Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece güçlü politik eylemlerdir. Bir kişi ya da grubun, belirli talep veya taleplerinin karşılanması için bedenini açlığa yatırdığı bu eylem biçimi, toplumsal dikkati taleplerine yöneltmeyi ve taleplerin giderek büyüyen bir kitlede yankı bulmasını amaçlar. Açlık grevlerinin, vücutta meydana getirdiği metabolik ve fizyolojik değişimlere değinmeden önce, bu direniş biçiminin Dünya'daki ve ülkemizdeki örneklerine tarihsel bir bakış atacağız.

Bir Hak Alma Biçimi Olarak Açlık Grevi Eylemleri

Açlık grevlerinin tarihi çok eskilere gitmektedir. Bazı kaynaklarda Roma İmparatoru Tiberius döneminde cinayet ve işkencenin yaygın olmasına bir tepki olarak, ünlü bir avukat olan Nerva --aynı zamanda da Tiberius’un yakın arkadaşıdır-- çevresindeki vahşete daha fazla tanıklık etmek istemediği için açlık grevine gider. Tiberius’un tüm ikna çabalarına karşın, Nerva, kendisine bir şey yapılmasını istemez ve dürüstçe ölmeyi tercih eder. Çünkü biliyordur ki, en yakın arkadaşının bu şekilde ölmesi, Tiberius’u oldukça derinden sarsacaktır ve yaptıkları konusunda düşünmesini sağlayabilecektir.

Bilinen en eski tarihsel örneğin; Nerva olmasına karşın, açlık grevleri denilince ilk akla gelen ülke İrlanda'dır. Hrıstiyanlık öncesi İrlanda'da, hakkı (genellikle borçlar ve yanlış suçlamalar olurdu) bir başkası tarafından gasp edilen kişi, hakkını gaspeden kişinin kapısının önünde Troscadh ya da Cealachan olarak isimlendirilen açlık grevi direnişine başlardı. Kültürel anlamda kapısının önünde hakkı için direnen birisinin açlığına izin verilmesi büyük bir utanç örneği olarak görülürdü ve hak gasp eden kişi söz konusu borcu geri ödemekle yükümlü olurdu.

Bazı tarihçiler bunun bir ölüm orucu olduğunu; adaletin de kapı eşiğinde birinin ölmesine izin vermenin utancıyla gerçekleştirildiğini söyler. Bazı tarihçiler ise bunun ölmek için yapılmadığını, sembolik bir eylem olduğunu, asıl amacının suçluyu kamusal olarak utandırma olduğunu söyler. Her halükarda, bu protestonun iki biçimi de modern İrlanda'da siyasi bir silah olarak oldukça düzenli bir biçimde kullanılmıştır.

20. Yüzyıl'ın başlarında ise İngiltere'de kadınların oy verme hakkı için açlık grevi direnişi, tarih sahnesindeki yeni bir mücadelenin de aracı olmuştur. Kadınlara seçme hakkının verilmesini savunduğu için 1909 Temmuz'unda hapse atılan sufrajettelerden Marion Wallace-Dunlop, doktor; akşam yemeğinde ne yemek istediğini sorduğunda; cesur ve cüretkâr bir cevap aldı: "Kararımı yiyeceğim." Devlet yetkilileri Dunlop'un içeride öleceğinden duydukları endişe ile 91 saatlik tutukluğun ardından kendisini serbest bırakmak durumunda kalmıştır. Nelson Mandela'dan tutun da, Zapatistalar'a kadar pek çok kişi ve grup açlık grevi eylemlerine başvurmuştur. Açlık grevleri tarihinin bilindik örneklerden birisi de Mahatma Gandhi'dir. Gandhi, İngiliz emperyalizminin Hindistan üzerindeki baskılarına karşı açlık grevi yöntemine başvurmuş ünlü örneklerden birisidir.

Bobby Sands (1954-1981)

1970'lere gelindiğinde ise, açlık grevleri çok daha yaygın toplumsal direniş araçları haline gelmiştir. Ancak açlık grevlerinin, dünyadaki en bilindik örneği yine İrlanda'da karşımıza çıkmaktadır. İrlanda tarihi, Britanya sömürgesine karşı devrimci tutsaklar tarafından yürütülen açlık grevi eylemleriyle doludur. 1970 yılında kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu üyeleri, hapishane koşullarını protesto etmek için kendilerini açlığa yatırdılar. Bobby Sands de dahil olmak üzere 10 kişinin hayatını kaybettiği 1980/1981 açlık grevleri, siyasi bir silah olarak açlık grevlerinin en meşhur kullanım örneğidir. The New York Times, ölümünden önce İngiltere Parlamentosu’na üye seçilen Bobby Sands'in “gözü pek İngiltere Başbakanı’nın hakkından geldiğini” yazdı.

Ülkemiz tarihi de, açlık grevleri ve daha da ileri aşaması olan ölüm orucu bakımından oldukça güçlü örneklere sahne olmuştur. Ölüm oruçları ve açlık grevleri arasındaki temel fark için, açlık grevlerinin birer protesto eylemi şeklinde yürütülmesi, ölüm oruçlarının ise bir savaş yöntemi olarak yürütülmesidir diyebiliriz. Açlık grevinde, eylemci; su, tuz, şeker ya da limonata gibi gıdalar alırken, ölüm orucundaki kişi yalnızca su ve açlığın etkisi sonucu beyinde Wernicke-Korsakoff isimli bir beyin hasarını engellemek için B1 vitamini alır.

12 Eylül 1980 darbesi sonrası, hapishanelerdeki işkence, kötü muamele ve tek tip elbise giyme dayatmasına karşı siyasi tutuklular 1984 yılında ölüm orucu eylemi başlattı. 1984 yılındaki ölüm orucunda (henüz o dönemde B1 vitamini alınmıyordu) 60. günlerden sonra ölümler başlamış ve 4 tutuklu hayatını kaybetmiştir. Nihayetinde ise, ölüm orucu eyleminin talepleri kabul edilmiştir.

1996 yılına gelindiğinde ise, yaklaşık 200 siyasi tutsak, hapishanelerdeki kötü koşulların iyileştirilmesi, hasta tutsakların tedavilerinin yapılması, mahkemelere çıkmalarının engellenmemesi, yakınlarına yapılan saldırıların durdurulması ve hücre tipi tutukluluğu getiren bazı hapishanelerin kapatılması talepleriyle süresiz açlık grevine başlamış, taleplerinin kabul edilmemesi sonucu da açlık grevi eylemlerini ölüm orucuna dönüştürmüştür (B1 vitamini bu dönemde de alınmıyordu).  12 tutsağın ölüm orucunda hayatını kaybetmesinin ardından, ölüm orucu eyleminin bütün talepleri kabul edilmiştir. 20 Ekim 2000 tarihinde ise, açlık greviyle başlayan ve bir ayın ardından ölüm orucuna dönüştürülen Dünya ve Türkiye tarihinin tanık olduğu en uzun soluklu ölüm orucu eylemi başlar.  7 yıl boyunca süren ölüm orucu eyleminde, 122 insan hayatını kaybeder (Bu eylem sırasında B1 kullanılmıştır). Eylemin toplumsal desteğinin genişlemesi ve taleplerin geniş bir toplamda yankı bulmasıyla, 22 Ocak 2007 yılında yayımlanan genelge ile ölüm orucu eyleminin taleplerinin kısmi olarak kabul edilmesi sonucu; siyasi tutuklular eylemi sonlandırırlar.

Vücudun Enerji Kaynakları

Yalnızca su, tuz ve şeker gibi gıdaların tüketildiği açlık grevi eylemleri sırasında, vücutta kalıcı olabilen fiziksel ve fizyolojik hasarlar meydana gelir.

Biyolojik olarak vücudun, enerji sağlama kaynakları karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerdir. Ancak bu besin içeriklerinin enerji kaynağı olarak kullanılmasında biyolojik bir sıralama söz konusudur. Vücudun, enerji desteği için kullandığı birincil kaynak; karbonhidratlardır. Karbonhidratların, kimyasal sindirimi sonucu açığa çıkan glikoz, fruktoz ve sakkaroz gibi tekli yapıdaki şekerler hücresel solunum sonucu enerji üretimini sağlar. Vücudun birincil enerji kaynağı olarak karbonhidratları kullanmasının bazı sebepleri vardır. Öncelikle, karbonhidratların kimyasal olarak yıkımı yağlar ve proteinlere kıyasla çok daha kolaydır ve sindirimi ilk sindirim organımız olan ağızda bulunan tükürük enzimleri sayesinde olduğundan kana karışması ve hücrelere ulaşması çok hızlı gerçekleşmektedir.

Yağların sindirimi ise, çok daha karmaşık yapılı moleküller olmaları nedeniyle daha uzun zaman alır. Mideden geçen besinin içeriğindeki yağ moleküllerinin enerji için parçalanması amacıyla karaciğer enzimleri devreye girdiğinde, karbonhidratların sindirimi çoktan tamamlanmış olur. Bu da, ortamda sindirilmiş karbonhidrat bulunduğu sürece yağ moleküllerinin sindirilmeyeceği, bunun yerine depolanacağı anlamına gelir. Zayıflamaya yönelik rejimlerde karbonhidrat alımının önemli ölçüde azaltılmasının nedeni de budur. Vücuttaki karbonhidrat seviyesi, yeterli düzeyde olmadığında, vücut enerji ihtiyacını karşılamak için daha zahmetli bir iş olan yağ moleküllerini sindirmeye başlar. Yağ molekülleri, depo edilen bir yapıya sahip olduklarından, kimyasal olarak yıkımları sonucu kilo kaybına neden olurlar.

Proteinler ise, vücutta yapı taşı olarak kullanılan besin içerikleridir. Kemiklerin etrafını saran kas kütleleri ve hormonların büyük bir bölümü proteinler tarafından oluşturulur. Proteinlerin sindirimi, kas kütlelerinde azalmaya ve hormonal bozulmalara neden olur. Örneğin, kanda bulunan ve kan şekerini düzenleyen insülin ve glukagon gibi hormonların seviyelerinde değişimler gözlemlenir.  Öte yandan, proteinler, vücutta hastalıklara neden olan antijen denilen yapılara karşı sürdürülen savaşın öncüleri olan antikorların yapısında da bulunur.

Vücuttaki yağ moleküllerinin tükenmesi sonucu, ihtiyaç duyulan enerjinin sağlanması için fizyolojk bir tepki olan açlık hissi oluşur. Açlığı giderecek besinler vücuda alınmadığında, hayati organların çalışabilmesi için vücut, kısa süreli bir çözüm yöntemi olan protein sindirimine başvurur. Proteinlerin sindirimi sonucu üretilen enerji, bu organların çalışabilmesi için kullanılır, ancak kaslardaki protein yapısı aminoasitlere bozunduğundan kas kütlesinde deformasyona ve vücutta hastalıklara karşı direncin düşmesine sebep olur.

Açlık Grevlerinin Metabolik ve Fizyolojik Etkileri

Açlık grevlerinin ilk günleri genellikle hayati risk oluşturmaz. Yetersiz beslenmeden kaynaklı ölümler ise, en az 6 ila 8 hafta (kabaca 40'lı ve 60'lı günlerde) sonunda görülür. Ancak, bağışıklık sisteminin zayıflamasından kaynaklı olarak; hastalanan insanlar yetersiz beslenmeden dolayı 3 hafta gibi kısa bir sürede hayatını kaybedebilir. Ve kişi su da dahil olmak üzere tüm sıvıları da reddederse, bozulma çok hızlı gerçekleşir ve özellikle de yılın daha sıcak dönemlerinde, 7 ila 14 gün içinde ölüm, yüksek olasılıktadır.

Öte yandan, açlık grevlerinin ilk günlerinde vücuttaki açlık hissi oldukça güçlü bir uyaran şeklinde devam ederken, ikinci ya da üçüncü günün sonunda bu his ortadan kaybolur. Çünkü vücut genellikle içerisinde bulunduğu durumu kabullenir ve insanlar, tıpkı bir bebeğinki gibi beslenme hassasiyetine sahip olur.

Açlık grevinin ilk üç gününe kadar vücut ihtiyacı olan enerjiyi glikozlara sindirilen karbonhidratlardan sağlar ve bu süreç nomal biyolojik seyrindedir. Karbonhidratların vücutta tükenmesinin ardından, enerji için gerekli olan glikoz, ikinci enerji kaynağı olarak başvurulan yağ moleküllerinin parçalanması sonucu oluşan ve yağ asidi olarak bilinen ketonlardan sağlanır. Enerji üretimi için yağ moleküllerinin de yetersiz kalmasının ardından vücut, hücre metabolizması için gerekli şeker olan glikoz üretimi için; kaslardaki proteinini kullanmaya başlar. Bu durum bir nevi vücudun olağanüstü bir hassasiyetle "kendi kendini yemesi ve tüketmesidir." Açlık grevinin, ilk haftasındaki muhtemel en büyük tehlike; kaslardaki zayıflama ve kan basıncındaki azalmalardan kaynaklanan düşmeler ve baş çarpmasına neden olan bayılmalardır.

2 haftalık eşiğin aşılmasının ardından ise, tamamen farklı bir hikâye başlar. İki haftadan sonra aşırı açlık, baş dönmesi, halsizlik ve ayağa kalkamama gibi semptomlar sık ​​sık görülmeye başlar. Bu noktada kas atrofisi ciddi bir tehlike olmaya başlar ve sarsıntılı yürüme ve motor kontrol kaybı olan kas koordinasyon bozukluğu (ataksi) sonucu kaslardaki kontrol yetisi azalır. Bradikardi olarak bilinen yavaş nabız atışı da bu dönemde tipik olarak ortaya çıkar. Bunun yanı sıra, düşük tiamin seviyeleri (B1 vitamini) iki veya üç hafta sonra gerçek bir risk haline gelir ve kişi kaslarını çok zorladığından kusma gibi durumların yanı sıra, bilişsel bozukluklar, görme kaybı ve motor beceri eksikliği gibi ciddi nörolojik sorunlara neden olur. Bu tiamin eksikliği, 4 veya 5 hafta sonra baş dönmesi, kontrol edilemeyen göz hareketleri ve çift görmeyi içerebilen sorunların ortaya çıkmasının da nedenidir.

Bir ayı geçen ya da vücut ağırlığının yüzde 18'inden fazlasının kaybolduğu açlık grevlerinde, kişide ciddi ve kalıcı tıbbi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Açlık grevindeki kişi, su yutmada zorlanmalar yaşar, işitme ve görmede zayıflamalar --hatta kayıplar-- görülür, solunum zorlaşır ve organ yetmezliği ortaya çıkabilir. Daha yüksek seviyeli beyin fonksiyonlarının ciddi şekilde bozulmuş olması kişide kavrayış bozukluklarına neden olur. Vitamin desteği sağlanmazsa, kişinin sarılık ve iskorbüt gibi hastalıklara yakalanması riski vardır.

45. günün ardından, kardiyovasküler çöküş veya ciddi enfeksiyonlar nedeniyle, ölüm, gerçek bir risk haline gelir.

Burada bir ayrıntıya değinmemiz gerekiyor. Ülkemizdeki açlık grevi ölüm orucu süreçleri sırasında; 1984 ve 1996 Ölüm Oruçları'nda tutuklular B1  vitamini kullanmıyorlardı, dolayısıyla ölümler genellikle 60'lı günlerde görülüyordu. Ancak 2000 Ölüm Orucu sürecinde, siyasi tutsaklar B1 vitamini kullanma kararı almıştır. B1 Vitamini (diğer adıyla tiamin), protein sentezi, beyin ve sinir sistemindeki pek çok hayati fonksiyonun yürütülmesi gibi konularda görev alan önemli bir vitamindir. Tiamin eksikliği zamanla kalp kaslarının zayıflamasına ve dolaşım sistemi bozuklularına, ayrıca sindirim sisteminde sorunlara ve Beriberi hastalığına neden olabilmektedir. Protein sentezinde de görev alan bu vitamin, açlık grevi eylemcileri için son derece önemlidir. B1 vitamini desteğiyle, organların iflası ve beyin sağlığının bozulması geciktirilir. Örneğin, 2000 Ölüm Orucu'nda Berkan Abatay isimli ölüm orucu eylemcisi çok uzun bir süre boyunca açlık grevi eylemini sürdürmüş, 589 günlük açlık grevinin ardından hayatını kaybetmiştir.

Günümüzde yapılan süresiz açlık grevlerinde, eylemciler B1 vitamini desteği alır. Böylelikle de, organ iflası geciktirilebilir ve açlık grevi eylemi, başka bir hayati komplikasyon ortaya çıkmadığı sürece uzun süreler boyunca devem ettirilebilir. Ancak yine de, uzun süreli açlık grevlerinde B1 alınsa bile vücutta fiziksel ve fizyolojik düzeyde kalıcı sakatlıklar oluşur.

Açlık grevcilerinin maruz kaldığı fiziksel hasarın yanı sıra, dürtüsel ve agresif davranışa neden olan psikolojik değişiklikler de görülür. Journal of Medical Ethics'de yayımlanan bir araştırma, bu etkilerin bile açlık grevindeki kişinin ölüm riskini arttırdığını ortaya koyuyor. Öte yandan, açlık grevinin bitirilmesinden sonra bile, yeniden beslenmenin bazı riskleri vardır, çünkü şiddetli açlık sırasında oluşan metabolik değişiklikler çok derin etkiler oluşturur.

Wernicke-Korsakoff Sendromu

Açlık grevi eylemcilerinin uzun vadede yaşadıkları en bilindik hastalıklardan birisi Wernicke-Korsakoff Sendromu'dur. 1881 yılında Carl Wernicke tarafından, üç hasta üzerindeki klinik-patolojik gözlemlere dayanılarak ilk defa tanımlanan sendrom; 30-70 yaş arası tüm insanlarda görülmekle birlikte özellikle 50 yaşından sonra görülme sıklığı artar. İleri derecelerde beyinde hücre ölümüne bağlı olarak kalıcı hafıza kaybı ve hafıza depolama bozukluğuna yol açan hastalığın, açlık, yetersiz beslenme ve vitamin eksikliği birincil sebeplerindendir. Bu hastalıkta, kas koordinasyon bozukluğu, yürümeye ve hatta ayakta durmaya engel olacak düzeyde olabilir. Ayrıca göz bozuklukları, kaslarda istemsiz kasılmalar, hafıza kaybı, öğrenme ve hafızaları depolama, el ve ayaklarda uyuşma ve yanmalar, yanan ayak sendromu gibi semptomlar görülür.

Zorla Beslemeye Çalışmak ve Tıbbi Etik

Açlık grevinin doğrudan toplum vicdanına yönelik bir sonuç doğurması ve toplum vicdanının bireylerin kendilerini feda eden bu tercihe gösterdikleri hassasiyet, en nihayetinde resmi makamları olumlu ya da olumsuz harekete geçmeye zorlamaktadır. Bazı durumlarda resmi makamlar açlık grevcilerinin taleplerini kabul ederek, işaret edilen rahatsızlığı ve/veya itiraz edilen uygulamaya son vermektedirler. Bazı durumlarda ise, kendi iradeleriyle gıda almayı reddeden kişiler, resmi makamlarca zorla beslenmiş ve böylelikle de amaçlanan kamuoyunun oluşmasına engel olunmaya çalışılmıştır.

Geçmiş örneklerde, zorla besleme işkencesinin, açlık grevi ve ölüm orucu eylemcilerinde sakatlık ve kalıcı hasarlar oluşturduğu biliniyor. Örneğin, Marion Wallace-Dunlop ve onunla birlikte açlık grevi yapan mahpuslar, resmi makamlarca zorla beslemeye tabi tutulmuştur. Zorla beslenen mahpuslardan pek çoğu yaşamlarını kaybetmiştir. Açlık grevlerinde hekimin etik açıdan sorumluluklarını belirlerken, temel tıbbi etik ilkelerden "özerklik" ve "tedaviyi reddetme" hakkı ön plana çıkmaktadır.

Özerklik, kişinin kendi sağlığına ilişkin tüm kararlara katılması biçiminde yorumlanabilir. Her türlü tıbbi uygulamadan önce kişiyi bilgilendirmek ve girişimi onaylama ya da reddetme hakkını kullanmasını sağlamak hekimin etik ve yasal açıdan temel sorumluluklarındandır.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir