınmış olması ilerideki araştırmaların konusu olmayacağı anlamına gelmez."

Yani bilimsel bir araştırmayı değerli kılan, ortaya koyduklarından ziyade ortaya çıkardığı sorulardır. Doğanın karmaşıklığından dolayı, neden-sonuç ilişkisine dair temel ve basit cümleler kurmak oldukça nadirdir. Örneğin bir teori X'in Y'ye neden olacağı, fakat Y'nin, Z'nin varlığı durumunda ortaya çıkmasının azalabileceği ve hepsinden öte Q'nun varlığında ise hiç ortaya çıkmayabileceği yargısında bulunabilir. Dolayısıyla bu ifadeyi "X, Y'ye neden olur" şeklinde basite indirgemek acemiliktir.

Öte yandan, bazı geniş fikirlerde karar kılınmış olunmasına rağmen, detaylar canlı bir tartışmanın kaynağı olmaya devam ediyor olabilir. Örneğin evrimin gerçek olduğu bütün rasyonel açılardan ortaya konmuştur. Fakat doğal seçilimin nasıl işlediğine dair bazı detaylar hala açıklanmaya devam ediyor. Yani doğal seçilimin bazı detaylarını evrim gerçekliğiyle karıştırmak, bilimden ve bilimsel yöntemden bihaber olmaktır. Aynı durum iklim değişimi araştırmaları için, gezegenin yalnızca ısındığı algısına kapılmak yanılgısında da geçerlidir. Bilimin sunduğu bütün bilgiler (teori, kanun vb.) değişime açıktır. Claxton’a (1991) göre bilimsel bilginin gelişiminde bugün ‘açık ve net bir şekilde’ belli dediğimiz şeyler dün ‘komik’ olarak görülmüş ve yarın ‘yanlış’ olarak anılacaktır. (İrez, Çakır & Doğan, 2007.)

Her ne kadar güvenilir ve dayanıklı olsa da bilimsel bilgi bir katılık ya da mükemmelik ortaya koymaz. Bunun yerine bilimsel bilgi, yeni deliller ya da mevcut delillerin yeniden yorumlanması ya da paradigma değişimleri ışığında değişkendir. Bilimsel bilginin değişebilir doğasından kaynaklı olarak, bilimde “mutlak doğru”lardan söz edemeyiz. Bu aynı zamanda da bilimsel yasa ve teorilerin de değişebileceği gerçekliğini önümüze koyuyor. Teorilerimiz, sonuçları tahmin etmede başarılı olduğunda ve başarılı olan bir üst düzey teorileri oluşturduğunda, onları güçlü birer kaynak olarak temel alabiliriz demektir.

Belirsiz bir dünyada ilerleme kaydetmek zeka belirtisidir ve iklim değişimi bilimi, insan sağlığı bilimi, gezegenimizdeki ekoloji bilimi, bize kesinlik ile hareket etmeyi değil daha sağlam ilerlemeyi tavsiye eder. Dolayısıyla harekete geçmeden önce tümdengelimci kesinliğe yönelik ısrarlar bizi daha güçlü yapmaz, aksine bizi felç eder. 

Bacon sayesinde tümevarım iki yüzyıl boyunca yerleşik bilimsel yöntem oldu. Bu felsefeye göre bilimci, kuramlarını önceden hiçbir varsayım ya da peşin hükme dayanmaksızın, sadece kayıt tutarak, ölçümler yaparak ve gözlemlerini betimleyerek oluşturur. Tümevarımın İngiltere'de revaçta olduğu 19.yy'ın başlarında Darwin, Bacon'ın gerçek bir takipçisi olduğunu ilan etti, ancak gerçekte benimsediği yöntem, aşağı yukarı varsayımsal-tümdengelimli yaklaşımdı. Darwin daha sonra, bu tümevarıma inanan birinin aynı zamanda, "bir çakıltaşı yatağına girip çakıltaşlarını sayabileceğini ve bunların rengini tarif edebileceğini" söyleyerek bu yöntemle dalga geçmiştir. Hiçbir bilimcinin Bacon'ın Novum Organum'da tanımladığı yöntemleri uygulamadığı ya da uygulayamadığını ikna edici bir biçimde savunan Liebig (1863), Baconcı tümevarımı yadsıyan bilimciler arasında göze çarpan ilk isimlerden biriydi.

Salt tümevarımla yeni kuramlar üretilemez. Liebig'in keskin eleştirisi, tümevarımcılığın saltanatına son verdi ve bunun sonrasında, herhangi bir kimse için tümevarımcı (ya da pul koleksiyoncusu) demek, küçültücü bir ifade olarak görüldü. Ancak bu deneysel yaklaşımı eleştirenlerin çoğu, herhangi bir bilimsel çabanın temelini oluşturan verilerin her zamankinden daha çok vazgeçilmez hale geldiği gerçeğini gözden kaçırıyordu; eleştirilmesi gereken bizzat olguların toplanması değil, bunların kuram oluşturmada ne şekilde kullanıldıkları idi. Özellikle biyoloji gibi tarihsel anlatılar kurmaya dayanan bazı bilim dallarında günümüzde kullanılan asıl bilimsel yöntem, temelde tümevarımcıdır.

(...)

20.yy'da çok sayıda bilim felsefecisinin yasalara ya da mantığa dayandırarak yaptığı önerilerden hiçbiri evrimsel biyolojide kuram oluşturmaya uygun değildir. Bu kavrayış 1974'te Popper'ı, hatanın önerilen bilimsel yöntemde değil, "Darwinciliğin sınanabilir bir bilimsel kuramdan çok, metafiziksel bir araştırma programı" niteliği göstermesinde olduğu yargısına götürdü. Aynı zamanda fizik ya da matematik konusunda birikimi olan başka felsefeciler de benzer önermeler dile getirdiler. Popper birkaç yıl sonra fikrini değiştirerek bu sözünü geri aldı ve yaklaşık 40 yıl boyunca egemen olan mantıksal deneycilik felsefesi, Kuhn, Lakatos, Beatty, Laudan, Feyerabend ve diğer felsefecilerin eleştirileri nedeniyle terk edildi. Mantıksal deneyciliğin yaşam bilimlerinde uzun vâdede başardığı şey, birçok biyoloğun bilim felsefesine duyduğu güvensizliği beslemek olmuştu.

Her şeye rağmen bana öyle geliyor ki, belirli bir anda bilim felsefesinde gidişatın ne olduğu konusu, sıradan bir biyoloğu ilgilendirmez. Popper'ın büyük rağbet gördüğü 1950 ve 60'larda, tanıdığım her biyolog Poppercı olduğu konusunda ısrar ediyordu ancak sonuçta her biri yapmak istediği neyse onu yaptı. Etiketler kimi zaman siyasi bakımdan kullanışlı olsa da, genellikle hiçbir anlam ifade etmez.

(...)

Pratiğin içindeki biyolog, hangi felsefe ekolünün önerilerine uyup uymaması gerektiğini sorgulamaz.

(...)

Biyolog, içinde bulunduğu anda, kendisini problemin çözümüne en doğru şekilde götürecek yöntemi kullanır.

- Ernst Mayr (Biyoloji Budur - ISBN: 9786050203608)

Kaynak ve İleri Okuma
  • Bilimin Doğasını Anlamak: Evrim Eğitiminde Bir Önkoşul . İrez, Serhat, M. Çakır, and Özgür Doğan. Biyoloji Eğitiminde Evrim Sempozyumu (2007) http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/ev/bilmindogasini.pdf
  • İrez, S. & Turgut, H. (2012). Fen Eğitimi Bağlamında Bilimin Doğası. Özgür Taşkın(Ed.), Fen ve Teknoloji Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar içinde (s. 243-273). Ankara: Pegem Akademi.
  • Stanford Encyclopedia of Philosophy. https://plato.stanford.edu/entries/popper/
  • American Association for the Advancement of Science (1993). Benchmarks for science literacy. New York: Oxford University Press
  • Rhodes, G. and Schaible (1989). Fact, law, and theory: Ways of thinking in science and literature. Journal of College Science Teaching, 18(4), 228-232 & 288
  • Popper, Karl. The logic of scientific discovery. Routledge, 2005.
  • Popper, Karl Raimund. All life is problem solving. Psychology Press, 1999.
  • Dewey, John. Logic-The theory of inquiry. Read Books Ltd, 2013.
  • Camphell, J. (1968). What is science? New York: Dover Publications.
  • Carey, S. S. (1994). A beginners guide to scientific method Belmont, CA: Wadsworth Publishing Company.
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir