Post Author Avatar
Gürkan Akçay
Boğaziçi Üniversitesi - Yazar / Editör

Hiç ağlayan bir bebekle aynı uçakta ya da otobüste bulundunuz mu? Peki, ardı kesilmeyen bu feryadı merak etmeden ne kadar süre dayanabilirsiniz? Ya da bir anne veya babasınız, bebeğinizin kulaklarınızı delen çığlıklarını dindirmeden bekleyebilir misiniz? Hepimiz bu sahneleri hayatımızın bir noktasında muhtemelen yaşamışızdır. Peki bir bebek ağlamasını görmezden gelmek ya da umursamamak neden bu kadar zordur?

Öncelikle, ağlama ile göz yaşları arasındaki farkı belirtelim. Birçok canlı türü ağlayabilir, fakat ağlarken göz yaşı bezlerinden duygusal damlalar akıtan tek hayvan türü biz insanlarız. İlerleyen yaşlarda ağlama sesine genellikle göz yaşları eşlik ederken, göz yaşları ağlamanın bir ön koşulu değildir. Örneğin; yeni doğmuş bebekler doğumdan sonra ağlarlar ancak 2-3 aylık olana kadar göz yaşı üretmezler. Bu ilk ağlamalar, yaşamımızın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkardığımız kültürel ya da öğrenilmiş "duygusal ağlamalardan" ayrılan evrimsel kökenlere sahiptir.

Ağlamak, evrimsel olarak beyin sapında kök bulan mekanizmalar tarafından yönetilen ve memeliler arasıda yaygın olan ilkel bir davranıştır. Hatta ön beyni görece geç evrimleşen ve henüz yokken dahi, yavru fareler, kediler ve insanlar ağlayabilirler.  Ayrıca, çoğu insan ve insan olmayan memeli yavrularının ağlayışları hem akustik yapı itibarıyla hem de ağlamanın meydana çıktığı durum itibarıyla (hayvanlar aleminde yavrular, öncelikli olarak aç kaldıklarında, acı hissettiklerinde ve yalnız kaldıklarında ağlar) büyük oranda benzerlik gösterir.

Ağlama Kimyasalları

Peki neden ağlamak?

İlkel bir vokalizasyon olarak ağlamak, dinleyicilerde özel bir etki bırakmak üzere evrimleşmiştir. Yapılan pek çok araştırma, bu çağrıların yetişkinlerin beyinlerinde dikkat ve empati için önemli olan bölgelerde özel bir aktifleşmeye sebep olduğunu gösteriyor. Bu durum da ağlamaların, bakıcıların dikkatini çekme ve güven, konfor, ilgi ve yiyecek sağlanması noktasında oldukça etkili bir yöntem olmasına sebep oluyor.

Yapılan araştırmalar, ilk evrelerinde sosyal bağlılığın gelişmesinin merkezi olan oksitosin hormonunun bu dikkat çekme ve arayış davranışının nörokimyasal kalbi olduğunu gösteriyor. Oksitosin ve opioid seviyelerindeki azalma, yavruda üzüntüye sebep olur ve elde edilen deliller bu düşüşün daha sonradan ağlamayı tetiklediğini ortaya koyuyor. Bir anne bu ağlayışları duyduğunda, bu durum annenin oksitosin seviyelerinde bir artışa ve ilgilenme davranışının ortaya çıkmasına sebep olur.

Öte yandan hakkında çok az şey biliyor olsak da baba-yavru arasındaki bağda da oksitosinin benzer bir rolü olduğu düşünülüyor. Ayrıca, ağlamalar, empatik erkeklerde testosteron seviyelerinde azalmaya sebep olarak, bakım davranışının ortaya çıkmasına neden oluyor. Ancak, asıl olarak oksitosin, beynimizin, ağlamalara cevabını güçlendirebiliyor ve bizi bu sesleri işitmeye ve uygun cevabı üretmeye yatkın hale getiriyor. Sonuç olarak, sosyal bağ kurulduğunda, bu durum yavruda oksitosin salınımını uyarıyor ve ağlama davranışı son buluyor. --Bazen.--

Geyiklerdeki Ses Yüksekliği

Ses yüksekliği, bakıcıdan gelecek cevap için oldukça önemlidir. Örneğin, geyik türleri yalnızca türe özgü frekans aralığındaki ağlama seslerine gelirler. Fakat bu frekans aralığı aslında şaşırtıcı derecede geniştir. Eğer ki ses yüksekliği bu frekans aralığına çekilirse, geyikler; fok yavrularının, kedi yavrularının ve insan yavrularının ve hatta yarasa ve dağ sıçanlarının ağlamalarına da cevap verirler. Geyiğin, evrimsel soy itibarıyla 90 milyon yıl önce ayrıştığı diğer türlere cevap veriyor olması sizi şaşırtmasın, çünkü bu durum evrimsel anlamda antik bir geçmişi paylaştığımızın bir yansımasıdır.

Bütün memeliler ortak bir atadan gelmiştir, dolayısıyla ses yüksekliğini üreten memeli larinksi; türe özgü çevresel baskılarla cinsiyetler arasındaki ses karakteristikleri ve vokal repetuarların önemli biçimde ayrıştığı ergenliğe kadar türler arasında büyük oranda benzerdir. Bu andan önce, herhangi bir memeli için seslerini diğerlerinden farklılaştırmasını gerektirecek evrimsel bir neden yoktur. Çağrılardaki bu benzerlik, bakıcının yaklaşımını da etkiler. Annelerin yavrularının kendilerine özgü vokal imzalarını öğrenmelerine kadar geçen sürede, birçok sancılı çağrı ortaya çıkar. Söz konusu genlerinizin muhtemel başarısıyla, bu durum herhangi bir ağlamanın, belli belirsiz bir biçimde kendi yavrunuza ait olduğu algısını oluşturur. Bu ve aynı türün üyeleri arasında ağlama sesinin yüksekliğindeki önemli çeşitlilikler; ağlamaları, mümkün olan en geniş etki ağı içerisine sokar.

Kaos Teorisi

Bizler, ağlamayı diğer seslerden ayırabilirken, ona sebep olan koşula dair bir bilgi yoksa ağlamanın arkasındaki özgün motivasyonu belirlemekte oldukça kötüyüzdür. Belki de acılı ulumalar, açlık sancıları ve yalnızlık homurdanmaları arasındaki akustik farklılıklar o kadar belirgin değildir. Temsil edilen şey ise sıkıntının düzeyidir. Aciliyet arttıkça ve dolayısıyla da ses yüksekliği ve gürültü maksimum seviyeye çıktığında, ağlamalar arasındaki duraksama süresi düşer. Dahası, ses dalgasının enerjisinin artması hem yetişkinin işitmesinin en hassas olduğu aralığı yakalaması hem de sesin etrafta daha yavaş bir şekilde yok olmasına sebep olabilecek durumu ortaya çıkarır. Kültürler arasında, bizler, söz konusu sıkıntıyı doğru şekilde takip edebilmek için bu aynı akustiği kullanırız ve bu durum da cevaplarımızın aciliyetini etkiler.

Kayıtsız kalmayı ortadan kaldıran şey ise öngörülemezliktir. Çalışmalar, bebeklerin gerçekten sıkıntılı olduklarında, ağlamalarının öngörülebilir, tona uygun kaliteden sapmaya başladığını gösteriyor. Bu seslerin, türbülans ya da "dalgalılık" olarak bilinen kaos şeklinde olması yani sesin rastgele frekanslarda enerjisinin olması ve düzensiz bir kalitesinin olması, bifonasyon yani sesin iki yüksekliğinin olması ya da ağlamalar sırasında sesin yüksekliğindeki aşırı değişmeler gibi bu vokal özellikler sınıra çekilen bir sesi temsil eder.

Bu vokal düzen, ses kaynağının daha hızlı ve daha tutarlı bir şekilde saptanmasını mümkün kılarak ve tehlikenin boyutu hakkında bilgi veren beyin bölgelerini uyararak diğer sinyallerden ayrılır. Ayrıca, bu öngörülemezliğin, ağlama seslerine alışmayı ya da kayıtsız kalmayı zorlaştırdığını söyleyebiliyoruz. Düşünün, hangisinde uyumak daha kolaydır: Tonal bir ağlama mı yoksa kaotik bir ağlama mı? Bu yüzden, bir bebek ciddi bir tehlike veya sıkıntı içerisindeyse, sesinin duyulmasını sağlamak için her şeyi yapacaktır.

Dolayısıyla, bir sonraki sefere yardım çağrısı yapan bu "tatlı" ağlamalardan birini duyduğunuzda, beyninizi nasıl delip geçtiğine ve rahatsızlığınızın evrim aracılığıyla sizinle nasıl derin bir bağlantı kurduğuna dair daha fazla kavrayış geliştirebileceksiniz. Peki bu durum dayanmanızı kolaylaştıracak mı? Bir şekilde belki, ama yine de şüpheli.
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket

Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?

Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.

Destek Ol

Yorum Yap (0)

Bunlar da İlginizi Çekebilir