Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Geçmişte yapılan çalışmalar, son derece güçlü dini inanç sahibi insanların daha fazla sezgisel ve daha az analitik düşünüşe sahip olduklarını ortaya koymuştu. Hatta kişi, daha analitik bir düşünüş biçimini ortaya koyduğunda, dini inancında zayıflama görülmüştü.

Fakat 8 Kasım 2017 tarihinde Scientific Reports'da yayımlanan bir araştırma ise, doğaüstü inançların sezgisellik veya analitik düşünmeyle alakalı olmadığını ve dini inanç sahibi insanların doğuştan bu şekilde inanışlarla doğmadıklarını ileri sürüyor.

Çalışmada, --ünlü Camino de Santiago (dini bir arınma amacıyla yapılan-islam dininin hac ibadetine benzer) yürüyüşünde yer alan yolcular üzerinde yapılan beyin uyarımı (brain stimulation) deneyiyle-- sezgisel/analitik düşünce veya bilişsel engelleme (istenmeyen düşünceleri ve eylemleri bastırma becerisi) ve doğaüstü inançlar arasında herhangi bir bağlantı saptanmadı. Bundan ziyade, araştırmacılar; yetiştirilme biçimi ve sosyo-kültürel süreçler gibi diğer etkenlerin dini inançların yerleşikliği üzerinde rol oynamasının daha muhtemel olduğu sonucuna ulaştı.

Araştırmada ilk olarak, son 20 yıldır bilişsel psikologlar arasında yaygın bir "trend" haline gelen ve doğaüstü inançların insanlara "doğal" ya da sezgisel biçimde geldiği düşüncesi bilimsel olarak sorgulandı. Araştırma ekibi, dünyadaki en büyük dini "arınma" yürüyüşlerinden birisi olan Camino de Santiago yürüyüşü üzerine odaklandı.

Yürüyüşe dini arınma amacıyla katılan kişilere inançlarının güçlülüğü ve arınma yürüyüşünde harcadıkları süre hakkında sorular soran araştırmacılar; mantıksal ve "iç güdüsel" seçimler arasında karar vermeyi gerektiren bir ihtimal göreviyle katılımcıların sezgisel düşünüş seviyelerini ölçtüler. Elde edilen sonuçlarda, güçlü doğaüstü inanış sahibi olmak ile sezgisellik arasında herhangi bir bağlantı saptanmadı.

Sezgiselliği arttırmak üzerine matematiksel bulmacaların kullanıldığı ikinci çalışmada da; sezgisel düşünüş (içine doğma) ve doğaüstü inanışlar arasında bir bağlantı bulunamadı.

Araştırmanın son bölümünde ise ekip,  analitik düşünmeyi düzenlediği düşünülen bilişsel engelleme seviyesini arttırmak amacıyla beyin uyarımı yöntemini kullandı. Beyin uyarımı yönteminde; katılımcıların kafa derisine takılan iki elektrot arasında ağrı oluşturmayan bir elektrik akımı geçirilerek; beynin engelleyici kontrollerini düzenleyen bir beyin bölgesi olan sağ inferior frontal girus aktif hale getirilmeye çalışıldı. Daha önce yapılan bir beyin-görüntüleme çalışması; ateistlerin doğaüstü düşünceleri bastırmak istediklerinde beynin bu bölgesini daha fazla kullandıklarını ortaya koymuştu.

Bu şekilde bir beyin uyarımı yöntemiyle bilişsel engelleme seviyeleri arttırılabilirken, bu durumun doğaüstü inanış seviyelerinde herhangi bir değişikliğe yol açmadığı; dolayısıyla da bilişsel engelleme ile doğaüstü inançlar arasında doğrudan bir bağlantı bulunmadığı ortaya çıktı.

Bu verilerden yola çıkarak da araştırma makalesinde, tanrı inancını; sezgisel ya da doğuştan gelen şeklinde açıklamaya çalışmanın çarpık bir yaklaşım olduğuna değiniliyor. Bundan ziyade, elde edilen verilerle; yetiştirilme biçimi ve eğitim gibi sosyo-kültürel süreçlerden kaynaklı olarak dinin daha çok çevresel temelli bir süreç şeklinde işlediği ve geliştiği teorisi ileri sürülüyor. Araştırma sonuçları, insanların doğuştan gelen bir dini inanç sahibi olmadıklarını, din gibi dogmaların; tıpkı erken yaşlarda öğretilen bir dil gibi benzer biçimde öğretildiğini ortaya koyuyor. Mevcut sosyolojik ve tarihsel veriler, insanların inandıkları şeylerin bazı ilkel sezgilere değil yetiştirilme biçimi ve eğitim gibi sosyal ve kültürel faktörlere dayalı olduğunu gösteriyor.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir