Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Michel A. Corke, 1991 yılında ilk kez uyku problemleri yaşamaya başladığında Chicago'da bir lisede müzik öğretmeni olarak çalışıyordu. 40 yaşını henüz doldurmuş olan Corke, oldukça sağlıklı görünüyordu. Ancak kısa süre sonra çektiği acının sıradan bir uykusuzluktan daha fazlası olduğunu düşünmeye başladı. Çünkü Corke'nin sorunu, normalden daha uzun sürede uykuya dalmak veya gece yarısı sık sık uyanmak gibi bir sorun değildi. Hiç uyuyamıyordu. 

Birkaç ay içerisinde, Corke'nin uyku eksikliği, denge problemleri ve yürümekte zorluk gibi fiziksel ve mental açıdan bariz bozulmalara yol açtı. Giderek demans belirtileri göstermeye, gerçeklikle bağlantısının koptuğu zamanlar yaşamaya başladı. Tüm bunlar bazen halüsinasyonları da içeriyordu. 

Gündelik rutinlerini ciddi derecede sekteye uğratan bu uyku sorunları, Corke'nin artık hastaneye gitme vaktinin geldiğini gösteriyordu. Yılbaşından sonra hastaneye yatırılan Corke, artık iletişim de kuramıyordu. Tamamen ailesine bağımlı bir hâle gelmiş, duş almak ve giyinmek gibi basit eylemleri bile yerine getirmek için yardıma ihtiyaç duyuyordu. Düşüşü oldukça hızlı ilerliyor ve tüm aktivitelerinde kendini gösteriyordu.

Corke'yi takip eden doktorlar ilk başta neyin yolunda gitmediğini anlamakta güçlük çektiler ve kendisine; hastalığı olan birinin semptom profiline gerçekten sahip olmamasına rağmen, multipl skleroz (MS) teşhisi koydular.

Ancak doktorlar kısa sürede Corke'nin "uykusu" ile ilgili olağandışı bir şeyin farkına vardılar. Corke, sık sık gözlerini kapatıp uyuyormuş gibi görünse de beyin aktivitesinin ölçümleri beyninin hiçbir zaman gerçekten uykuya dalmadığını gösteriyordu. Bu durum doktorların, geçmiş on yıl içinde tanımlanmış ve ölümcül ailesel uykusuzluk (İng. Fatal familial insomnia) adı verilen bir hastalıktan muzdarip olduğunu fark etmelerine yardımcı oldu. (Vakaların tamamının kalıtsal olmadığının görülmesi üzerine hastalık artık ölümcül uykusuzluk olarak adlandırılıyor.)

Ölümcül uykusuzlukta hastalığın seyri, çok az uyku uyumaktan hiç uyumamaya kadar giden bir uyku bozukluğu şeklindedir ve sonunda da ölüm kaçınılmazdır

Michel Corke vakası bir istisna değildi. Hastaneye kaldırıldığında, minimum uyku ile yaklaşık 130 gün geçmişti. Öldüğünde ise, 6 aydır neredeyse hiç uyumamıştı

Ölümcül Uykusuzluğun Semptomları Nelerdir?

Ölümcül uykusuzluk, genellikle orta yaş ve sonrasında (ortalama başlangıç yaşı 51) gelişen ve uyku sorunu ve/veya gün içerisindeki aşırı yorgunluk hissi gibi şikâyetlerle başlar. İlk başta, gündüz vakitlerinde yaşanan aşırı uykululuk sebebiyle, hastanın kendisini çok uykulu hissetmesine neden olan bir durumdan rahatsız olduğu varsayılabilir.

Bazen erken dönemde; çift görme, halsizlik, hipertansiyon, artan terleme, göz yaşarması ve/veya tükürük salgılama gibi başka anormal işaretler de görülür. 

Hastalık ilerledikçe, hastalar uyuma yetilerini büsbütün kaybederler ve denge, koordinasyon ve yürüme sırasında yaşanan zorluklar gibi çeşitli hareket problemleri görülmeye başlar. Hastalar bazen delüzyonlar görmeye ve rüyada olup bitenlerle ilgili bilinçsizce hareketler yapmayı da içeren rüya canlandırmasına benzeyen alışılmadık davranışlar sergiler.

Hastalığın sonraki aşamalarında ise, bir süredir uyku uyumamanın ardından kişi, onu uyandırmanın zor olduğu bir sersemlik hâli içerisinde daha fazla zaman geçirmeye başlar. Ani, kasılmayı andıran spazmodik hareketler yaşayabilir ve ayakta durma ve yürüme gibi istemli hareketler genellikle zor veya imkânsız hâle gelir. Giderek konuşma yeteneğini kaybedebilir, yutma güçlüğü çekebilir ve bitkisel hayata girebilir.

Hastalığın bu aşamalara geldiğinde; ölüm her an gerçekleşebilir. Ancak hasta yeterince uzun süre hayatta kalırsa da komaya girecek ve bu da ölüme yol açacaktır. Hastalığın süresi 8 aydan 72 aya kadar değişir ve ortalama hastalık seyri 18 aydan biraz fazla sürer.

Ölümcül Uykusuzlukta Beyinde Neler Olur?

Uyku Sırasında Beyin

Ölümcül uykusuzluktaki (fatal insomnia) uyku bozukluklarını belirlemenin bir yolu, bir gece boyunca polisomnografi olarak bilinen bir teknik kullanarak uyku aktvitesinin ölçülmesidir. Polisomnografi, elektroensefalogram (EEG) kullanarak beyindeki elektriksel aktiviteyi, göz hareketini, kas aktivitesini ve kalbin elektriksel aktivitesi gibi uyku sırasında meydana gelen bir dizi başka fizyolojik değişikliği ölçer.

Polisomnografi genellikle bir ölümcül uykusuzluk vakasını doğrulamak için kullanılır. Çünkü, hastalar gözleri kapalı olduğu ve hareket etmediği için gece uyku sürelerini geçiriyor gibi görünebilir. Ancak bu teknik, hastanın beyin aktivitelerinin normal bir uyku düzenine benzemediğini ortaya koyar. 

Sağlıklı bir insanda uyku sırasında beyin, nispeten hafif uykudan derin uyku evresine ve REM uykusuna (hızlı göz hareketi evresine) geçiş yapar. Tam bir döngü yaklaşık 90-120 dakika sürer ve her gece 4-6 kez tekrarlanır. Bu farklı uyku aşamaları, EEG ile ölçülebilen karakteristik bir elektriksel aktiviteye sahiptir.

Ölümcül uykusuzluk hastalarında elbette ki toplam uyku süresinde bariz bir azalma görülür. Uyuyormuş gibi göründüklerinde bile, EEG hâlâ bu sağlıklı uyku karakteristiklerini göstermez. Bunun yerine, beyin aktiviteleri; çok kısa süreli hafif uyku (yani 1. evre veya 2. evre uykusu) ve ara sıra yalnızca birkaç saniye veya dakika süren ani REM uykusu bölümlerini ancak büyük oranda uyanıklık halini gösterir. Derin uyku çoğunlukla kaybolur ve hastalık ilerledikçe de REM uykusuna dair tüm izler tamamen kaybolabilir.

Nörodejenerasyon

Ölümcül uykusuzluk, uyku düzenlemesinde oldukça kritik bir role sahip olduğu düşünülen talamustaki ciddi nörodejenerasyonla ilişkilendirilmiştir. Talamusun, yavaş dalga uykusu olarak bilinen bir tür derin uyku oluşumunda özellikle önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. 2003 yılında Lancet'te yayımlanan bir araştırmada, hastalığın seyri boyunca talamusun belirli çekirdeklerinde nöronların %80 kadarı kaybolur.

Bir başka önemli nörodejenerasyon ise, nöronların yarısından fazlasının kaybolduğu; beyincikle yoğun bir şekilde bağlantılı olan beyin sapındaki alt oliver çekirdekte görülür. Öte yandan ölümcül uykusuzluk semptomlarında, alt oliver çekirdeğin (Inferior olivary nucleus) rolü hâlâ belirsizliğini koruyor. Titreme ve spazmodik kas kasılmaları gibi hareketle ilgili semptomların üretilmesinde rol oynayabilir; ancak bazı araştırmalar, oliver çekirdeğin ve beyinciğin de uyku ile ilgili olduğunu göstermektedir.

Hastalık bazen nöronlar içindeki büyük anormal bölmelerin veya kofulların oluşumu ile de ilişkilidir. Beyindeki bu "çukurlar", beynin sünger gibi bir görüntüye sahip olmasına neden olur. Ölümcül uykusuzlukta bu durum öncelikle kortekste meydana gelir. 

Prion Proteini Birikimi

Ölümcül uykusuzluk, beyinde prion proteininin anormal şekilde katlanmış formlarının birikmesini de içermesinden kaynaklı bir prion hastalığı olarak kabul edilir. Yanlış katlanmış bu proteinler, beyin enzimleri tarafından parçalanmaya dirençli kümeler hâlinde birikme eğilimindedir. Beyinde oluşan bu protein kümelerinin etkileri belirsiz olsa da genellikle beyindeki patolojik değişikliklerle ilişkilendirilir. 

Prion proteinleri aynı zamanda, yanlış katlanmış bu durumlarını diğer sağlıklı proteinlere de geçirirler. Böylece, enfekte olmuş bir hastanın beynine yayılabilir ve yavaş yavaş yanlış katlanmış prion proteinlerinin sayısını artırabilirler. İlginç bir şekilde, "bulaşıcı" özellikleri prionların bir konakçıdan diğerine geçmesi durumunda hastalığa neden olmasına da olanak sağlar. Her ne kadar ölümcül uykusuzluğun bu şekilde insanlar arasında yayıldığı düşünülmemekle birlikte; 1995 yılında Nature'da yayımlanan bir araştırmada, hastalığı olan bir insandan alınan sıvılaştırılmış bir beyin dokusunun farelere enjekte edilmesiyle hastalık farelere bulaştırılmıştır. 

Öte yandan; ölümcül uykusuzlukta, diğer prion hastalıklarına kıyasla beyinde nispeten az sayıda prion proteini kümesi vardır. Ve hastalık ilerledikçe beynin bazı bölgelerindeki birikintilerin sayısı artarken; bu durum, nörodejenerasyonun en çok görüldüğü talamus gibi bölgeler için geçerli değildir. Bu nedenle, ölümcül uykusuzluk semptomlarına neden olan nörodejenerasyona tam olarak neyin sebep olduğu hâlâ belirsizdir.

Ölümcül Uykusuzluğun Nedenleri ve Tedavisi

Bugüne kadar tespit edilen ölümcül uykusuzluk vakalarının çoğu, genetik hastalıklar olarak kabul edilir ve diğer prion hastalıklarında da rol oynayan bir gen olan PRionN Proteini (PRNP) genindeki bir genetik mutasyondan kaynaklandığı düşnülüyor. Mutasyon, otozomal dominant bir mutasyondur; yani mutasyona sahip birinin çocuğu olursa, çocuğun aynı mutasyona sahip olma olasılığı %50'dir. Hastalık genetik olduğunda da ölümcül ailesel uykusuzluk olarak isimlendirilir. 

1995 yılında yapılan bir araştırma, dünya çapında 200'den fazla kişinin ölümcül ailesel uykusuzlukla ilişkili mutasyonu taşıdığını göstermiştir. Hastalığın küresel dağılımı nedeniyle bazı araştırmacılar, birkaç ailede bağımsız olarak meydana gelen tekrarlayan bir mutasyondan kaynaklandığını da öne sürdüler.

1999 yılında ölümcül uykusuzluğun kalıtsal olmadığı ilk vakaların tanımlanmasıyla birlikte, hastalık genellikle sporadik ölümcül uykusuzluk olarak adlandırılmaya başlandı. Bu hastalar da ölümcül ailesel uykusuzluk hastaları ile aynı semptomların çoğunu sergiler; ancak ailede hastalık öyküsü yoktur ve ölümcül ailesel uykusuzluk hastalarında görülen PRNP geninin mutasyonuna sahip değildirler.

Hastalığın tedavi edilme kabiliyeti ise oldukça sınırlıdır. Çoğnulukla, en güçlü yatıştırıcılar bile hastalarının uyumasını sağlamıyor. Bu nedenle de tedavi genellikle, bozukluğun semptomlarını olabildiğince hafifletmeye odaklanır.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir