Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Gecenin bir vakti, dışarısı tamamen karanlık ve evde yalnızsınız. Koltuğa uzanmış vaziyette televizyon izliyorsunuz. Eviniz o kadar sessiz ki; televizyondaki ses dışında evde hiçbir ses yok. Aniden arka odanın kapısı büyük bir gürültüyle çarpıyor. Çok kısa bir süreliğine, anlık olarak, hayatınızın tehlike altında olduğu hissine kapılıyorsunuz ve hayatta kalmaya çalışan her hayvanda olduğu gibi bir "kaç ya da kalıp savaş" ikilemi yaşıyorsunuz. Hemen ardından, kapının kapanmasına neden olan şeyin aslında rüzgar olduğunu anlıyorsunuz. Artık herhangi bir tehlike söz konusu değil, birileri evinize girmeye çalışmıyor.

Üçüncü sınıf bir korku filmini andıran yukarıdaki senaryo, pek çoğumuzun hayatının bir kısmında yaşadığı tecrübelerden birisidir. Peki verdiğimiz bu yoğun tepkiye neden olan ve anlık olarak stres altında hissetmemize neden olan korku; tam olarak nedir? Bu his beynimizde nasıl oluşur ve fizyolojimiz bu hisse nasıl bir tepki verir?

Korku Nedir?

Korku, stresli bir uyaran ile başlayıp, kalp atışının ve nefes alış-verişinin hızlanmasına, kasların bir anda enerjiyle yüklenmesine ve nihayetinde de kaç ya da kalıp savaş tepkisinin ortaya çıkmasına neden olan kimyasalların salınımıyla beyinde gerçekleşen bir zincirleme reaksiyondur. Stres tetikleyen bu uyaran; bazen bir örümcek, bazen yer yüzeyinden metrelerce yüksekte bulunmanız, bazen de bir kapının aniden kapanmasıyla ortaya çıkan ses olabilir. Nefes alış-verişleriniz ve kalp atışlarınız hızlanır, kaslarınız gerilir.

Duygular, oldukça karmaşık fenomenlerdir. Ve duyguların bu karmaşıklığı yalnızca aşıklar için değil, bilişi fizyolojiyle birleştiren sinirbilimciler için de öyledir. Bilim insanları, bir zamanlar, duyguları; yalnızca mental aktivitenin ortaya çıkardığı vücut tepkileri şeklinde düşünüyordu. Fakat artık korku, sevinç ve öfke gibi duygusal deneyimlerin ortaya çıkmasında beyin ve vücudun eşit derece sorumlu olduğunu biliyoruz. Ancak tüm bu karmaşaya rağmen, bilim, belirli bir duygu örgüsünü inceleyerek duygulara dair kavrayışımızı geliştiriyor.

Esasında, bütün duygular içerisinde üzerine en çok araştırma yapılan ve kavrayışımızın en iyi düzeyde olduğu duygu, korkudur. Araştırma yürütülebilecek en kolay duygunun korku olmasının nedeni, bu duygunun ortaya çıkardığı fizyolojik tepkinin kolaylıkla ölçülebilir olmasından kaynaklıdır. Ayrıca, evrimsel açıdan ele aldığımızda, vücudumuzun çevremizde algılanan bir tehdide karşı stres tepkisi geliştirmesiyle ilkel bir hayatta kalma mekanizması olan "kaç ya da kalıp savaş" davranışını ortaya çıkaran korkunun, en eski duygularımızdan birisi olduğunu söyleyebiliriz. Evrimsel süreçte, örümcek ya da yılan gibi; soktuğunda acı veren tehlikeli bir şeyden korkmayı öğrenmek, büyük ihtimalle atalarımızın hayatta kalmasına yardımcı olmuştur.

Bilinçsiz Korku

Evrimsel açıdan da önem arzeden bu korku mekanizması, esasında basitçe beynin duyusal işleminde normal olarak görev alan beyin bölgelerinin tehlikeli bir uyaranla "bypass" edilmesi sonucu ortaya çıkan bir kısayoldur. Beynimizdeki normal algı sıralaması şu şekildedir:

  • Talamus - duyu organlarından gelen duyusal verinin nereye gönderileceğine karar verir
  • Duyusal korteks - duyusal veriyi yorumlar
  • Amigdala - duyguları çözer; muhtemel tehditleri belirler, korku hafızalarını depolar
  • Hipotalamus - "kaç ya da kalıp savaş" tepkisini oluşturur

Normal algı sırasında, duyu organlarımız tarafından alınan uyaran, talamusa iletilerek buradan düşünceler ve algıların oluşturulduğu bir beyin bölgesi olan duyusal kortekse iletilir. Örneğin, görsel bir algı elde edebilmek için, dışarıdan gözlerimiz aracılığıyla aldığımız bilgi retinamızdan optik sinirler boyunca görsel talamusa ulaşır ve görsel talamustan da işlemenin devam ettiği görsel kortekse iletilir ve nihayetinde de algımız oluşur. Görsel korteksimiz, amigdala ile doğrudan bağlantılır ve böylece de görsel bilginin ilerleyebileceği bir güzergah: Retina, talamus, korteks ve amigdala şeklinde olabilir. Ancak korku, amigdalayı tetiklemek için duyusal uyaranlara bağımlı olmasına rağmen, normal duyusal yollarla işlenmez.

Örneğin, Current Biology'de yayımlanan bir çalışmada, tam da bu bulguya ulaşılıyor. Eğer ki kortikal yol tamamen engellenirse, amigdala normal duyusal yollarla işlemiyor. Sıçanlar üzerinde yapılan bu araştırmada, sıçanın korkutucu bir sese dair hala hafıza oluşturabildiği gözlemlendi. Ancak,  sıçan için korkutucu olan bu ses; kulaktan, talamusa, talamustan kortekse ve oradan da amigdalaya gitmek yerine, korteksi atlayarak doğrudan talamustan amigdalaya taşındı. Bu bulgu oldukça önemlidir; çünkü herhangi bir bilinçli deneyim için korteksin gerekli olduğunu biliyoruz. Bu da demek oluyor ki; korkutucu bir uyaran, onun ne olduğunu anlamamıza gerek kalmadan duyguları ve korkuyu bilinçsiz bir biçimde tetikliyor.

Bu durumu daha da anlaşılabilir kılmak için, araştırma makalesinde bir senaryo örneği veriliyor. Diyelim ki, bir gün kırmızı beyaz renkte damalı masa örtüsü olan bir restoranda bir öğle yemeği yiyoruz ve bir tartışma içerisindeyiz. Ertesi gün, karşıdan birisinin geldiğini görüyorum ve bu adam hakkında onun kötü bir adam olduğuna dair içgüdüsel bir his geliştiriyorum ve onu sevmediğimi kendime itiraf ediyorum. Ve belki de bu adamı sevmememin tek sebebi esasında adamın kırmızı-beyaz renkte damalı deseni olan kravatından kaynaklanıyor, çünkü bana dünkü tartışmayı hatırlatıyor. Bilinçli bir biçimde, bu hissin benim bağırsak tepkim olduğunu söyleyebiliyorum çünkü adamın yalnızca görünümünü sevmiyorum. Ancak aslında olan şey ise, kravatın, kısa yol olan talamus aracılığıyla amigdalanın harekete geçirilmesini tetiklediği ve içimde bir korku tepkisinin oluşmasına neden olduğudur. Oysa, bu durum benim bilinçli olarak işlemediğim dış bir uyaran tarafından tetiklendi.

Yazımızın en başında bahsettiğimiz korku senaryosunda da benzer bir durum söz konusudur. Çünkü hayatımızı gerçekten de tehdit eden herhangi bir tehlike söz konusu olmamasına rağmen, anlık olarak zihinsel bir tehdit üreterek yine de korku tepkisi olarak "kaç ya da kalıp savaş" mekanizmasını ortaya koyabiliyoruz.

Zihinsel Tehdit

Evrimsel süreçte atalarımızın tehlike dolu bir dünyada yırtıcıları atlatmalarına yardımcı olmak için geliştirilen bu tepki, bugün daha çok zihinsel açıdan ürettiğimiz tehlikelere bir tepki şeklinde deneyimleniyor. Zihinsel tehditler, bize fiziksel olarak zarar vermeyecek, ancak bazı psikolojik sıkıntılara neden olma ihtimali olan tehditlerdir.

Kaç ya da kalıp savaş tepkisi, beynimizde duygularımızdan sorumlu beyin bölgesi amigdala tarafından gönderilen sinyallere bağlıdır. En eski beyin sistemlerimizden birisi olan amigdala, beynimizdeki korku işlemesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak modern dünyayı göz önüne aldığımızda amigadalamıza dair bazen handikap diyebileceğimiz bir durumdan söz edebiliriz. Çünkü amigdalamız, fiziksel bir tehdit ile zihinsel bir tehdit arasında bir ayrım yapamaz. Bu yüzden, aç bir ayıyla karşı karşıya kalındığında ortaya çıkan avuç içlerinin terleyip, endişe seviyesinin yükselmesi durumu; korku filmleri izlerken ya da bir iş görüşmesi anı gibi senaryolarda da ortaya çıkar.

Amigdalanın, korku işlemesinde sorumlu olduğunu destekleyen çok sayıda bilimsel çalışma bulunur. Örneğin, Journal of Comparative and Physiological Psychology'de yayımlanan bir araştırmada, sıçanlarda bu beyin bölgesinin tamamı çıkarıldığında, sıçanların tarihsel olarak en ölümcül düşmanları olan kedilere karşı korkusuz bir hale geldikleri gözlemlendi.

Yani, korku filmlerindeki o gerilim müziği giderek yükselmeye başlayıp zirveye ulaştığında ve maskeli katilin aniden görünmesi; amigdalanızda sinyal tetikleyen bir uyarıcı görevi görüp sizi olduğunuz yerde hoplatabilir. Algılanan bu tehdide yanıt olarak, beynin her iki bölgesini de etkileyen glutamat adı verilen bir beyin kimyasalı salınır. Oluşan ilk sinyal, beynin derinlerine; kontrolümüzün çok sınırlı ve az olduğu beynin ortası denilen temel bir bölgeye gönderilir. Bu iletim, bizim donup kalmamıza ya da olduğumuz yerde istemsizce zıplamamıza neden olur.

Oluşan ikinci sinyal ise, beynin hormon üretiminden sorumlu bir kesiti olan hipotalamusa gönderilir. Yukarıda bahsettiğimiz "kaç ya da kalıp savaş" iç güdüsünü devreye sokan şey işte bu noktada başlar; çünkü hipotalamus, otonom (kontrol dışı) sinir sistemimizi tetikler. Hipotalamusa gönderilen sinyal, adrenalin ve dopamin (beynin "ödül hormonu") gibi hormonların vücudumuz boyunca pompalanmasına ve kalp atışlarımızın hızlanıp kan basıncımızın artmasına neden olur. Bu durum da, vücudumuzun ölümcül bir savaşa veya hayati bir koşul için hazırlanmasına yardımcı olur. İşte korktuğumuzda çok daha panik halde ve aceleci davranmamızın nedeni budur.

Neden Bazı İnsanlar Korkutucu Senaryolardan Hoşlanır?

Bazı insanlar, korku ve ona eşlik eden acelecilik deneyimlerinden diğer insanlardan daha fazla hoşlanır. Belki siz de, yıl boyunca korku filmleri izleyen, heyecan dolu sporlarda veya risk içeren faaliyetlerde bulunmak isteyen kişiler arasında yer alıyorsunuzdur. Korkutucu deneyimlerden keyif almanın arkasında beyin kimyasının sorumlu olabileceğine dair araştırma verileri bulunuyor. Vanderbilt University'den araştırmacılar, insanların heyecan verici durumlarda farklı kimyasal tepkiler verdiklerini ortaya koydu.

Korku ve heyecan verici durumlara bir tepki olarak dopamin salgılandığını biliyoruz. Fakat, böylesi dehşet verici durumlardan zevk aldığını söyleyen insanların beyinlerinde, dopamin salınımını ve geri-alınımını durduran bir "fren" bulunmuyor. Bu da şu anlama geliyor; bu insanlar, beyinlerinde çok daha yüksek seviyelerde dopamin sahibi olduklarından riskli ve korkutucu durumlarda daha fazla haz ve ödül deneyimliyorlar. Yani Freddy Krueger'in adı geçtiğinde, bazılarımız korkup sinerken, bazılarımız heyecan kabarcıklarının fokurdadığını hissedecektir.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir