Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör
Hafıza, yaşamımızdaki bütün deneyimlerin bir ağ oluşturması, soyutlanması ve sentezlenmesidir. Bu, bizi insan yapan özelliklerden birisidir, otobiyografimizdir. Dolayısıyla, spesifik bir ortama özgü geçmişteki bir uyaranla yeniden karşılaşılması, geçmiş ile yeniden temasa geçme ve kitabı tekrardan okuma hissi oluşturur.

Hayatımız boyunca, sonrasında davranışlarımızı şekillendiren yığınla tecrübe sahibi oluruz. Bu derslerin bazıları -örneğin; elimizi neden sıcak bir sobaya ya da demire dokunmamız gerektiği gibi- çok hızlı öğrenilirken, bazıları ise daha otobiyografik deneyimler olarak kaydedilir ve hafızalar olarak hatırlanabilir.

Bu hafızalar, geri çağırılabilir ve betimlenebilir. Tıpkı doğum günlerimizde tam olarak ne yaptığımızı ya da tatilden kalan hatıralarımızı hatırlamamız gibi. Öte yandan bizim için tamamen yeni olan bazı davranışları ve belirli eylemleri --örneğin; bisiklet sürmek ve otomobil kullanmak gibi-- gerçekleştirmeyi de öğrenebiliriz. Bu eylemler kas hafızası olarak ya da "bildirimsel olmayan" bellek şeklinde düşünülebilir.

Unutulan fakat silinmeyen


Ne var ki; bütün hafızalarımızı ve deneyimlerimizi hatırlamayız. Hayatımız boyunca kendimizi pek çok defa çok temel bilgi gerektiren sorulara cevap ararken ve bu bilgi boşluklarının nereden kaynaklandığını düşünürken buluruz. Örneğin; pek çoğumuz okulda geçirdiğimiz bütün o zamanlara ve yıllar önce bu bilgiye sahip olmamıza rağmen --örneğin-- üçgenin belirli bir açısını nasıl bulabileceğimizi ya da mikroskobik canlıların yaşam koşullarının neler olduğunu hatırlayamayız.

Peki, öğrendiğimiz bu bilgileri neden kaybediyoruz? Bu bilgiler beynimizde hala erişilebilir durumda mıdır yoksa tamamen yok mu olmuştur?

Bu sorulara cevap verebilmemiz için hafızamıza dair biraz daha derinlemesine bakmamız gerekir. Hafızayı, iki bileşeni olan bir fenomen olarak düşünebilirsiniz. Bu bileşenlerden birisi, bir hatıranın kodlanma süreci olan; depolama (kaydetme), diğeri ise geri çağırma süreci olan; hatırlamadır. Bir deneyimin ardından, hafızalarımız öncelikle kısa süreli belleğimizde depolanır ve ardından da uzun süreli belleğimize transfer edilebilir.

Kısa süreli hafızamız, sınırlı kapasiteye (yaklaşık 7 öge) ve sınırlı süreye (15-30 saniye) sahiptir. Kısa süreli hafızamız, kapasitesi bakımından iki şekilde test edilmiştir.  Bunlardan ilki 1956 yılında Geoger Miller tarafından yapılan deneyler sonucunda aynı anda hafızada tutulabilecek "öge sayısı" şeklinde ortaya çıkarılmıştır. Miller; kısa süreli hafızamızda aynı anda tutabileceğimiz öge sayısına ilişkin "sihirli" sayı 7 yaklaşımını öne sürmüştür. Yapılan deneylerde, kısa süreli hafızamızın 7 öge limiti vardır ve bu kapasite, +-2 şeklinde değişebilir. Bu ögeler; harfler olabilir, kelimeler olabilir, kısa cümleler ya da sayılar olabilir. Yani kısa süreli hafızamızda aynı anda 7 harf, 7 sayı veya 7 kelime tutabiliriz.

Çoğu yetişkin, kısa süreli hafızasında aynı anda 5 ila 9 arasında ögeyi depolayabilir. Kısa süreli hafızaya dair bir diğer kapasite sınırlılığı ise süreye dairdir. Atkinson ve Shiffrin tarafından 1971 yılında yapılan araştırmada, kısa süreli hafızamızın süre kapasitesi 15 ila 30 saniye arasındadır. Bu süreden sonra, bilgi sözlü olarak tekrarlanmadıkça (tekrarlama); bozulur ve kaybolur. Sonrasında kısa süreli hafızada kalan bilgi uzun süreli hafızaya geçebilir. Burada tekrarlama önemlidir, çünkü tekrarlama bilginin kısa süreli hafızada kalma süresini her defasında daha fazla uzatır.

Bu yüzden, bir bilgi, pratik yaparak öğrenilebilir ve bu durum birkaç gün sonra yapılacak bir testte o bilginin hatırlanmasını kolaylaştırır. Ancak, hafızanın gücü, bir şeyi gelecekte hatırlayıp hatırlamayacağımızı tahmin etmede yanıltıcıdır.

Simpsons dizisini izleyen herkes Homer Simpson'ın hafızayla ilgili sürekli sorunlar yaşadığını ve onun "D'oh" anlarını bilir. Aşağıdaki videoda Homer, esasında hafızayla ilgili bir gerçeği dile getiriyor:



"Ne zaman yeni bir şey öğrensem, öğrendiğim şey bazı eski bilgileri beynimden dışarı atıyor." --Homer Simpson

Homer'ın bu iddiası, yeni hafıza edinmenin önceden saklanan bilgilere müdahale ettiğini ve insan beyninin ne kadar bilgiyi saklayabileceğinin bir sınırı olduğunu gösteriyor. Çünkü beyin, son derece sofistike bir yapıya ve işleyişe sahiptir. Bazen yeni bilgiler, “kalabalıkları yararak içeride ilerlemek” yerine, eski bilgilerin “dışarıya” atıldığı ve kendileri için “rezerve edilen yerlere” oturduğu bir süreci yaşar.

Geçmişte yapılan çalışmalar, yeni bir şey öğrenmenin bir yandan da unutmaya neden olduğunu ortaya koymuştu. Ancak bu sürecin nasıl gerçekleştiği ise ancak nörogörüntüleme teknikleri kullanıldığında açığa kavuştu.

Teorik olarak, uzun süreli hafızamız limitsiz olabilir ve hatırlamada yaşadığımız temel kısıtlılık; söz konusu hafızanın beyinde bulunabilirliğinden ziyade erişilebilirliği üzerinedir. Beynimiz, hafızaları kodlayan ve onları depolayan bir ağ biçimde beraber çalışan milyarlarca hücreye sahiptir. Bilişsel psikolojide unutmaya ilişkin "geriye doğru ket vurma" olarak bilinen ve yeni hafızaların kodlanlamasının daha önce kodlanan hafızaların hatırlanmasına bir müdahalede bulunduğunu ileri süren bir teori vardır. Bu müdahale, belirli bir hafızanın ifade edilme noktasında geri çağrılmasını etkiler. Dolayısıyla, yeni bir hafıza, eski bir hafızanın hatırlanmasını engeller.

Geri Çağırma Hatası


Geri çağırma hatası, bilginin uzun süreli hafızada bulunuyor, ancak erişilemiyor olmasıdır. Bir hafıza oluşturduğumuzda, aynı zamanda da içerisinde bulunulan koşulları ve çevreyi de öğreniriz. Öğrenilen bu fenomenler, söz konusu hafızaya dair geri çağırma işaretleri oluşturur. Bu işaretler, mevcut hafızanın hatırlanmasında tetikleyici görevi üstlenir ve onlar olmadan söz konusu bilgiye erişilemeyebilir. Bu işaretler, hafızanın geri çağırılabilmesine yardımcı olabilen ipuçları olarak "davranır".

Çevrenin hafıza üzerindeki etkisi, gündelik yaşamımızın pek çok deneyiminde belirgin bir biçimde karşımıza çıkar. Daha önceden ziyaret ettiğiniz bir yeri, yeniden ziyaret ettiğinizde, bir önceki deneyiminizde yaşadığınız olaylara dair hafızalarınız büyük olasılıkla yeniden oluşur. Ve aslına bakarsanız, çevresel bağlamın hafıza üzerindeki etkisi de psikoloji araştırmalarında pek çok kez ortaya konulmuştur. 1975 yılında, Godden ve Baddeley tarafından yürütülen ve oldukça klasikleşen bir deneyde, araştırmacılar, dalgıçlardan, suyun altında ya da üstünde bir dizi kelimeyi ezberlemelerini istedi. Sonrasında ise, dalgıçlardan her iki çevrede de (suyun altında ve suyun üstünde) ezberledikleri bu kelimelerden hatırlayabildikleri (serbest hatırlama) kadarını yazmaları istendi.  Deney sonucunda, dalgıçların en iyi hatırlama performansını; çevresel bağlam ile uyum sağlandığında gerçekleştirdikleri görüldü. Örneğin, dalgıçlar karaya çıktıklarında karadayken ezberledikleri kelimeleri daha fazla hatırlayabildi.

Bilginin hatırlanması gereken durum, bilginin kodlandığı zamandan çok farklı olduğunda, unutmak en iyisidir. Yani, okul ortamında öğrendiğimiz bir bilginin, "gerçek hayatta" hatırlanması pek de kolay olmayabilir. Bu yüzden, üçgenin bir açısını hesaplamanız gerektiğinde ya da mikroskobik canlıların yaşam koşullarını hatırlamanız gerektiğinde, bu bilgileri öğrendiğiniz zamandaki aynı çevreyi tekrar deneyimlediğinizde daha kolay olabilir.

Bu geri çağırma işaretleri, Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkların neden olduğu hafıza problemleri yaşayan insanlar için son derece önemli olabilir.

Öte yandan bilgiyi hatırlayamamak oldukça üzücü bir durumdur ve kişinin duygu durum halinde değişikliklere neden olabilir. Bu duygusal değişimler de bir hafızanın hatırlanmasını daha da zorlaştırabilir. Ancak, eski fotoğraflara bakmak ya da çocukluğun geçtiği çevreyi yeniden ziyaret etmek gibi geri çağırma işaretlerinin sağlanmasıyla, "kayıp hafızalar" bir sel gibi hatırlanabilir.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir