Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

İngiliz ressam Samuel Palmer 1861 yılında 19 yaşındaki çocuğunu kaybettikten sonra, kaybını "yaşamının dönüm noktası" olarak tanımladı. Arkadaşına yazdığı bir mektupta acısını şöyle tarif ediyordu:

"Bir gece rüyamda, sevgili More'un tekrar hayatta olduğunu gördüm, boynuna sarıldım ve bütün endişelerin uzağında oğlumu kucağıma aldım. Olayın üzerine gittik ve Abinger'deki cenaze töreninin ve ölümün bir kurmaca olduğu sonucuna ulaştık. Bir saniye sonra, beni her sabah uyandıran çan... Uyandım ve bütün sevincim kursağımda kaldı; More ölmüştü! More ölmüştü!"

Palmer'in trajedisi, üzücü kayıplar yaşayan herhangi birisinde muhtemelen bir yankı uyandırır. Üzüntü; bir ebeveynin iç ızdırabından bir çocuğun kısa süreli duygu durum haline kadar evrensel bir duygudur. Öte yandan yüzdeki ifadesiyle de yoğun bir yansıma yaratır. Peki, bir duygu; neden insanların ağlamasına, canının sıkılmasına, iştahının kesilmesine ve dış dünyadan uzaklaşmasına neden olur ki?

Psikologlar, Freud'dan beri bu soruların cevaplarını arıyorlar ve oldukça ikna edici cevaplara ulaşmış durumdalar. Esasında, üzüntü -- en azından hafif türde olanı-- hafızaları işlemede, belirsiz sosyal durumları seyretmede ve hatta renk yargılarımızı çarpıtan bilişsel ön yargılarımızı yok etmede bize yardımcı olabilir. Daha da etkileyici bir biçimde, üzüntünün faydaları major depresyon korkusunu açıklayabilir.

Üzüntünün Evrimi

Atalarımızı hayatta tutmak için duyguların nasıl evrimleştiğini hayal etmek zor değildir. Sağlıklı bir korku duygusu olmayan Paleolitik dönemdeki bir kişiyi düşünün; genetik soyunu devam ettiremeden bir uçurumdan aşağıya düşmesi ya da bir ayı tarafından parçalanması daha muhtemeldir. Aynı şekilde; zevk, bizi, başarılı bir üreme için önemli olan davranışlara sevkeder, yemek yemek ve seks yapmak gibi. Evrimsel kuramcılar üzüntünün de hayati bir rol oynayabileceğini ileri sürüyor.

1940larda ve 1950lerde yapılan çalışmalarda, İngiliz psikolog John Bowlby; bağlanma teorisini geliştirdi. Bebek ve çocukların kendilerini koruma altında tutmak için bakıcısına yakın durmasını öne atan bu teori bugün hala etkinliğini koruyor. Sağlıklı bir bağlanmada, bakıcı (anne ya da baba) çocuğun ihtiyaçlarına duyarlıdır ve çocuk da güvenli bir mesafeden ayrılmayarak bakıcısının etrafında kendisini rahat hisseder, çünkü güvenliğinin bakıcısının yanında olmaya bağlı olduğunu bilir. Buradan bakınca, üzüntü; bağlanmayı işler hale getiren bir duygudur. Üzüntü, bir kayba (örneğin; ebeveyn figürünün kaybı) eşlik eder ve üzgün kişiyi kaybına çare bulmaya (örneğin; annenin nereye gittiğini aramak) teşvik eder. Elbette ki, eğer ki ortadan kaybolan kişi ölmüşse, bunun bir çaresi yoktur.

Bowlby; 1980 yılında çıkan "Attachment and Loss, Volume III: Loss, Sadness and Depression" kitabında şöyle diyor:

"Sevilen bir kişinin kaybı herhangi bir insanın yaşayabileceği en yoğun ve acı verici deneyimlerden birisidir."

Bu açıdan bakınca, üzüntü, birbirimizle bağlar oluşturabilme yetimiz için ödediğimiz bir bedeldir. Ve bu bedel bazen çok ağır olabilir: Bowlby, bebeğini kaybeden ve 1-2 yıl sonra tekrar bulan 56 İsveçli annenin katıldığı ve katılımcıların üçte birinin depresyon ve anksiyete gibi ağır psikiyatrik bozukluklar yaşadığını aktarıyor.

Öte yandan, üzüntü, kaybını sosyal dünyada aramanın bir yolu şeklinde olabilir. Bazı psikologlar; üzüntünün yardım istemek için ağlamaya evrildiğini ileri sürüyorlar.  Ve göz yaşları; "Heyy, ben iyi değilim."demenin bir yolu olabilir. Örneğin; 2009 yılında Evolutionary Psychology 'de yayımlanan bir çalışmada, araştırma ekibi; göz yaşlarının bağları güçlendirmenin ve hassaslığın sinyali olduğu bulgusuna ulaştı ve aynı dergide, 2013 yılında yayımlanan bir çalışmada ise; gözü yaşlı bir yüz resmi yalnızca milisaniyede ekranda gösterilip kaldırıldı, ki bu zaman göz yaşlarının bilince kaydedilmesi için oldukça küçük bir zamandır. Deney sonucunda ise; yüzdeki ifade üzgün ya da nötr olsun, göz yaşlarının, katılımcıları -- fotoğraftaki kişinin ağlayıp ağlamadığını bilinçli olarak farketmeseler bile--daha sonradan aynı kişinin göz yaşı olan yüz ifadesinin göz yaşı olmayan yüz ifadesine kıyasla daha fazla sosyal desteğe ihtiyaç duyduğunu belirtmeye teşvik ettiği görüldü.

"Mavi" Hissetmenin Faydaları

Büyük bir kayıpla gelen üzüntü, oldukça derin ve genellikle yıkıcıdır. Öte yandan ise, hafif üzüntü faydalı olabilir. University of New South Wales'ten psikolog Joe Forgas'a göre; hafif üzüntü; mevcut durumun yeni, alışılmadık ve zorlayıcı olduğunu gösteren bir alarm sinyali gibidir. Bu sinyal beyni alarm halde tutar. Üzgün insanlar; detaylara dair daha tutarlı bir izlenim sahibidirler. Forgas ve beraberindeki araştırma ekibi, üzgün insanların kafa karıştırıcı olaylarda daha güvenilir tanıklar oldukları bulgusuna ulaştılar. Ayrıca üzgün insanların; yaygın bilişsel tuzaklara --örneğin; tıpkı yakışıklı birisinin hoş olması gerektiğine inanmak (Halo etkisi) gibi ya da ilk bilgiyi sonradan verilen bilgiden daha iyi hatırlama gibi (primacy -öncelik- etkisi)-- düşmeleri daha az olasıdır.

Bazı durumlarda, üzüntü sizi daha iyi bir kişi bile yapabilir. 2010 yılındaki bir çalışmada, Forgas ve ekibi, katılımcılardan; kişiye belli bir miktar paranın verildiği ve sonrasında ne kadarını kendisine saklayıp ne kadarını partnerine vermesi gerektiğine karar vermeyi içeren bir diktatörlük oyunu oynamalarını istediler. Genel olarak, insanların bir miktar parayı partnerlerine vermeleri bizlerin tamamen açgözlü ya da bencil olmadığımızı gösterir. Forgas'ın dizayn ettiği oyunda ise, bazı katılımcılar mutlu duygu durum halindeyken bazıları da üzüntü içerisindeydiler. Ve şaşırtıcı bir biçimde, duygusal olarak daha düşük bir modda olan insanlar mutlu insanlara kıyasla daha fazla parayı paylaştılar.

Araştırmacılar üzgün insanlara dair; daha dışa açık bir halde oldukları, bununla birlikte sosyal normları daha çok göz önünde bulundurdukları  ve partnerlerinin kendileri hakkında ne düşüneceğini mutlu katılımcılara kıyasla daha fazla önemsedikleri saptamasında bulundular.

Daha Derine İniyoruz: Depresyon Neden Vardır?

Üzüntünün belli bazı faydaları varsa da, söz konusu depresyon olduğunda tablo biraz daha belirsizleşiyor. 2007 yılında Emotion 'da yayımlanan bir araştırmada; major depresyonun, insanları, diğer insanların duygularını anlama noktasında daha az tutarlı bir hale soktuğu ve işler belleğin çalışmasında zayıflamaya, bilişsel kontrolde hasara sebep olduğu bulgusuna ulaşıldı.

Major depresyon aynı zamanda ölüme de sebebiyet verebilir ve intihar için en büyük risk faktörünü oluşturur. Öyleyse akıllara şu soru geliyor: Oldukça zayıflatıcı olan bu tarz bir vaka neden bu kadar sık ortaya çıkıyor? National Institute of Mental Health (NIMH) 'e göre; yaşam boyu depresyon deneyimleme riski %16 civarında geziniyor. Öte yandan NIMH verilerine göre; vakanın başlama yaşı 32, ve gençlerin %3.3'ü ağır depresyon yaşıyorlar.** Bu rakamlar da evrimsel kuramcıların bazı sorularını gündeme getiriyor.

Washington State University'den biyoantropoloji laboratuvarından Ed Hagen şöyle diyor:

"20 yaşında, herhangi bir salgın işareti göstermeyen, herhangi bir yaralanması olmayan tamamen sağlıklı görünen bir kişinin oldukça yüksek oranlarda ciddi bir beyin işlev bozukluğu göstermesi gerçekten garip bir durum. Acaba çok genç yaşlarda gerçekten de beynimiz bu derece işlevsel bozukluk gösteriyor olabilir mi?" Hagen'in bakış açısına göre; depresyon yaşama sıklığı hastalığın bize önemli bir şey gösterdiğini ortaya koyuyor: Ayak bileğindeki bir kırık ağrısı gibi, çok daha derinden gelen ve onarılması gereken bir hasar. "

Eğer kırık bir ayakla herhangi bir sorun yaşamadan yürürseniz, ayağınızı daha kötü bir hale sokarsınız. Eğer aptalca bir hata yaptıysanız ve ayağınızı kırdıysanız, bunun üzerinde düşünür ve bir dahaki sefere aynı hatayı yapmamaya çalışırsınız. Öte yandan zihinsel bir acı da aynı şeyi amaçlayabilir. Hatta intihar girişimleri bile birilerine derinlerde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu ve derhal değişmesi gerektiği sinyalini vermenin en uç noktasıdır. Bu demek değil ki depresyon tedavi edilmemeli ya da  insanlar depresif bir vakadan kendi başlarına çıkacak bir yol bulabilmeliler. Fakat evrimsel kuramcılarla aynı bağlamda düşünmeyen araştırmacılar da var.

Bazı araştırmacılara göre, depresyon kırık bir bacak ağrısından ziyade daha çok kanser gibidir. Hoş olmayan ancak faydalı bir sinyalden ziyade, depresyon amok hali ortaya çıkaran normal bir üzüntüdür. Tıpkı kanserde normal hücrelerin kontrol dışı çoğalması gibi. Fakat depresyon biraz daha karmaşıktır ve hastalığa sebep olan birçok genetik yol vardır. Ve genetik karmaşıklaştığında, özellikler yardımcı olmaktan ziyade daha çok zararlı olmaya başlarlar. Forgas'a göre; depresyon başa çıkmayı zorlaştıran ve intihara sürükleyen çok ciddi bir hastalıktır. Ve muhtemel faydaları da sebep olduğu zararın yanında rastlantısal ve önemsizdir.

Depresyonun fazla bir yüzdede görülmesini açıklayan üçüncü bir metafor ise Hagen'den geliyor. Hagen'e göre; depresyon diyabet ya da obezite gibidir. Yani beyinlerimiz evrimleştikçe modern çevremizin atalarımızın çevresiyle uyuşmamasıyla ortaya çıkan durumun yansımasıdır.  Yağlı ve şekerli gıdalara erişimin kolaylığı ve bu gıdaları isteyen bir şekilde gerçekleşen beyin evrimimiz, yüksek obezite oranlarının da görülmesine sebep oluyor. Aynı şekilde, depresyon giderek daha da yaygın hale gelen şehir yaşamıyla bağlantılıdır. Bunun yanı sıra modern yaşam daha izoledir ve atalarımızınkinden daha az aktiftir. Bu faktörler depresyonun görece "şaha kalkmasının"nedenini açıklamamızda bize yardımcı olabilir. Yani evrimleştiğimiz çevre ile modern çevre arasında ciddi bir uyumsuzluk var ve bu uyumsuzluk da beynimizin modern koşullara yeterince adapte olamadığının bir göstergesi olabilir.

Depresyonun görece faydalarının olması tartışmaları da beraberinde getirirken, öte yandan üzüntünün faydaları da ilgiyi hak ediyor. Evrimsel açıdan bakınca; sabit bir mutluluk arayışının "kültürel takıntısının" bir hata olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar iyi bir neden için oldukça çeşitli etkin duygusal tepkiler evrimleştirmiştir ve hafif negatif etkileri (hafif üzüntü gibi) yaşamın bir parçası gibi kabul etmeliyiz. Hagen bir başka önemli noktanın da altını çiziyor ve medyadaki pozitif etkiye dair sunulan popüler eğilimin aslında daha fazla acının ortaya çıkmasına sebep olabileceğine değiniyor. Çünkü ulaşılması zor standartlar, paradoksal bir biçimde daha fazla hayal kırıklığına yol açar. Belki bu durum için mevcut ekonomik sistemin propagandif amaçlarını da göz önünde bulundurmamız gerekir. Nihayetinde, sağlıklı düşünemeyen ve depresyonla boğuşan bir beyin, makro düzeyde yolunda gitmeyen şeylere odaklanma sorunu yaşar.

**Veriler ABD toplumundan elde edilmiştir.
Kaynak ve İleri Okuma
  • Pappas, S. "The Surprising Benefits of Sadness." Braindecoder. (Reached on 2016, June 24)" https://www.braindecoder.com/post/is-sadness-ok-1353643208
  • Hasson, Oren. “Emotional tears as biological signals.” Evolutionary Psychology 7, no. 3 (2009): 147470490900700302.
  • Balsters, Martijn JH, Emiel J. Krahmer, Marc GJ Swerts, and Ad JJM Vingerhoets. “Emotional tears facilitate the recognition of sadness and the perceived need for social support.” Evolutionary Psychology 11, no. 1 (2013): 147470491301100114.
  • Tan, Hui Bing, and Joseph P. Forgas. “When happiness makes us selfish, but sadness makes us fair: Affective influences on interpersonal strategies in the dictator game.” Journal of Experimental Social Psychology 46, no. 3 (2010): 571-576.
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir