Post Author Avatar
Yusuf Cem Durakcan
Boğaziçi Üniversitesi - Çevirmen/Yazar
Linus Pauling, 1964'te 65 yaşında iken sabahları içtiği portakal suyuna C vitamini eklemeye başladı. Bu, tıpkı kolanın içerisine şeker eklemek gibi bir şeydi fakat Pauling içten içe bunun iyi bir şey olduğuna inandı.

Pauling’in kahvaltıları C vitamini takviyesi eklenmeden önce yazılacak kadar önemli değildi. Sadece, her sabah erken saatlerde kahvaltısını yapar ve California Institute of Technology'de çalışmalarına devam ederdi. Fakat çalışmaları hali hazırda yolunda gidiyordu ve büyük başarılara imza atıyordu.

Örneğin, 30 yaşındayken atomların moleküllerde bir arada durmaları üzerine, kimyanın ve kuantum mekaniğinin fikirlerini birleştiren üçüncü bir temel yolu önerdi. Yirmi yıl sonra, proteinlerin (tüm yaşamın yapı taşları) nasıl yapılandığına dair çalışmaları, 1953'te Francis Crick ve James Watson'ın DNA yapısını (sözü edilen yapı taşlarının kodu) çözmesine yardımcı oldu.

Sonraki yıl, Pauling, moleküllerin nasıl bir arada durdukları konusundaki çıkarımları doğrultusunda Nobel Kimya Ödülüne layık görüldü. Yaptığı çalışmalar sayesinde, University of College London'dan bir biyokimyacı olan Nick Lane 2001 yılında yayımladığı Oxygen isimli kitabında, Pauling hakkında "Pauling ... modern kimyanın temellerini atan 20. Yüzyıl biliminin dev heykeli" yazacaktı.

Fakat daha sonra Pauling’in C vitamini günleri başladı. Pauling, 1970 yılındaki çok satanlara girmiş kitabı How To Live Longer and Feel Better’da, C vitamini takviyesinin yaygın soğuk algınlığından kurtlulmayı sağlayacağını savundu. Günlük 18.000 miligram (18 gram), yani günlük önerilen miktarın 50 katı C vitamini takviyesi kullanıyordu. Kitabın ikinci baskısında, grip de C vitamini ile kolaylıkla tedavi edilebilecek hastalıklar listesine girdi. Hatta, HIV 1980'lerde ABD'de yayılırken, C vitamininin HIV tedavisine bile yardımcı olacağını iddia etti.

1992 yılında, fikirleri Time dergisinin kapağındaydı; ‘’The Real Power of Vitamins’’ yani ‘’Vitaminlerin Gerçek Gücü’’. Artık vitaminlerin kalp ve damar rahatsızlıkları, katarakt ve hatta kanser tedavisinde kullanılabileceğinin çığırtkanlığı yapılıyordu. Daha da teşvik edici olarak, vitaminlerin yaşlanmanın normal yıkımlarını engelleyebileceği de iddia ediliyordu.

Tabii ki, Pauling’in ünü gibi, vitamin desteklerinin satışlarında büyük bir artış meydana geldi. Fakat diğer bir taraftan, Pauling, akademik saygınlığını yitirmeye başlamıştı ve C vitamini ile birçok diğer besin desteğinin arkasında duran araştırmaların sayısı da oldukça azdı. Aslında, Pauling portakal suyuna eklediği her bir kaşık besin desteğiyle, vücuduna zarar veriyordu. Yani Pauling’in vitaminler hakkındaki fikirleri yalnızca yanlış değil, tehlikeliydi de.

Pauling teorilerini C vitamininin antioksidan oluşu ile temellendiriyordu. Antioksidanların faydalarının, serbest radikaller olarak adlandırılan oldukça reaktif molekülleri nötralize etmesinden kaynaklandığı düşünülüyor.

1954 yılında Rebeca Gerschman serbest radikallerin insan vücudu için muhtemel tehditler oluşturduğunu belirledi. Birkaç yıl içerisinde yapılan çalışmalarda da serbest radikallerin hücresel bozunuma, hastalıklara ve nihayetinde de yaşlanmaya sebep olabileceği öne sürüldü.

20. yüzyıl boyunca, bilim insanları, bu fikri sürekli geliştirdiler ve kısa sürede bu fikirler kabul gördü.

Bu olayı kısaca detaylandıralım. Süreç, hücrelerimizin içerisinde bulunan küçük yanma motorları olan mitokondrilerde başlıyor. Mitokondrilerin içinde besin ve oksijen su, karbondioksit ve enerjiye dönüştürülüyor. Bütün karmaşık yaşamların yakıtını sağlayan bu mekanizma, respirasyon.

Ancak bu, göründüğü kadar da basit değil. Yiyecek ve oksijene ek olarak, negatif yüklü parçacık akışına ihtiyaç vardır. Tıpkı su değirmenini çalıştıran su akışı gibi olan bu hücre içi akış, her biri mitokondrinin içine gömülmüş dört protein tarafından düzenlenir ve nihai ürün olan enerji üretimine güç sağlanır.

Bu reaksiyon, yaptığımız her şeyin yakıtını sağlar. Fakat bu süreç mükemmel değildir. Hücre içerisindeki elektron akışından bazı sızıntılar gerçekleşir ve bu sızan elektronlar yakındaki oksijen molekülleri ile reaksiyon verebilir. Bu durumun sonucunda, serbest elektronlu ve radikal olarak reaktif moleküller olan serbest radikaller oluşur.

Tekrar kararlılığını sağlayabilmek için, serbest radikaller etraflarındaki yapıları tahrip ederler. Kendi yük dengelerini sağlayabilmek için DNA ve proteinler gibi hayati öneme sahip moleküllerden elektron koparırlar. Her ne kadar serbest radikallerin üretimi oldukça küçük ölçekte gerçekleşse de, birçok bilim insanı bu radikallerin mutasyonlara sebep olarak bütün vücuda zarar vereceği, nihayetinde de yaşlanmaya ve kanser gibi yaşlanma ilişkili hastalıklara sebep olabileceği önermesinde bulunuyor.

Kısacası, oksijen hayat nefesimizdir. Fakat aynı zamanda bizi yaşlı, kuvvetten düşmüş ve nihayetinde de ölü yapma potansiyeline sahiptir.

Serbest radikaller yaşlanma ve hastalıklarla olan ilişkisi ortaya çıkartıldıktan kısa süre sonra, vücutlarımızdan atılması gereken düşmanlar olarak görülmeye başlandılar. Çözüm de hemen arkasından geldi, antioksidanlar. Serbest radikallerin vereceği zararlardan insanları koruyabileceği iddia edilen antioksidanlar üzerine birçok araştırma yapıldı. Araştırmalardaki yöntemler farklı da olsa sonuç büyük ölçüde aynıydı, fazla antioksidanın yaşlanmanın etkilerini azalttığı ya da hastalıklardan koruma sağladığı ile ilgili iç rahatlatan bulgulara ulaşılamadı.

Peki insanlarda durum nasıl? İnsanlar üzerindeki etkilerin daha net anlaşılması için, sağlık durumlarının uzun süreli izlenmesi ile veriler toplanması gerekiyor.

Her ne kadar çalışılması zor bir alan olsa da, 1970’lerden günümüze, antioksidan besin takviyelerinin insan sağlığı üzerine etkilerinin incelendiği birçok çalışma yapıldı.

Örneğin, 1994 yılında yapılan bir araştırmada 50’li yaşlarındaki 29.133 birey üzerinde çalışmalar yürütüldü. Katılımcıların tamamı sigara kullanıyordu fakat katılımcılardan yalnızca bazılarına beta-karoten besin desteği verildi. Çalışmanın bulgularına göre, besin desteği alan grupta akciğer kanserine yakalanma oranı %16 daha fazlaydı.

Benzer sonuçlara Amerika’daki postmenopozal kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada da ulaşıldı. 10 yıl boyunca her gün folik asit besin desteği alan kadınlarda göğüs kanserine yakalanma ihtimali, bu besin desteğini almayan kadınlara göre yaklaşık %20 daha fazlaydı.

Daha kötüsü de var. Sık sigara içen 1.000 birey üzerinde yapılan ve 1996 yılında yayımlanan bir araştırma, planlanan tarihten yaklaşık 2 yıl erken sonlandırıldı. Çünkü 4 yıl boyunca beta-karoten ve A vitamini desteği verilen katılımcılarda akciğer kanseri oranı %28 ve ölüm oranı da %17 arttı.

Bu rakamlar sizin için bir şey ifade etmediyse, çalışmada olanları daha da detaylandırabiliriz. Plasebo etkisiyle karşılaştırılınca, bu iki besin desteğini alan katılımcı grubundan her yıl yaklaşık 20 insan daha fazla öldü. Çalışmanın dört yıl sürdüğünü hesaba katınca, bu destekleri kullanan katılımcılar içerisinde 80 daha fazla ölüm görüldü. Araştırmayı yürüten bilim insanlarının o zamanlar yazdıkları aslında durumu özetliyor: ‘’Hali hazırda elde edilen bulgular, beta-karoten ve A vitamini besin desteğinin kullanılmaması için bol miktarda sebep sağlıyor.’’

Ölümcül Düşünceler


Tabii ki, yukarıda bahsettiğimiz kayda değer üç araştırma, bütün hikayeyi anlatmıyor. Antioksidan kullanımının faydalarını gösteren, özellikle sağlıklı beslenmeye erişimin olmadığı popülasyonlarda yapılan, araştırmalar da mevcut.

Fakat çeşitli antioksidanların etkilerinin değerlendirildiği 27 klinik araştırmanın incelendiği 2012 yılından bir çalışmaya göre, elde edilen bulgular, bu besin desteklerinin tercih edilebileceği çıkarımını yapmamızı sağlamıyor.

Bu 27 araştırmadan 7 tanesinde bu desteklerin fayda sağlayabileceği savunulurken, 10 tanesinde herhangi bir fayda ya da zarar sağlamayacağı belirtilmiş- yani bu 10 araştırmaya göre antioksidan kullanımı ile sakız çiğnemek neredeyse aynı etkiye sahip. Geriye kalan 10 çalışmada ise bu besin desteklerini kullanan katılımcıların durumlarının daha kötüye gittiğinin bulgularına ulaşılmış.

Yani antioksidan kullanımı, hastalıkların tedavisinde ya da vücudun yenilenmesinde bir mucize yaratmayacak. Yazının başında uzun uzun bahsettiğimiz Linus Pauling’e geri dönelim. Linus Pauling’in bu çalışmaların birçoğundan haberi olmadı. Çünkü kendisi, 1994 yılında prostat kanserinden hayatını kaybetti. Yani kullandığı C vitamini kendisini bu kanserden kurtaracak tedaviyi sağlamamıştı.

Tabii ki Pauling’in kanser olması ile kullandığı vitamin desteklerinin bir bağlantısı olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Fakat halihazırda yapılmış ve antioksidan kullanımı ile kanseri bağdaştıran çalışmalar mevcut. 2007 yılında yayımlanan ve US Natonal Cancer Institute tarafından yapılan bir araştırmanın bulgularına göre, multi-vitamin kullanan erkeklerin, bu vitaminleri kullanmayanlara göre prostat kanserinden olma oranı yaklaşık 2 kat daha fazla. 2011 yılında yayımlanan ve 35.533 sağlıklı erkek üzerinde yapılmış benzer bir araştırmaya göre de, E vitamini ve selenyum besin destekleri kullanan erkeklerin prostat kanserine yakalanma riski %17 daha fazla.

Harman’ın serbest radikaller ve yaşlanma ilişkisini gösterdiği teorisine geri dönelim. Bu araştırmada yaşlanmaya sebep olan serbest radikaller (oksidanlar) ve antioksidanlar arasındaki ilişkiyi biraz daha detaylandıralım.

Antioksidan doğal bir tanım değil, sadece bir adlandırma. Pauling’in tercihi olan C vitaminini ele alalım. Doğru dozdaki C vitamini, fazla yüklü serbest radikallerin serbest elektronlarını kabul ederek nötralize olmalarını sağlayabilir. Yani C vitamini kendisini feda ederek serbest radikallerin hücrelerinize zarar vermesini engelleyebilir.

Fakat bir elektron kabul etmesiyle, C vitaminin kendisi de serbest radikale dönüşür ve hücre zarlarına, proteinlere ve DNA’ya zarar verebilir. Zombi serbest radikallere kendisini feda eden C vitamini de zombiye dönüşür.

Normal durumlarda, C vitamini indirgeyici enzimi, C vitaminini antioksidan karakterine yeniden dönüştürebilir. Fakat, fazla miktarda C vitamini ile, indirgeyici enzim başa çıkamaz.

Vücut Savunması


Antioksidanların karanlık tarafı var ve serbest radikallerin kendilerinin de sağlığımız için gerekli olduklarını gösteren bulgular artıyor.

Serbest radikallerin moleküler mesajcılar olarak kullanıldıkları artık biliniyor. Yani serbest radikaller, sinyalleri bir hücre bölgesinden diğerine iletiyor. Bu rol dahilinde, serbest radikallerin bir hücrenin yaşamı boyunca hayati öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Serbest radikaller olmadan, hücreler kontrolsüz şekilde büyümeye ve bölünmeye devam ederler. Bu durumu tarif ettiğimiz bir kelime de mevcut; kanser! Ayrıca serbest radikallerin yokluğunda enfeksiyonların da kolaylıkla hedefi olabiliriz.

İstenmeyen bakteri ya virüslerin mevcudiyetinde, serbest radikaller doğal olarak yüksek sayılarda üretilirler ve sessiz birer savaş borusu görevi görürler. Buna cevap olarak da, bağışıklık sistemimizin öncü savaşçıları olan makrofajlar ve lenfositler vücudumuzu savunmaya geçerler.

Tabii ki serbest radikallerin görevi bu kadarla da sınırlı değil. İstenmeyen mikroorganizmalar hücre içerisinde sıkıştırıldığı zaman, serbest radikaller en iyi bildikleri işi yapmak için yani hasar verip öldürmek için görev alırlar. Kısacası, sağlıklı bir bağışıklık sisteminin olması için serbest radikallerin varlığına ihtiyacımız var. Dolayısıyla antioksidanlar kullanıp serbest radikallerin olmadığı bir vücuda sahip olmayı hedeflemek iyi bir fikir olmayabilir.

Bu yazıdan vitaminlerin sağlığımız için zararlı olduğu çıkarımını yapmak tabii ki doğru olmayacaktır. Burada bahsedilenlerin dışarıdan alınan vitamin destekleri olduğunu söylemekte fayda var. Yani sağlıklı yaşamak ve sağlıklı yaşayım derken sağlığınızdan olmamak istiyorsanız, vitamin desteklerini kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışın ve gerektiği miktarda gerektiği şekilde bu vitaminleri almaya gayret gösterin.




Kaynaklar ve İleri Okuma:

HARMAN, D. (1972), The Biologic Clock: The Mitochondria?. Journal of the American Geriatrics Society, 20: 145–147. doi:10.1111/j.1532-5415.1972.tb00787.x

The Effect of Vitamin E and Beta Carotene on the Incidence of Lung Cancer and Other Cancers in Male Smokers The Alpha-Tocopherol Beta Carotene Cancer Prevention Study Group.
N Engl J Med 1994; 330:1029-1035 April 14, 1994 DOI: 10.1056/NEJM199404143301501

Young-In Kim, Does a High Folate Intake Increase the Risk of Breast Cancer?. Nutrition Reviews, 468-475 DOI: http://dx.doi.org/10.1111/j.1753-4887.2006.tb00178.x First published online: 1 October 2006

Risk Factors for Lung Cancer and for Intervention Effects in CARET, the Beta-Carotene and
Retinol Efficacy Trial. JNCI J Natl Cancer Inst (1996) 88 (21): 1550-1559. doi: 10.1093/jnci/88.21.1550

Villanueva, C and Kross, R. D. (2012), Int. J. Mol. Sci. 2012, 13, 2091-2109; doi:10.3390/ijms13022091

Surviving Antioxidant Supplements, JNCI J Natl Cancer Inst (2007) 99 (10): 742-743.
doi:10.1093/jnci/djk211

Vitamin E and the Risk of Prostate Cancer, JAMA. 2011;306(14):1549-1556. doi:10.1001/jama.2011.1437




Bu içerik BilimFili.com yazarı tarafından oluşturulmuştur. BilimFili.com`un belirtmiş olduğu "Kullanım İzinleri"ne bağlı kalmak kaydıyla kullanabilirsiniz.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir