Post Author Avatar
Mehmet Hanifi Kurt
Medipol Üniversitesi - Çevirmen/Yazar

Gerçekte olduğumuz kişiliğin insanlar tarafından anlaşılmasını ve takdir edilmesini isteriz. Bu isteğe ulaşmaya çalışırken, tipik olarak “gerçek ben” olduğumuzu varsayarız. Peki gerçekten kim olduğumuzu nasıl bilebiliyoruz? Belki basit gibi görünebilir ancak; bizler, kolayca ulaşılabilir olduğunu düşündüğümüz geçmişe dair hafızalarımızın, yaşam deneyimlerimizin birer ürünüyüz.

2010 yılında Memory'de yayımlanan bir araştırmada, hafızaların kişiliği şekillendirdiği gösterildi. Hatta sinirbilimci Oliver Sacks, geç ergenlik döneminden sonra yaşadığı hiçbir şeyi hatırlayamayan 49 yaşındaki Jimmy G. vakasını anlattığı Lost Mariner isimli kitabında, amnezinin derin formlarını deneyimleyen insanların aynı zamanda kimliklerini de kaybettiklerinden söz eder.

Güçlü bir hafızamız olsa bile, kimliğimiz genellikle kim olduğumuz noktasında güvenilir bir referans değildir. Araştırmaya göre, kişisel anlatılar yaratırken, sahip olduğumuz tüm hafızalara erişmiyor ve onları kullanmıyoruz. Daha da ilginç olanı ise, herhangi bir anda hatırlamak için neyi seçme eğiliminde olduğumuzun bile farkında değiliz.

Kendimize dair hikâyeler oluştururken, belirli zihinsel konseptleri hafıza olarak etiketleyen, izleme monitörü adı verilen psikolojik bir tarama mekanizmasından yola çıkarız. Duygu ve detay açısından oldukça canlı ve zengin --tekrar deneyimleyemeyeceğimiz-- konseptlerin, hafıza olarak işaretlenme olasılıkları daha yüksektir. Daha sonra bunlar, eğer olaylar kişisel yaşanmışlıklarla uyuşuyorsa, aynı monitör sisteminde gerçekleştirilen olasılık testini geçer. Örneğin, ayrıntılar ne kadar canlı olsa da, eğer destek almadan uçtuğumuzu hatırlasak bile, bunun gerçek olmayacağını biliriz. Yani kişisel hafıza olarak seçilen şeyin şu anda sahip olduğumuz fikirlerle uyuşması gerekiyor.

Her zaman çok nazik bir insan olduğunuzu varsayalım, ama çok üzücü bir deneyimden sonra, şimdi size uyan güçlü bir saldırganlık özelliği geliştirdiniz. Durum böyle olunca, artık sadece davranışlarınız değil, kişisel anlatılarınız da değişti. Şimdi kendinizi anlatmanız istense, daha önceki anlatımlarınızda atladığınız kısımların --örneğin; agresif davranış sergilediğiniz anlar-- bu yeni anlatımınızda kendisini göstermesi muhtemeldir.

Sahte Hafızalar

Buraya kadar anlatılanlar hikayenin yalnızca bir yarısı. Diğer yarısı ise her zaman kişisel anlatı için seçilen ve anlatının bir parçası haline gelen hatıraların doğruluğu ile ilgili. Hafızalarımıza büyük ölçüde güvensek bile, oldukça tutarsız veya sahte olabilirler. Çünkü aslında hiç yaşanmamış şeylere dair sıklıkla hafızalar oluştururuz.

Hatırlamak, zihnimizde geçmişten bir video oyunu oynamak gibi değildir. Hatta; bilgiye, özeleştiriye, ihtiyaçlara ve hedeflere bağlı olan yeniden yapılandırılan bir süreçtir. Beyin görüntüleme araştırmaları; beynimizde kişisel hafızalarımız için özelleşmiş bir bölgenin bulunmadığını ortaya koyuyor. Bunun yerine, birçok farklı alandan oluşan otobiyografik hafıza ağı üzerine kurulu bir sistem söz konusudur.

Beynin önemli bölgelerinden olan frontal lob, alınan tüm bilgileri anlamlı olması gereken bir olayın içine sokmakla yükümlüdür. Bu olaylar, yalnızca imkansız ve içinde uyuşmayan unsurlar bulundurması anlamında değil, aynı zamanda kişinin hatırlamakta olduğu düşünce ile de uyumlu olması anlamında da olabilir. Uyumlu veya anlamlı değillerse, bilgiler eklenmesi veya çıkarılmasıyla  hafıza değişikliğe uğrar ya da silinir.

Laboratuvar çalışmalarında da gösterildiği üzere; hafızalar esnek bir yapıya sahiptir ve kolaylıkla bozulabilir ya da değiştirilebilir. Örneğin; başkalarından alınan öneriler ve hayal kurmak, tamamen sahte olsa bile çok detaylı ve duygusal hafızalar oluşturabilir. Gelişimsel psikolog Jean Piaget, dadısının kendisine defalarca anlattığı, Piaget ve dadısının kaçırılma hikayesini tüm detaylarıyla hatırlıyor. Yıllar sonra dadısı, bu olayın bir hikâye olduğunu ve uydurduğunu itiraf eder. Bu noktadan sonra Piaget bu olaya inanmayı bırakır. Ama bu olay onun hafızasında daha önce olmadığı kadar canlı ve yaşanmış olarak kalmaya devam eder.

Hafıza Manipülasyonu

Bir dizi bilimsel çalışmayla, bu sahte ve artık inanılmayan hafızaların frekans ve doğası değerlendirildi. Birçok ülkeden oldukça geniş örneklem incelendi ve bu durumun oldukça yaygın olduğu gözlemlendi. Dahası Piaget’nin örneğinde olduğu gibi, hepsinin de gerçek anılara benzediği görüldü.

Aynı sonuç, sahte hafızaların oluşturulduğu bir laboratuvar çalışmasında, katılımcıların belirli eylemler gerçekleştirdiği videolarda da doğruluğunu korudu. Daha sonra katılımcılara bu eylemlerin asla gerçekleşmediği söylendiğinde, katılımcılar, inandıkları hatıralara artık inanmayı bıraktılar ancak hala bu anıları gerçekmiş gibi hissettikleri rapor edildi.

Sahte hafızaların ortak kaynaklarından birisi de geçmişe ait fotoğraflardır. Journal of Cognitive Psychology'de Ocak 2018'de yayımlanan bir araştırmada, herhangi bir eylemde bulunmak üzere olan birisinin fotoğrafı görüldüğünde, insanların sahte hafızalar yaratabildiği ortaya koyuldu. Çünkü bu tür sahneler, zihnimizi zaman içerisinde o eylemin gerçekleştiği hayalini kurmak üzere tetikliyor.

Peki bütün bu bahsedilenler kötü şeyler mi? Araştırmacılar birkaç yıldır bu sürecin olumsuz yanlarına odaklandılar. Örneğin, terapilerde, geçmişteki bir cinsel istismar vakasına dair, kişide; yanlış suçlamaların yapılmasına neden olan sahte hafızalar oluşabileceğine dair korkular hâlâ güncelliğini koruyor. Öte yandan depresyon gibi mental sağlık problemlerinden muzdarip insanların, olumsuz olayları hatırlamak için önyargılı olabilecekleri ile ilgili yıllardır yapılan tartışmalar da mevcut.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir